Dönüş’ten, s. 116-118.
Bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber: Ölümden sonra hayat (ya da benzer bir şey) var. Kötü haber: Jean-Claude Villeneuve bir ölüsevici.
Ölüm beni Paris'te bir diskotekte sabaha karşı dörtte buldu. Doktorum beni uyarmıştı ama akıl her zaman üstün gelmiyor. En tehlikeli tutkularımın dans ve içki olmadığına inanmıştım, yanılmışım (bundan hâlâ pişmanlık duyarım). Ayrıca, FRACSA'daki rutin meşguliyetim, işimde ve insanların çok kullandıkları bir deyimle iç dünyamda bulamadığım o şeyi, aşırılığın verdiği doyumu, her gece Paris'in o günlerde moda olan eğlence merkezlerinde aramama neden oluyordu.
Ama bundan söz etmemeyi, ya da bu konulara mümkün olduğu kadar az değinmeyi yeğliyorum. Kısa bir süre önce boşanmıştım, otuz dört yaşındaydım, ölümüm birden gerçekleşti. Ne olduğunu anlayamadım bile. Kalbimde bir anlık bir sancı, hayallerimin kadını Cecile Lamballe'nin sakin yüzü ve dans pisti, pistteki insanları ve gölgeleri yutarcasına çılgınca dönmeye başladı ve bir an her şey karardı.
Sonrası tıpkı bazı filmlerde görüldüğü gibi oldu, bu noktada bazı açıklamalar yapmak istiyorum.
Hayattayken öyle akıllı, parlak biri değildim. Hâlâ değilim (gerçi son zamanlarda epey düzeldim). Akıllı derken düşünerek hareket eden demek istiyorum. Ama belli bir girişkenliğim ve zevkim var elbette. Demek istediğim, kaba saba biri değilim. Nesnel olarak söylemek gerekirse, kaba insanlardan her zaman uzak durmuşumdur. Doğru, işletme okudum, ama bu zaman zaman iyi bir roman okumama, arada bir tiyatroya gitmeme, ortalama insanlardan daha sık iyi filmlere gitmeme engel olmadı. Bazı filmleri karımın zoruyla seyrettim, ama öteki filmleri görmeye tam bir sinemasever olduğum için gittim.
Birçokları gibi ben de Hayalet'i görmeye gittim, bilmem anımsıyor musunuz, gişe yapan bir film, Demi Moore ve Whoopi Goldberg'in oynadığı, hani Patrick Swayze'yi öldürüp, Manhattan'ın bir sokağına atıyorlar, galiba bir çıkmaz sokaktı, her halükârda pis bir sokak. Patrick Swayze'nin ruhu bedeninden ayrılıyor, müthiş bir efekt gösterisiyle (özellikle o günler için) şaşkın şaşkın cesedini seyrediyor. Yani, bu bana (özel efektler dışında) aptalca gelmişti. Tam Amerikan sinemasına layık kolay bir çözüm yolu, yüzeysel ve inandırıcı değil.
Ama sıra bana gelince, tam da böyle oldu. Dondum kaldım. Öncelikle, öldüğüm için, çünkü sanırım bazı intihar olayları dışında, ölüm beklenmedik bir durum. İkincisi istemeyerek Hayalet'in en kötü sahnelerinden birini tekrarladığım için. Deneyimlerim, daha birçok şey arasında bana şunu düşündürüyor: Kuzey Amerikalıların çocuksu saflığı ardında biz Avrupalıların anlayamadığımız, ya da anlamak istemediğimiz bir şey var. Ama öldükten sonra bunu düşünmedim. Öldükten sonra keyifle kahkahalar atabilirdim.
İnsan her şeye alışıyor, ayrıca öldüğüm gecenin ertesinde, sabah başım dönüyordu, ya da sarhoştum, ama alkol aldığım için değil, içki içmemiştim, daha çok alkolsüz birayla karışık ananas suyu içmiştim. Ölmüş olmak, ölmüş olmanın korkusu, beni nelerin beklediğini bilmemek döndürüyordu başımı. İnsan ölünce, gerçek dünya biraz kayıyor, işte bu döndürüyor insanın başını. Sanki bir anda gözlüğünün numarası değişmiş gibi oluyor, sanki her zaman kullandığın camlardan fazla değil derecesi ama sanki farklı camlar. Ve işin kötü yanı, yanlış gözlük takmadığını, gözündeki gözlüğün kendi gözlüğün olduğunu biliyorsun. Ve gerçek dünya sanki biraz sağa, biraz aşağıya kayıyor, seni belli bir nesneden ayıran mesafe belli belirsiz değişiyor, ve bu değişikliği insan bir uçurummuş gibi algılıyor, ve bu uçurum senin başını döndürüyor, ama umursamıyorsun.
İnsanın içinden ağlamak geliyor, dua etmek geliyor. Hayalet olmanın ilk anları insana sanki bir nakavtın eli kulağındaymış duygusu veriyor. Kendini yok olmakta olan bir ringde yumruk yemiş bir boksör gibi hissediyorsun. Ama sonra sakinleşiyorsun, ve genellikle yakınlarını, sevgilini, arkadaşlarını, ya da ölü bedenini izliyorsun.
O gece ben Cecile Lamballe'leydim, hayallerimin kadını, öldüğümde onunlaydım, ölmeden önce onu gördüm, ama ruhum bedenimden ayrılınca artık onu görmez oldum. Ölümüm hatırı sayılır bir sürpriz, koskocaman bir düş kırıklığı oldu. Özellikle de şimdi düşününce, çünkü o anda pişman olacak zaman olmadı. Orada öylece, gülünç bir biçimde yere serilmiş bedenime bakıyordum, sanki dansın orta yerinde kalp krizi beni harap etmişti, sanki kalp krizinden ölmemişim de kendimi bir gökdelenin tepesinden atmışım gibi.
...