| ISBN13 978-975-342-827-9 | 13x19,5 cm, 144 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Bülent Usta, “Tehdit dolu tercihler”, Milliyet Kitap Eki, Ekim 2011 İnsanın bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihlerin, sadece kendisini değil, başkalarının yaşamlarını da etkilediğini biliyoruz. Özellikle Sartre, Camus gibi varoluşçu yazarlar bu meseleyi derinlemesine ele almışlardı yapıtlarında. Peki ya bu tercihler, bir komutanın ya da onlara bu emri verenlerin darbe yapıp yapmama kararı şeklinde yaşanırsa? 12 Eylül askeri darbesinin sonuçları malum. Sadece rakamlarla bile korkunç bir manzara karşımıza çıkıyor. Ama bu rakamlar, sadece sonuçlarla ilgili soğuk birer gerçeği gözümüzün önüne serer. O rakamların ardındaki bireysel trajedilere ise sadece edebiyat ve sanat ışık tutabilir ki, bunun örnekleri de gün geçtikçe çoğalıyor. Işte bugünlerde, Dickens, Faulkner, Cortazar, Fuentes, Rushdie, Durrell gibi yazarları dilimize kazandıran Aslı Biçen’nin, üçüncü romanı Tehdit Mektupları yayımlandı. Roman, 12 Eylül darbesini ve o darbeyle birlikte savrulan hayatların trajedisini ve o trajedilere bireysel tercihlerin etkisini, dava tutanakları, mektuplar ve günlükler aracılığıyla çok boyutlu bir biçimde ele alıyor. Tehdit Mektupları’nı, bir cinayet romanı olarak görmek mümkün. Çünkü roman, Bahattin Perver adlı birisinin gizemli bir biçimde öldürülmesi üzerine kurulu. Ama klasik cinayet romanlarında olduğu gibi, bu romanda cinayeti araştıran bir dediktif ya da benzeri bir anlatıcıyla karşılaşmıyoruz. Roman, mahkemeye intikal etmiş cinayetle ilgili mahkemeye sunulmak için toplanan belge ve bilgilerden oluşuyor ve okur bir dedektif ya da savcı gibi eldeki bilgi ve belgelere bakarak cinayeti kimin işlediğini bulmaya çalışıyor. Bu oldukça zorlu bir süreç. Çünkü cinayeti araştırırken birbirinden kopukmuş gibi gözüken hayatların, o hayatları yaşayan insanların yaptığı tercihler yüzünden birbirine nasıl bağlandığını ve yaşanan darbe sürecinin bir zincirin halkası görünümündeki bu hayatları nasıl dibe doğru çektiğini görmek, cinayeti işleyenden çok cinayetin nedenlerini önplana çıkartıyor ve tüm bu nedenler, darbe sürecinin etkilerinden çok daha öte bir şeyi, insanın varoluşsal çıkmazını araştıran bir kazı çalışmasına dönüşüyor. Roman, “yaz kızım” diye başlayan bir mahkeme kararıyla başlıyor ve “gereği düşünüldü” ile başlayan davanın sonuç kararıyla bitiyor. Mahkeme dilinin soğukluğunu, mektup ve günlüklerin hayat kokan sıcaklığı arada kesip nefes aldırsa da, insanın tüylerini diken diken yapan tehdit mektuplarının yarattığı gerilim, romanı sürükleyici bir okuma ritmine kavuşturuyor. Aslı Biçen’in mahkeme tutanakları, günlükler ve mektuplar arasında kurduğu denge, romanın sadece diline değil, kurgusuna da ne kadar özen gösterdiğinin bir kanıtı olsa gerek. Bahattin Perver’in fare zehiriyle öldürülmüş olması, sadece bir cinayet olarak belirmiyor romanda. Cinayete dair ipucu verip okuyacak olanların zevkini kaçırmamak için romanın konusuna değinmek doğru olmasa da, dava konusu olan Bahattin Perver’in ölümüyle, oğlu Cihan’ın işlemediği bir siyasi suç yüzünden cezaevine girip ölmesi arasında bir bağ olduğunu ve bu iki ölüm arasında gelişen olayların bazı sürpriz gelişmelerle cinayetin failini sürekli olarak görünmezleştirdiğini söylemek mümkün. Hatta dava sonuçlanmış bile olsa, okurun bu sonuçla yetinmeyip gerçek katilin kim olduğunu düşünmeye devam edeceği de kesin. Bu açıdan, sıradışı bir cinayet romanıyla karşı karşıya olduğumuzu ve Aslı Biçen’in klasik cinayet romanı kurgusunu tercih etmeyerek, cinayet romanı okumaktan hoşlananlara akıllarından kolay kolay çıkmayacak bir roman armağan ettiğini de söyleyebiliriz. Romanın bir başka başarısı da, yazarın mektup ve günlükleri yazarken kullandığı dil. Mektuplar ve günlüklerde, 12 Eylül atmosferi içinde yaşanmış bir aşkı ve o yıllara ait toplumsal panoramayı başarılı bir biçimde aktarıyor yazar. Özellikle romanın sahiciliğini arttıran detay zenginliği, yazarın incelikli bir araştırmadan sonra romanı yazdığının bir kanıtı. Sadece aşk ve tehdit mektupları da yok romanda. Özellikle Bahattin Perver’in cezaevindeki oğlu Cihan’a yazdığı ve yollamadığı mektuplar, romanın belki de en derinlikli ve insanın varoluşuna dair sayısız soruyu biriktirdiği yerler olmuş. Mektupların birisinde oğluna şöyle sesleniyor Bahattin Perver: “Şimdi içinde bulunduğun durum da senin hatan değil, hepimizin hatası, hepimizin.” Tüm yaşananları özetliyor sanki bu sözler… |