| ISBN13 978-975-342-890-3 | 13x19,5 cm, 320 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Emrah Pelvanoğlu, “Mimesis’i beklerken”, Kitap Zamanı, 1 Nisan 2013 19. yüzyıl kaynaklı çizgisel/özsel filolojinin, kendi tarihselliğinden kaynaklanan niyet ve yöntemlerle şekillenen bir düşünce dünyası var. Bu filolojik bakışın, Türkiye üniversitelerinin önemli bir kısmında mevcut olan Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde neredeyse bir varoluş sebebi ya da bir misyon gibi sahiplenildiğini ve eleştirel, kuramsal düşüncenin yakın bir zamana kadar yer yer tahkir edici bir söylemle bu bölümlerin programlarından uzak tutulmaya çalışıldığını söylersek çok da haksız bir genellemede bulunmuş olmayız. 1932 sonrası yükselen antropolojinin ve 1933 tarihli “üniversite reformu” nun kesintiye uğrattığı filolojik düşünce, Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı (1938) ile başlayan hümanist dönemle ne kadar barışık olduğunu pek de bilmediğimiz bir geri dönüş yapmıştı. “Yeni Türk Edebiyatı”nın kurumsallaşması ve Tanpınar gibi bir figürün akademiye girişi, bu geri dönüşün önemli sonuçları arasındadır. Çok iyi bilmediğimiz bir başka nokta ise yeni kurulan Yabancı Diller Okulu’nu yöneten Spitzer, Auerbach gibi figürlerin Türkoloji bölümü ve hocaları ile herhangi bir etkileşime ya da eleştirel bir diyaloğa girip girmediğidir. Auerbach’ın öğrencileriyle ve çevresindeki Sabahattin Eyüboğlu ile arkadaş olduğunu bildiğimiz Tanpınar’da bile Auerbach, herhangi bir yerde rastladığımız önemli bir iz bırakmamıştır. Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin genel olarak 19. yüzyıl paradigmasına saplanıp kalmasını bu temassızlığa ya da kopukluğa bağlıyor değilim, ancak olası bir etkileşimin özellikle edebiyat çalışmalarında yaratacağı niyet ve yöntem genişliğini, “kaçırılan” imkânları tahayyül etmek bile güzel. Auerbach’ın çevresinde Michigan Üniversitesi öğretim üyelerinden Kader Konuk’un Doğu Batı Mimesis: Auerbach Türkiye’de adlı çalışması, benzer bir “etkileşimsizlik” bilgisinin arkasındaki tarihsel gerçekliğe odaklanıyor. Almanyalı akademisyen, 20. yüzyılın en önemli edebiyat araştırmacıları arasında yer alan Erich Auerbach’ın başyapıtı Mimesis etrafında şekillenen, özellikle Edward Said gibi hümanist eleştirmenlerin pekiştirdiği “mahrumiyet” ve “sürgün” anlatılarının pek de gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor. İstanbul’u “kitap yokluğu sayesinde entelektüel üretkenlik sağlayan bir yer olarak” resmeden bu bilginin esas kaynağı ise Mimesis’e yazdığı “Sonsöz”de, “Kuvvetle muhtemel ki kitabımı tam da bu eksikliğe, zengin ve uzmanlaşmış bir kütüphanenin olmamasına borçluyum,” diyen Auerbach’ın kendisi. Konuk ise modernist düşüncenin merkezinde yer alan kopuş metaforunun, 1933 yılından sonraki toplu sürgünlerle önemli bir anlam değişikliğine yol açtığını iddia ediyor. Bu iddiaya göre İstanbul’da sığınmacı olarak önemli akademik pozisyonlar elde eden Auerbach gibi Alman bilim insanları, özellikle 1939 yılında başlayan Batılılaşmacı hümanist reformlar sayesinde, Nazilerin ellerinden aldığı Alman/Avrupalı olma haklarını, kendilerine yüklenen “Avrupa misyonu” ile yeniden kazanıyorlar. Türkiye’de, Nazi Almanyasının II. Dünya Savaşı ile yıktığı Avrupa ideallerinin elit temsilcileri olarak görülen bu insanlar, evleri ateş altındayken sürgünde entelektüel bir “ev” konforu buluyorlar. Ancak Konuk, Yahudi sığınmacıların yaşadığı bu konforun “onları kurtarmak” gibi bir misyonla ilgi olmadığını belirtiyor ki kitabın temel gerilimi de burada, dönemin hümanist kültür politikalarının, azınlıklara karşı uygulanagelen sistematik asimilasyon politikaları ile beraber yürütülmesi gerçeğinde konuşlanıyor. Konuk, bir yandan Türkiye’deki seküler eğitim sisteminin yerleşmesinde önemli bir payı olduğu için olumladığı hümanist reformları, diğer yandan Avrupalı Türk kimliğini inşa ederken yerli azınlıkların uğradığı insan hakları ihlâlleri üzerinden sert bir şekilde eleştiriyor. Kitabın hemen hemen tamamına yayılan bu gerilim, Doğu Batı Mimesis’in Cumhuriyet dönemi kültür politikalarının Auerbach etrafında tartışıldığı bir çalışma olarak da değerlendirebileceğimiz anlamına geliyor. Bu noktada ise Konuk’un Türk edebiyatı tarihi ile olan mesafeli ilişkisi, Tanpınar, Ataç, Yakup Kadri, Yahya Kemal ve Köprülü gibi yazar figürlerinin aralarındaki düşünce farklılıklarına ve birbirleriyle, en önemlisi devletle olan ilişkilerine yeterince derinlikli yaklaşamamasına yol açıyor. Son tahlilde iyi bir kültür tarihi çalışması olarak değerlendirebileceğimiz Doğu Batı Mimesis ve Auerbach hakkındaki diğer çalışmalar, İstanbul’da yazılan başyapıtı yeniden hatırlamamızı da sağladı. Devam eden çeviri projelerinin sona ermesini, Mimesis’in İstanbul’u nicedir mesken tutan muhteşem hayaletinin artık vücut bulmasını, Türkçeleşmesini bekliyoruz... |