Sennur Sezer, "Savaştan sonraki 'sessizliğin gürültüsü' ", Evrensel, 21 Şubat 2013
Bir yazarın Avrupa Hakları ve İnsan Hakları konusunda eğitim görmesi çok sık rastlanan bir şey değil. Juli Zeh, bunlar yanında Alman Dili ve Edebiyatı eğitimi de görmüş, hukuk eğitimi de. Bu tür katmerli eğitimin iyi bir gazetecilik hazırlığı olduğu gelebilir akla. Ya da politika hazırlığının. Ama Juli iyi bir anlatıcı. Ve önemli deneme ödülleri var. Türkçeye dört romanı çevrilmiş, bir de Sessizliğin Gürültüsü. Bağımsız öyküler biçiminde yazılmış bir anı yığını.
Bir anı yığını çünkü yolculuk yazılarının “Ben de gidip göreyim”ine özendiren havası yok. Kitabı bitirdiğinizde de başınızın içinde bir sessizlik çınlıyor. Ağır bir savaş yaşamış bölgedeki sessizlik. Yer yer ıssızlık yanılgısına düşüren manzaralar, çalılar, kırlıklar... Kimsenin yemişlerini toplamadığı incir ağaçları. Ve kıyımları tecavüzleri hatırlatan yerel bir alışkanlık: Kuzu çevirme. Kuzuların (kafaları dahil) tüm gövdeleriyle bir demir kazığa geçirilerek ateşte döndürülmeleri. Bu manzaranın yalnızca yazarın köpeğini korkutması insana komik gelmiyor. Yazarımız zaten bir “et yemez”.
Ayrıntılar bir araya geldikçe, yazarla birlikte, biraz sonra şehir meydanında kaldırılmayı bekleyen cesetlerle karşılaşacağım duygusuna kapılıyorum. Oysa gördüğüm uluslararası kuruluşların adları yazılı sokak başları, bir de bir caminin çökmüş nakışlı kubbesi... Bazen şeritlerle çevrilmiş, bazen işaretlenmiş mayın tarlaları nedense tehlikeli görünmüyor.
“Kocan Nerede?”
Juli Zeh 1974 doğumlu. Alttan alta alaycı. Saraybosna’nın tarihi yüzünden (ya da oraya gidenler yüzünden) sık sık Türklerden ya da Türkçeden söz ediyor. Türkiye’de Boşnakların Türkçeyi unuttukları gibi bir yanlış sık sık yapıldığından, kimi siyasetçilerin de onların Türklüğünden, soylarından (yalan yanlış) söz etmelerinden yazarın da böyle bir yanlışa düştüğünü sandım. Ama bir iki sayfa sonra bir “Müslüman”dan söz edilince Juli için “Dolaştığı coğrafyayı bilmiyor” ya da “Çeviri hatası” suçlamasından caydım. (Gerçi çeviri hatası var. Slivova denilen ve mürdümeriğinden yapılan içki bir şarap değil rakı. Votka gibi kadehi birden dipleyerek içilir.)
Juli ara sıra da olsa kocasının nerede olduğu sorusuyla karşılaşıyor. Sözlü sataşma olarak. Yanındaki köpeği pek ciddiye alan yok. Köpek de işini fazla ciddiye almıyor zaten. O yüzden
baldırına bağlı bir çakı ile dolaşıyor.
Mostar “uyku yok, uyanmak da” cümlesiyle özetleniyor. Sonrası en güzel şöyle özetlenebilir: “Mostar’ı her gece bir açık hava diskosuna dönüştüren, kulakları sağır edici pop müzik. Geceleri okuduğum savaş anlatıları. Savaş öncesi fotoğraflarıyla turizm rehberi. Kurukafa cepheleri ve canlanan doğa. Balkan kahramanları. Ceset kokusu. İnsanların ne yaptığını önemsemeden soğukkanlı bir biçimde sıcaklık ve havayı hizmete sunan, sürekli aynı mevsimler.”
Juli Zeh, benim için önemli çünkü sorgulayan bir yazar, her şeyi: Savaşı, kapitalizmi, popüler kültürü... Bana bir botu çevreleyen mavi kelebekleri armağan etti. Bir de savaşın gölgesinin hâlâ Bosna’nın üzerinde kaldığını.
Savaşın izlerinin hiç kaybolmadığını bizim kadar kim bilebilir?