Cihan Erdal, “Son sözü olmayan bir filozof”, Agos Kitap/Kirk, Haziran 2012
Keyifli iki haber: Mayıs ayı içerisinde Metis Yayınları’ndan Fatmagül Berktay’ın Dünyayı Bugünde Sevmek, Hannah Arendt’in Politika Anlayışı adlı kitabı ve İletişim Yayınları’ndan Elisabeth Young-Bruehl’ın Hannah Arendt biyografisi yayımlandı!
Arendt’le tanışmam Şiddet Üzerine kitabıyla olmuştu. Hacimce küçük olan bu kitabını bitirir bitirmez İnsanlık Durumu’nu okumaya koyulmuştum. İnsanın soru sorma ufkunu muazzam biçimde genişleten bir filozof olarak Arendt’le karşılaşmış olmak ve onu okumak ilk andan beri beni oldukça heyecanlandırıyor. Son yıllarda Avrupa’da büyük ilgi görmesine karşın Arendt Türkiye’de aynı oranda konuşulmuyor. Bunun sebebi nedir bilemiyorum ama Berktay, “Arendt’in politik düşüncesine ve yöntemine en fazla ihtiyacı olan toplumlardan biri”nin Türkiye toplumu olduğunu söylüyor ve bunda çok haklı. Çünkü Arendt bizim coğrafyamız için de son derece kritik önemde olan esaslı sorular soruyor.
Politikanın hâlâ bir anlamı var mı?
Politikanın iktidar hırsına, güç mücadelesine, yenmek/yenilmek ikiliğinin sığlığına dönüştüğü, bütünüyle kirli ve boş bir uğraş olarak algılandığı bir dönemde Arendt bizi politika üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor. Berktay’a göre Hannah Arendt, politikaya gerçek anlamını verme çabasına girişen az sayıdaki düşünürden biri.
“Kirli politika” algılamasının çoğalmasında askeri darbelerin ve vesayetin de önemli bir payı olduğunu belirten Berktay, askeri vesayetin geriletildiği koşullarda ise sivil vesayetin politikanın anlamını bulanıklaştırdığını hatırlatıyor. Dolayısıyla politikanın ve “politik olan”ın anlamını tartışmak, farklı bir politika anlayışından kaynaklanan bir yurttaş rasyonalitesi arayışına girmek bugün özel bir önem kazanıyor.
“Arendt’e göre, politikanın yer aldığı kamusal alan her şeyden önce, eylem/söylem ve karşılıklı tanınma aracılığıyla yurttaşların kendi aralarında oluşturdukları ve kendilerini ilgilendiren kararlara katıldıkları bir çoğulluk uzamıdır.”
Arendt, dünyanın büyük bir demokrasi krizi içerisinde olduğuna işaret ederken, bürokrasiyle sarmalanmış, oy vermenin haricinde anlamlı bir katılım olanağının kalmadığı geleneksel parlamenter sistemin ötesine geçen, aşağıdan ve yurttaşların karar alma süreçlerine katılabilmelerinin zeminini barındıran bir politika anlayışının geliştirilmesi gerektiğini söylüyor. Geleneksel olandan ayrışan politika anlayışını, farklı olanı, “başka türlü olabilecek” olanı tasavvur etmenin önemli olduğunu, hakikatin bir tahayyül meselesi olduğunu vurguluyor. Başka türlü olabilecek olan siyaseti kurmak için ise öncelikli olarak politikanın anlamını yeniden değerlendirip dönüştürücü politikanın nasıl gerçekleşebileceği üzerinde düşünmek gerekiyor.
Arendt’in evreninde beni en çok heyecanlandıran şeylerden biri, ortaya attığı zor sorulara hazır cevaplarının olmaması. Oldukça çetrefilli sorular ortaya atıyor ve okurları o soruları birlikte yanıtlamaya çağırıyor, reçeteler sunmuyor. Arendt’in uğraşı, “yapıyor olduğumuz şey üzerinde” hem tarihsel olarak hem de bugünü dikkate alarak düşünmek” ve dar kurumsal anlamda politikanın incelenmesi değil, “politik olan”ın araştırılması.
Dünyayı Bugünde Sevmek’te Berktay “Sahici politikanın anlamı nedir?” diye sorarken Arendt’in buna net bir cevabı olmadığını da ekliyor. Arendt’in hakikatleri vazeden bir filozof olmayışı onu okuyanları uyuşukluğa sürüklemediği gibi, aksine daha fazla düşünmeye kışkırtıyor:
“Politikanın anlamı, özgürlüktür. Oysa günümüzde bu, ne apaçık, ne de hemen kabul edilebilir bir yanıttır. Bugünlerde hiç kimse politikanın anlamı ne diye sormuyor. (…) Bugünlerde sorduğumuz soru, politikaya ilişkin gerçek deneyimlerimizden, yüzyılımızda politikanın yol açtığı felaketten ve daha da büyük felaketlere yol açması tehlikesinden kaynaklanmakta. Dolayısıyla bizim sorumuz çok daha radikal, daha saldırgan, ve daha umutsuzdur: Politikanın hâlâ bir anlamı var mı?”
Arendt bu umutsuz soruyu ortaya atıp okuru karamsarlıkla baş başa bırakıp gitmiyor da. İnsana, eylemin dönüştürücü gücüne inanıyor ve insanların birlikte yaşadıkları dünyayı paylaşma ve bu dünya için eylemde bulunma deneyiminin, yani politikanın yeni bir dünyayı yaratacağına dair umudunu koruyor.
İştahla ve “Trabzansız düşünme”
Arendt’in dünyasında beni etkileyen şeylerden bir tanesi de, politikaya, totalitarizme, içinde yaşadığı çevreye dair sorular sorarken kendi ifadesiyle “trabzansız düşünme” yöntemini kullanması. “Ben buna trabzansız düşünme diyorum. Yani, merdivenlerden iner çıkarken daima trabzana tutunabilirsiniz düşmemek için. Ne var ki biz bu trabzanı yitirmiş durumdayız… Ben her zaman düşünme edimine, başka hiç kimsenin daha önce düşünmemiş olduğu gibi başlanması ve ondan sonra başka herkesten öğrenilmesi gerektiğini düşünmüşümdür.”
Kitabın “Giriş: Benim Hannah Arendt’im” ve “Politika: Bir Özgürlük Vaadi” başlıklı ilk iki bölümünün ardından gelen “Totalitarizmin Paradigması Olarak Toplama Kampı” ve “Zamanımızın Tehlikeleri: İdeoloji, Yalan, Hakikat” bölümleri, Arendt’in totalitarizm meselesine dair söylediklerini içerirken, okuru aslında hiç uzak olmadığımız bu türden tehlikeler üzerinde düşünmeye davet ediyor. “Dünyaya Minnet Duymak” adlı beşinci bölümün ardından Berktay “Kadınların Arendt’i”ni anlatıyor.
Özellikle “Dünyaya Minnet Duymak” adlı bölüm Arendt’in düşüncesinin merkezinde yer alan “dünya”yı kavramak bakımından önemli. Çok kısaca, Arendt’e göre dünya “politikanın kaynaklanabileceği, her şeyin görünebileceği, insan ilişkiselliğinin, çoğulluğun uzamıdır.”
Hannah Arendt, içerisinde yaşadığımız dünyanın sorunlarına dair kafa yorarken mutlak doğruları karşısındakine dayatma kibrini asla taşımayan biri. Son sözü olmayan bir filozof. Fatmagül Berktay’ın Arendt’inin ardından onun yaşamına dair çok daha fazla şey öğrenmek için Elisabeth Young-Bruehl’ın hazırladığı biyografisini okuma zamanı!