| ISBN13 978-975-342-750-0 | 13x19,5 cm, 288 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Burak Dal, "Bütün nesneler aynı hızda...", Agos Kitap / Kirk 32, Haziran 2011 En dahi biliminsanının bile elmanın neden yukarıdan aşağıya düştüğüne dair bir fikri yoktur ve bu fikirsizliğe yerçekimi der.” Fizik profesörü Sebastian, bu tanımlamayı derste değil, komiser Schilf’in sorularına cevap vermeye çabalarken yapıyor. Zamanın özü hakkında konuşmak isteyen, komiserin kendisiydi. Laf olsun diye değil, soruşturma kapsamında. Zaten Komiser Schilf son vakasında zaman makinesi katilini akıl sır almayan bir başarı ile enselemişti. Ve hayır, eşyayı olduğundan karmaşık bir hale getirip ilginizi çekmeye çalışmıyorum. İspatı olarak, önsözden birkaç satır: “Ölesiye baş ağrısı çeken, fizik teorilerini seven ve tesadüfe inanmayan bir komiser son davasını çözüyor. Bir çocuk kaçırılıyor, ama kaçırıldığını bilmiyor. Bir doktor, yapmaması gereken bir şeyi yapıyor. Bir adam ölüyor, iki fizikçi kavga ediyor, bir komiser yardımcısı da âşık. Sonunda her şey komiserin düşündüğünden farklı –yine de tam da onun düşündüğü gibi– çıkıyor. İnsanoğlunun düşünceleri partisyonken hayatı çarpık bir melodidir.” Olay örgüsü Bu tuhaflıklar ormanında kaybolmamak için bir mini rehber: Fizik profesörü Sebastian, bir resim galerisinde çalışan eşi Maike ve oğlu Liam ile ‘normal’ bir hayat sürmektedir. Bu güzel rutinde her ayın ilk cuması küçük şoklara yol açan kadim dostu Oskar, İsviçre’deki meşhur laboratuarlarda evrenin sırrını araştırmaktadır. Okul yıllarında birlikte kurdukları muazzam bir gelecek hayalinin bugüne yansıması/kırılması budur. Sebastian, kaçırılan oğlunu geri alabilmek için bir cinayet işlemek mecburiyetinde kalır. Ve sahneye giren komiser, ilginçtir ki, suçluyu kodese tıkmaktan ziyade adaleti sağlamak derdindedir. Ölmek üzere olan komiser, bir yandan da hayatın anlamını sorgulamaktadır. Belki de bu noktada metnin başlığına, Serbest Düşüş’e dönmeliyiz. Serbest düşüşte bütün nesneler aynı hızda düşerler. Ancak bu hikâyede herkesin düşmeye aynı anda başlamadığı aşikâr. Etraflıca düşününce, romanın beslendiği kavramları ya olay örgüsünde ya da karakterlerde buluyoruz. Örneğin metindeki “uzun pozlama” bahsi, burada aktararak lezzetini bozmak istemeyeceğim kadar keyifli. Kitabı okursanız şimdi yazacaklarımın anlamına vâkıf olabilirsiniz: Biri kahverengi, diğeri yeşil başlı Bonnie ve Clyde, uzun pozlama bağlamında romanın ölçü birimi diyebiliriz. Ve evet, eşyayı olduğundan karmaşık bir hale getirip ilginizi çekmeye çalışıyorum. Oskar’ın gerçekliği Sebastian’ın dilinden düşürmediği çoklu dünyalar bahsinin karakterlerin kaderinde somutlaşmasını, Sebastian ile Oskar arasındaki tuhaf ilişkide görüyoruz. Her ikisinde de çok derin izler bırakan dostlukları, üniversitede yaşadıkları bir olay sebebiyle dönüşmüş. Birbirlerine duydukları gizli öfke, en az dostlukları kadar yoğun. Oskar’ın baskın kişiliğine tahammül edemeyen Sebastian, yönünü normal bir hayata (evli ve çocuklu) çeviriyor. Oskar ise daha da marjinal bir hayat kuruyor. Yerin metrelerce altında, asosyal bir yaşam. Dostluklarına dair son umut kırıntıları, ‘Zirkumpolar’ (sözlük anlamı: 1. kutup yakınında olan, 2. hiç batmayan yıldız) adlı televizyon programında, canlı yayında, Oskar’ın Sebastian’a sözlü saldırısıyla tükeniyor. Ekürinin kaderini değiştiren yine Oskar oluyor. İyi bir arkadaşın asla yapmaması gereken şeyler yapıyor – Liam’ı kaçırmak, Sebastian’a bir cinayet işlemesi için şantaj yapmak gibi. Kanımca, böylesine büyük bir nefreti doğuran, Oskar’ın yıllardır bir paralel gerçekliğin peşinde olması. Çoklu dünyalardan birinde, Maike’nin olmadığı ve ikisinin mutlu bir çift olduğu bir yer var. Oskar, arzuladığı paralel gerçekliği yaşayamamasının öfkesini Sebastian’a bir kâbus yaşatarak kusmaya çalışıyor; kâbustan çıkış yolu olarak da kendi önerdiği paralel evreni sunuyor. Ancak, hesapta olmayan bir faktör her şeyi alt üst ediyor: Schilf. Komiser Schilf, kitabın Almanca orijinaline de ismini vermiş. İngilizce basım için uygun görülen ‘In Free Fall’ yakıştırması da Türkçeye ‘Serbest Düşüş’ olarak intikal etmiş, yani Türkçe çevirinin isim babalığını İngilizce metin yapmış. Ancak çeviride Almanca metnin mi yoksa İngilizce çevirisinin mi esas alındığı, özel olarak belirtilmemiş. Polisiye bir romanın kapağında hafiyeliğimizi konuşturuyor ve “Almanca basımdan bahsedildiğine göre orijinalden çevrilmiştir herhalde” diye çıkarsama yapıyoruz. Öte yandan, kitapta bazı kelime ve ifadeler Türkçe karşılıklarını bulamıyor. Örneğin ‘vernisaj’ kelimesi neden sergi açılışı/ kokteyli olarak karşılanmamış? Bağlam içerisinde elbette anlamını buluyor kelime; kimsenin, Maike’nin katıldığı vernisajı Yerevan’da kurulan pazarla karıştıracağını düşünmüyoruz ama hızla akan bir metinde birden ayağınız takılıyor sanki. Farklı üsluplar bir arada Juli Zeh’nin, prolog ve epiloguyla bir tür ‘koro’ etkisi yaratmaya çalıştığı söylenebilir. Yunan tragedyalarından ödünç aldığı bu yöntemle, kendi halinde akıp gitmekte olan romanın örgüsüne ‘her şeyi gören göz’ olarak bir noktada dahil oluyor ve bir diğerinde bırakıp gidiyor. Tanrısal bir anlatıcının dili ve bakış açısıyla başlayan hikâyede kimi zaman karakterlerin diyaloglarına, yer yer de monologlarına şahit oluyoruz. Hatta bütün bir bölümü bir karakterin iç sesiyle, takip eden bölümü ise diğer bir karakterin gözünden deneyimleyebiliyoruz. Monologlar bir tirad üslubuyla değil, diyalogdan ikinci kişinin dışlanmasıyla oluşturulmuş. Aslında, okurun, aynı ânı iki karakterin kafasında yaşayabilmesini sağlayacak bir düzenleme, romanın kavramsal içeriğine daha uygun olurdu. Paralel dünyalar – karakterlerden biri de olabilirsin, diğeri de. Ancak satmasını hedeflediğiniz bir romanı bu kadar deneysel yazabilir misiniz, tartışılır. Anlatım tarzının en etkili tarafı karakterlerin iç dünyalarına, ruh hallerine nüfuz etmeden imgelerini net bir şekilde oluşturabilmesi ve bunu yaparken, okuru ağdalı betimlemelerle boğmaması. Sinematografik olarak nitelenebilecek bir üslup metnin başından sonuna hâkim. Paralel anlatımlar olay örgüsünü metne yaymak için, suni olarak değil, akışa gerçekten hizmet ettiği için kullanılmış. Serbest Düşüş, entelektüel bagajında polisiye, felsefe, aşk, cinayet ve türevi pek çok katman taşıyor. Acemi bir yazarın elinde biraz ondan, biraz bundan kırıntılarla, her şeyin safsatasını barındıran bir çorbaya dönüşebilecek bir kurgu, Juli Zeh’nin kalemiyle keyifli bir harmana dönüşmüş. Romandan son bir alıntı, bu metni tamamlamak için de uygun olacak: “Bizce aşağı yukarı böyle olup bitti olay.” |