Asuman Kafaoğlu-Büke, “Sır dolu mektuplar”, Radikal Kitap Eki, 25 Kasım 2011
Her şeyde olduğu gibi edebiyatta da moda akımları oluyor. Bazı kurgu türleri daha çok seviliyor, bazıları ise unutuluyor. Örneğin 18. yüzyılın sevilen kurgu türlerinden mektup-roman, günümüzde seyrek karşımıza çıkıyor. Neyse ki klasik türleri gündeme getiren yazarlar da var. Daha çok çevirileriyle tanıdığımız Aslı Biçen yeni romanı Tehdit Mektupları’nı, mektup-roman türünün geleneksel özelliklerini koruyarak yazmış. Mektup-roman, sadece form olarak değil, içerik açısından da ortak özelliklere sahiptir. Klasik mektup-romanlarda yer alan ortak özelliklerden biri, duygu sahtekârlığıdır. Yüz yüze söylenemeyen gerçekler, nesillerdir gizlenmiş aile sırları, büyük yalanlar, aşk ve pişmanlıklar, mektup-romanların ortak konuları olmuştur. Türün en ünlü eserlerinden Tehlikeli İlişkiler ve Clarissa, aşk ihanetleri ve ikiyüzlülüklerle doludur. Aslında bir sürü klasik roman en can alıcı noktasına mektupları yerleştirerek kişisel bir boyut kazandırır kendisine, aklıma ‘Savaş ve Barış’ gibi örnekler geliyor bu konuda. Karakterlerin kendi ağızlarından neler yaşadıklarını ve neler hissettikleri yakınlarına anlatmaları, konuyu adeta kişiselleştirir. Aslı Biçen de romanında mektupların gizemli gücünü kullanıyor ve buna bir de 1980’lerin gerilimli siyasi ortamını katıyor.
Bozuk adalet sistemi
Roman, 1982 yılında yazılmış, bir cinayet soruşturmasının mahkeme kararı belgesiyle başlıyor. Bu belge romanın ilerleyen sayfalarında iyice anlam kazanıyor çünkü beş yıl kadar önce yazılmış mektuplarla geçmişe dönüyor anlatı. Bunlar, 1977 yılında Ankara’da yaşayan Cihan adındaki bir ODTÜ öğrencisinin nişanlısına yazdığı aşk mektupları. Cihan nişanlısına yazdığı mektuplarda sadece aşk ve özlemini değil, ev arkadaşı ve en yakın dostu Ali’nin hayatındaki önemli bazı olayları da aktarıyor. Ali’nin sol bir örgüte üye olmasıyla iki gencin hayatındaki dengeler bozulmaya başlıyor. Cihan, hiçbir şey gizlemeden Paris’te sanat okuyan nişanlısına Ankara’daki hayatını anlatıyor. Yazdıklarından kendisinin örgüt üyesi olmadığını ama ilerici düşünceleri paylaştığını anlıyoruz. Cihan’ın asıl derdi sevgilisi ile birlikte olmak ve gerçek anlamda özgür olmak. Ankara’nın bunaltıcı ortamından sıkıldığını ve uzaktaki sevgilisini hem özleyip hem de kıskandığını görüyoruz.
Mektuplar bir de çok değer verdiği babasını tanımamızı sağlıyor. Cihan’ın, çocukluğundan beri gelen kalp hastalığı yüzünden ona çok düşkün bir babası var. Küçük yaşta annesini kaybetmesi nedeniyle baba oğul ilişkisi iyice güçleniyor. Sol örgütlere katılmamasının bir nedeninin de babasını korumak olduğunu anlıyoruz, bunu sevgilisine mektubunda “sen zarar gördüğünde senden daha çok zarar göreceği için...” diye açıklıyor. Mektuplarda dikkatimizi çeken bir başka nokta, Cihan’ın hiçbir sırrını saklamadan sevgilisine anlatıyor olması. Genelde kız arkadaşlara anlatılmayan çocukluk cinsel deneyimlerine kadar sevgilisinden hiçbir şey saklamıyor. Romanda Cihan’ın nişanlısına yazdığı mektuplarından başka, bir savcının günlükleri, birkaç mahkeme belgesi ve bir de babasının Cihan’a yazdığı mektuplar yer alıyor. Ev arkadaşı Ali ile yakınlığı bahane edilerek, suçsuzluğuna rağmen Cihan’ın gözaltına alınması, işkence görmesi ve hapis yatması sürecinde babasının da nasıl acı çektiğini, o günlerde oğluna yazdığı (ama göndermediği) mektuplardan anlıyoruz. Mektuplar ve günlük toplu halde verilmesine rağmen, roman kronolojik çizgisini bozmuyor. Başka deyişle, Cihan’ın mektuplarının bittiği noktada savcının günlüğü başlıyor, ardından babasının Cihan’a yazdığı mektuplar ve en sonda da mahkeme belgeleri yer alıyor. Böylece bir karakterden diğerine geçildiği halde olaylar aynı çizgide akmaya devam ediyor. Ve her defasında yeni bir sır ortaya çıkıyor.
Kabil ile Habil’in bir çeşitlemesi
Romanın en etkileyici yanlarından biri 70’leri tüm gerçekliği ile anlatmayı başarmış olması. Yazarın 1970 doğumlu olduğunu görünce açıkçası şaşırdım, çünkü anlatıya sinmiş bir yaşanmışlık hissediliyor. Geri planda Ankara’nın hava kirliliği, sık sık kesilen elektrikler, uzun benzin kuyrukları romana gerçekçi bir fon hazırlıyor. O günlerin insanları neler hissederdi, nasıl yaşardı, ikiyüzlülüklerle birlikte veriliyor. “Özgürlükten dem vuranların kimin kiminle sevgili olacağına karar verdiğini görüyorsun, eşitlik diye ortalıkta gezinenlerin kadınları nasıl geri planda tuttuklarını...” Cihan kendini ve yakın çevresini eleştirebilen bir genç, onun gözünden 70’lerin sıcak politik olaylarına, güncel haberlerine bakmak hoş oluyor. Türkiye’nin can acıtan siyasi konularının hâlâ iyileşmediğini de görüyor böylece okur.
Tabii bu roman sadece 80 darbesine nasıl gelindiğini anlatan bir metin değil. Yukarda değindiğim gibi bu sağlam bir geri plan oluşturuyor. Aslında roman Kabil ile Habil’in bir çeşitlemesi; iyi ile kötünün, masum ile suçlunun karşılaşması. Buna ek olarak, ‘kötü’ rahat besleneceği, masum olanı kolayca yok edebileceği bir ortama sahip: kendine uygun ortam bulup çoğalan bir mikrop gibi. Başka deyişle, Türkiye’nin siyasi ortamı.
Romanın gizemini bozmamak için karakterlerden detaylı söz etmiyorum fakat Cihan, nişanlısı ve Ali, kendi ülkelerinde rahat yaşayamayan bir neslin örnekleri. Diğer yanda, onları merak ederek, onlara karşı suçluluk duyarak, bir zamanlar yaptıkları hataların kefaretini ödeyerek yaşayan anne ve babalar var. Roman boyunca gelişen birçok ilişkinin temelinde günahlar ve hatalar yatıyor. Evlilikler ve dostluklar suçluluk duygusuyla harmanlanıyor. Borçlu olan ile talep eden kişinin ilişkisi olarak görülebilir. Neredeyse tüm ilişkiler benzer bir kirden besleniyor.
Tehdit Mektupları hastalıklı toplumsal düzen kadar, hastalıklı kadın-erkek ilişkilerini de anlatıyor. Aslında hikâye 50’li yıllarda başlıyor. Yıllar boyunca gizli kalmış affedilmeyecek hatalar, yanlışlar ve kıskançlıklar sonunda ortaya dökülüyor. Mektup-roman, tür olarak, okura sinsice yazarın kişisel alanını girmiş hissi verir. Bir çeşit ihlal etme durumudur mektup okumak. Başkası için yazılmış bir metindir sonuçta okunan. Aslı Biçen türün bu özelliğini korumuş romanında. Yavaş yavaş açılan, çözülen gizemler yerleştirmiş satır aralarına. Yıllar içinde biriken yanlışlar ve sevgisiz ortamlar, bir sonraki yanlışı tetikliyorlar. Kimse masum değil ama kimse de tek suçlu değil.