Mine Egbatan, “Tehdit Mektupları”, 30 Kasım 2011, okuryatar.com
Çıt diye bitti roman. Bir roman çıt diye biter mi hiç? Sesi iliklerinde bile hissetmek. Çıt. Basit ama çok şey anlatan bir yansıma. Gerçek yaşamda karşılığı bir kalemin kırılmasına denk geliyor. Çıt. Ve roman bitiyor. Söz bitiyor, nefes kesiliyor.
Benim için roman bundan sonra başladı, başa dönüp tekrar okuma arzusu, arka fonda o çıt sesi, bir baba, bir çocuk, bir sevgili, bir savcı. Sağım solum önüm arkam sobe. Vicdanları sobelemek…
Adalet var mı? Varsa nerede? Ben neden göremiyorum, miyop olduğumdan mı yoksa adalet yalnızca bir yansıma mı? Özgürlük isterken yedi büyük günahtan birini mi işliyoruz? Lanetli özgürlük, sonun ölümle mi bitmeli hep?
Hastaydı çocuk, insanca yaşamaktı isteği, özgürce, mücadeleden kaçıyor olsa bile, bedenini işkenceden korumak için, peki ya aklı, dünyanın derdi, vicdanının işkencesi? Babası yardım edebilirdi, oğulsuz bir yaşam onun çürüyüp yok olması demekti. Savcı, hasta çocuğun ablasıymış. Mektupları sakladı, öfkesinden mi yoksa karşı tarafta kaldığı için mi çocuk? Hak ettiği cezayı almalı baş kaldırıyorsa, öyle değil mi?
Öldü çocuk, hastalıktan, dört duvar arasında, uçurtmaları göremeden, sevgilisini tekrar öpemeden, babasının hikâyesini dinleyemeden, özgür bir nefes alamadan öldü. Bardakta bulunan fare zehiri, babanın ölümü, savcı mı öldürdü çocuğun babasını? Alın işte size kanıt: Mektuplar.
Mahkeme salonu, savcı erimiş bitmiş, haksız yere ölen hasta çocuk yüreğini sıkıştırıyor. Yargılanmak istiyor hiç tanımadığı kardeşinin ölümüne yol açtığı için. Vicdanları sobelemek… Özgürlüğü karanlığa gömen o vicdan nasıl sobelenir? Zor. Çok zor. Savcı idam edilecek, hasta olan çocuğun babasını –kendi babasını– öldürmek suçundan. Çıt sesi. Kalem kırıldı. İliklerimde bile hissettim sesi mahkeme salonundaymışım gibi. Koca bir boşluk.
Mektuplar, böyle olmak zorunda mıydı? Özgür olsak ve ölüm yasak olsaydı. Bir roman hiç çıt sesi ile biter mi? Çıt diye bitti roman.