Birinci bölüm Aforoz’dan, s. 7-13.
Bu hakkı nereden alıyorum?
Katıksız güldürü öğesi.
Praksis nedir?
Bilim ile din arasında.
Histerik ve Freud'un arzusu.
Hanımlar, Beyler, Ecole pratique des Hautes Etudes'ün(1) altıncı şubesi tarafından bana ayrılan konferanslar dizisinde sizlere psikanalizin temellerinden bahsedeceğim.
Bugün sadece bu başlığa nasıl bir anlam vermek istediğimi ve bu anlamı nasıl aktarmayı ümit ettiğimi ifade etmek istiyorum.
Ancak öncelikle kendimi takdim etmeliyim (her ne kadar hepiniz olmasa da çoğunuz beni tanıyor olsanız bile) çünkü içinde bulunduğumuz durum düşünüldüğünde, konuya girmeden önce şu soruyu sormak yerinde olur gibi geliyor bana: Bu konuda konuşma hakkını nereden alıyorum?
Burada sizin karşınızda bu konuda konuşma hakkını, yetkisini, söylenene bakılırsa, on yıl boyunca psikanalistlere hitaben seminer adı verilen çalışmayı yapmış olmamdan alıyorum. Bazılarınızın bildiği gibi, psikanaliz cemiyeti olarak anılan kurum içinde, dahası bana tam da böyle bir seminer yapma görevini vermiş olan kurum içinde meydana gelen olaylardan dolayı, hakikaten hayatımı adamış olduğum bu görevden çekildim.
Bu konudaki ehliyetimin aynı görevi başka yerde ifa etmeme mani olacak şekilde tartışılır hale gelmediği de iddia edilebilir. Ben gene de bu soruyu şimdilik askıya alıyorum. Eğer bugün verdiğim eğitimi —şu kadarını söyleyeyim— sürdürme imkânına sahipsem, yeni bir evre gibi görünen bu dönemi başlatmadan önce, Hautes Etudes'ün bana bu görevi veren bölümünün başkanı Sayın Fernand Braudel'e teşekkürü borç bildiğimi söylemekle işe başlamalıyım. Sayın Braudel'in bir manisi vardı, bu yüzden kendisine saygılarımı sunduğum şu anda burada bulunamayacağını üzülerek bildirdi; verdiğim eğitim yüzünden içine düşmüş bulunduğum tatsız duruma sırf sesim kesilmesin diye, bu şekilde çare olmakla gösterdiği asaleti de saygıyla anıyorum — ki aslında bu eğitimin sadece tarzını ve ününü duymuşluğu vardır, o kadar. Benim durumumdaki birine, bir mülteciye kucak açıldığında en uygun düşen söz, asalet gerçekten de.
Kendisinin derhal imdadıma koşmasında, dostum Claude Lévi-Strauss'un uyarısının payı var; ki bu dostumu da bugün burada görmekten dolayı çok mutluyum. Onun çalışmasıyla alışveriş içinde gelişen çalışmama gösterdiği dikkatin benim için ne kadar değerli olduğunu kendisi çok iyi bilir.
Ayrıca yakınlığını esirgemeyen herkese, özellikle de Ecole normale supérieure(2) müdürü Sayın Robert Flacelière'e teşekkür ederim; bu salonu Ecole des Hautes Etudes'ün emrine verdi ve onun sayesinde hepinizi ağırlayabilecek genişlikte bir yere sahip olduk. Burada böyle kalabalık bir şekilde bulunduğunuz için sizlere de yürekten teşekkür ediyorum.
Bu bahsettiklerim işin esasını ve bu kelimenin Fransızcada mekâna dair olan anlamında, hatta askeri anlamında, verdiğim eğitimin üssünü ifade ediyor.(3) Şimdi asıl konuya, yani psikanalizin temellerine geliyorum.
Psikanalizin temelleri deyince, seminerim daha başından itibaren bu temellere, deyim yerindeyse, ortak olmuştu. Bizzat praksisin parçası olduğuna göre, psikanalizin kurulmasına somut olarak katkıda bulunduğuna, bu praksisin içinde olduğuna, bu praksisin parçası olan bir öğeye, psikanalist yetiştirmeye yönelik olduğuna göre, psikanalizin de bir öğesiydi.
Bir süre önce, psikanalizin ne olduğuna dair ironik —ve belki idareten, ama içine düştüğüm sıkıntılı duruma göre hiç yoktan iyidir denebilecek— bir kıstas tanımlayabilmiştim, o da şu: Psikanaliz bir psikanalist tarafından verilen tedavidir. Bugün burada bulunan Henri Ey, söz konusu makaleyi hatırlayacaktır, çünkü onun yönettiği ansiklopedide yayımlanmıştı. Kendisi de burada olduğuna göre sözü geçen makalenin sözü geçen ansiklopediden çıkartılması için nasıl canla başla uğraşıldığını söylemem daha kolay olacak; öyle ki onun bile, ki bana karşı ne kadar sıcak duygular beslediğini herkes bilir, tam da psikanalistlerden oluşan yönetim komitesi tarafından planlanmış bu operasyonu durdurmaya gücü yetmedi. Bu makale bazı metinlerimden oluşan bir derleme içinde yayımlanacak, sanırım okuyunca güncelliğini kaybedip kaybetmediğini değerlendirebilirsiniz. Ben kaybettiğine inanmıyorum, hele ki orada ele aldığım tüm sorular, burada karşınızda kurcaladığım sorularla aynıyken; benim burada bulunmamdan, içinde bulunduğum durumdan dolayı gene gündeme gelerek hâlâ aynı soruyu sormama neden oluyorlar: Psikanaliz nedir?
Kuşkusuz epeyce muğlak bir konu; bu soru ise hâlâ —bahsettiğim makalede belirttiğim kelimeyle— yarasavari bir soru olmaya devam ediyor. O vakitler soruyu gün ışığında incelemeyi önermiştim, bugün de hangi noktadan tekrarlamam gerekirse gereksin, size gene aynı öneriyle gelmek istiyorum.
Sorunu yeniden ele aldığım yer aslında değişmiş olan, artık tam anlamıyla içerisi olmayan, dışarıda olup olmadığını ise bilmediğimiz bir yerdir.
Bu hatırlatmam "Böyle de bir anım var" bâbından değil. Zaten bu yüzden şu olgu'ya işaret ettiğimde, bunun bir anı ya da katiyen bir polemik olmadığını göreceğinizi düşünüyorum: Benim verdiğim, eğitim olduğu belirtilen seminerler, Uluslararası Psikanaliz Birliği adını taşıyan uluslararası bir örgütlenmenin yönetim kurulu adını taşıyan birimi tarafından hiç de sıradan olmayan bir sansüre tabi tutulmuştur; bu yapılan, eğitimin yasaklanmasından başka bir şey değildir — ama birine psikanalist ehliyetinin verilmesi bakımından bu sansürün bir anlam ifade etmediği kabul edilmelidir, aynı şekilde söz konusu yasağın, bağlı bulunduğum psikanaliz cemiyetinin uluslararası kuruma üyeliğinin şartı sayılmasının da anlamsız olduğu kabul edilmelidir.
Bu kadarla kalmıyor. Cemiyetin üyeliğinin ancak, benim verdiğim eğitimin bir daha asla bu cemiyet bünyesindeki psikanaliz eğitiminde resmen yer almayacağına dair güvence verildiği takdirde kabul edileceği de ifade edildi.
Dolayısıyla burada bana yapılan, başka bir kurumda büyük aforoz adı verilen cezaya benzetilebilir. Aforoz bile, terimin kullanıldığı yerlerde hiçbir zaman geri dönüşü imkânsız kılacak şekilde ifade edilmemiştir.
Bu haliyle var olduğu tek yer, sinagog gibi manidar, simgesel bir kelimeyle(4) gösterilen dinsel cemaattir ve Spinoza da aynen böyle aforoza uğramıştır. 27 Temmuz 1656'da —Freud'un doğumunun iki yüz yıl öncesine denk düşen ilginç bir tarih— Spinoza herem cezasına çarptırılır, Katoliklerin büyük aforozuna denk düşen bir aforozdur bu; bir süre sonra da kararın dönüşü olmadığını ekleyen şammata cezası alır.
Gene burada da eğretileme oyunlarına giriştiğimi düşünmeyin, katedeceğimiz alanın uzunluğu ve ciddiyeti karşısında bunlar çocukça kaçar. Benim inancıma göre —ve sizin de göreceğiniz gibi— sadece uyandırdığı yankılar bakımından değil, ima ettiği yapı nedeniyle de, bahsettiğimiz bu olay psikanaliz praksisine dair sorgulamamızın kaynağında yer alan bir öğeyi de beraberinde getiriyor.
Psikanaliz camiasının bir nevi Kilise olduğunu söylemeye çalışmıyorum — her ne kadar bunu söylemek imkânsız olmasa da. Gene de ister istemez psikanalizde neyin dinsel uygulamayı çağrıştıracak nitelikte olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Ama bugün ileri süreceğim her şeyi ileride kullanacak olmasaydık, burnumuza rezalet kokuları getiren birçok yönü olmasına rağmen bu olguyu hiç vurgulamazdım.
Bu demek değildir ki bu tür durumları umursamayan biriyim. Bunun benim için ve aynı şekilde demin adını vermekte tereddüt etmediğim, bu davanın savunucusu olan kişi için, hatta ondan önceki için de komik denecek, gülünecek bir yanı olmadığını bilmelisiniz. Ancak yeri gelmişken söyleyeyim, bütün bu olan bitenin içinde muazzam boyutta bir komiklik yine de gözümden kaçmadı. Aforoz olarak ifade ettiğim olaylarla ilgili değil bu. Daha çok, iki yıl boyunca içinde kaldığım durumla; meslektaşım, hatta öğrencim konumunda olan kişiler tarafından pazarlık konusu edildiğimi bilmemle ilgili.
Zira bütün mesele, benim verdiğim psikanaliz eğitiminin geçerliliği konusunda verilecek tavizler ile psikanaliz cemiyetinin uluslararası ehliyetine kavuşması arasında nasıl bir denge tutturulacağıydı. İnsanın başına gelince, tam anlamıyla komik olarak değerlendirebileceği şeyin de bu olduğunu söylemeden geçmek istemem — ileride buna döneceğiz.
Bana kalırsa bunu ancak bir psikanalist tam anlamıyla anlayabilir.
İnsanlık onuru ve İnsan Haklarıyla ilgili bir sürü lafıgüzafın tersine, insan dediğimiz öznelerden birinin pazarlık konusu edilmesi kuşkusuz ender rastlanan bir durum değildir. Herkes, her an ve her seviyede pazarlık konusu olabilir; nitekim toplumsal yapıya dair biraz ciddi bir fikir edinmemizi sağlayan şey takastır. Sözü geçen takas bireylerin, yani toplumsal dayanakların takasıdır; bunlara aynı zamanda özne denir ve özerk olma kutsal hakkına sahip oldukları düşünülür. Siyasetin pazarlıktan ibaret olduğunu herkes bilir; siyasette yurttaş denen aynı öznelerin yüz binlercesi toptan, paketler halinde takas edilir. Dolayısıyla bu bakımdan ortada istisnai bir durum yoktu; bir farkla, demin meslektaşlarım, hatta öğrencilerim dediğim kişiler tarafından pazarlığa tabi tutulmak, dışarıdan bakıldığında bazen başka bir adla anılabilir.
Ancak efendi/hoca konumunda olduğunda bile öznenin hakikati kendinde değil, analizin gösterdiği gibi, üstü örtülü bir nesnede yattığı içindir ki bu nesnenin gün ışığına çıkarılması tam anlamıyla katıksız bir güldürü öğesidir.
İşin bu boyutuna dikkat çekmenin tam sırası olduğunu düşünüyorum, özellikle de bulunduğum noktada buna tanıklık edebilecek durumda olmamdan dolayı, çünkü ne de olsa dışarıdan bakan birinin gözünde bu bahsettiğim belki gereksiz bir ihtiyat, sahte bir tevazu konusu olabilirdi. İçeriden size diyebilirim ki, bu tamamen meşru bir boyuttur, analitik bakış açısıyla yaşanabilir, hatta bu boyutun farkına vardığınız andan itibaren, analitik bakış açısını da aşacak şekilde —yani mizahi açıdan— deneyimlenebilir, ki bu noktada mizah güldürü öğesinin görülüp kabul edilmesidir.
Bu saptama psikanalizin temellerine dair getirdiğim görüşlerin alanı dışında düşünülmemelidir, zira temel'in birden fazla anlamı mevcuttur; hatta temel'in Kabala'da ilahi varlığın dışavurum tarzlarından biri olduğunu hatırlatmaya gerek bile yok — ki bu düzlemde söz konusu tarz, pudendum 5 ile sıkı sıkıya özdeşleştirilmiştir. Analitik bir konuşmada gelip pudendum'a dayanmamız hakikaten olağanüstü olur. Bu noktada temeller hiç kuşkusuz belden aşağısı biçimini alır, fakat zaten bu aşağı kısımlar bir miktar açıktadır.
Dışarıdan bakanlar bu pazarlıklara benim analiz etmiş, hatta etmekte olduğum bazı kişilerin gayet ısrarla katılmasına şaşabilirler. Ve şunu sorabilirler: Ya analiz ettiklerinizin sizinle ilişkisinde, işi analizin değerini sorgulamaya vardıran anlaşmazlıklar var ya da böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Evet ya, biz de rezalet addedilebilecek bir konudan hareketle eğitim analizi denen şeyin —bütün psikanaliz yayınlarında tamamen karanlıkta bırakılan bu praksisin ya da praksisin bu evresinin— ne olduğunu daha net kavrayabilir ve eğitim analizinin amacına, sınır ve sonuçlarına ışık tutabiliriz.
Bu artık bir pudendum meselesi değildir. Psikanalizden ne bekleyebileceğimiz, ne beklememiz gerektiği ve neyin ayak bağı, hatta fiyasko kabul edileceği meselesidir.
Bu yüzden lafı hiç evirip çevirmeden, anahatlarını ve muhtemel kullanımını daha açık görebilmeniz umuduyla —şimdi söyleyeceklerimin daha en başından, şu soruyu sormaya hazırlanırken— meseleyi olgu olarak, bir nesne gibi önünüze koymam gerektiğini düşündüm: Psikanalizin —kelimenin geniş anlamıyla— temelleri nelerdir? Yani, psikanalizi praksis olarak kuran, temellendiren şey nedir?
...
Notlar
(1) Ecole pratique des Hautes Etudes (Uygulamalı Yüksek Öğrenim Okulu): Fransa'nın önde gelen yüksek öğrenim ve araştırma kurumlarından biri. Günümüzde üç kısım ve üç enstitüden oluşmaktadır. Metinde bahsi geçen altıncı şube 1975 yılında kurumdan ayrılarak Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales'e (Sosyal Bilimler Yüksek Öğrenim Okulu'na) dönüştürülmüştür. –ç.n. Yukarı
(2) Fransa'nın köklü ve saygın yüksek öğrenim kurumlarından biri. Pek çok büyük filozof, yazar, bilim, devlet ve din adamı bu okuldan yetişmiştir. –ç.n. Yukarı
(3) Özgün metinde kullanılan kelime: base. –ç.n. Yukarı
* Sinagog kelimesinin kökü olan sunagôgê, Yunancada "bir araya gelme, toplanma, meclis" demek. –ç.n.
(4) Lat. "edep yeri, mahrem". –ç.n. Yukarı