A. Ömer Türkeş, “Asıl felaket sonsuz düşüştür”, Radikal Kitap Eki, 25 Aralık 2010
Alman edebiyatının genç kuşağının en parlak yazarlarından Juli Zeh’in ikinci –Türkçeye çevrilen üçüncü– romanı Serbest Düşüş’ünü okuyup bitirdiğimde “tuhaf” diye düşündüm. Roman kahramanlarıyla, rastlantılarla ilerleyen olaylarıyla, istemeden işlenen cinayeti, cinayeti soruşturan dedektifleri, felsefi tartışmaları ve okuyucuyu daha “önsöz”ünde yakalayan üslubuyla şaşırtıcıydı. Kartallar ve Melekler (2005) ile Oyun Dürtüsü (2007) romanlarında üzerinde durduğu meseleleri Serbest Düşüş’te bambaşka bir kurguyla işlemişti Juli Zeh. Hikâyeye asıl lezzet katanı ise hiç şüphesiz müzikal diliydi.
Romana hikâyesini özetleyen bir önsözle giriyoruz: “Her şeyi duymadık ama çoğu şeyi gördük, çünkü bizden biri her zaman oradaydı. Ölesiye baş ağrısı çeken, fizik teorilerini seven ve tesadüfe inanmayan bir komiser son davasını çözüyor. Bir çocuk kaçırılıyor ama kaçırıldığını bilmiyor. Bir doktor, yapmaması gereken bir şeyi yapıyor. Bir adam ölüyor, iki fizikçi kavga ediyor, bir komiser yardımcısı da âşık. Sonunda her şey komiserin düşündüğünden farklı –yine de tam da onun düşündüğü gibi– çıkıyor. İnsanoğlunu düşünceleri partisyonken hayatı çarpık bir melodidir. Bizce aşağı yukarı böyle olup bitti olay.”
Herhalde “tuhaf” vurgusunda artık hepimiz mutabıkız. Asıl tuhaf olan, önsözdeki ifadelerin hikâyeyi gerçekten de çok iyi özetlemesi. Ama daha iyi anlaşılabilmesi için özeti biraz genişletmek, olayları da bir sıraya sokmak gerekli.
Kavga eden iki fizikçi, Oscar ve Sebastian. Oscar hırslı, iddialı, karizmatik ve pratik. Sebastian, Oscar’dan ve bilime adanmışlıktan evlenince kopmuş. Güzel karısı Maike ve küçük oğlu Liam ile mutlu bir hayat sürüyor. Arkadaşlıkları çocukluk dönemine uzanan bu ünlü fizikçi arasındaki adı konmamış ama hiç eksilmemiş çekişmenin doğurduğu felaketin hikâyesini okuyoruz. ‘Sebest Düşüş’ bilim temelli felsefi soruların polisiye kurguyla yanıtlandığı bir roman. Aslında yanıtlanamadığı demeliyim; çünkü gerçek hayatta sorunun bir tek yanıtı, olayları açıklayacak doğru kavramları yok. Zaten “doğru kavramları olsaydı insanın, insanın ellerini kirletmeden her şeye dokunabileceği lastik eldiven gibi kavramları, hayat belki de bir sirk çadırıydı”...
Quantum fiziğinden yola çıkıp dünyayı çoklu dünyalar felsefesiyle açıklamaya çalışan Sebastian’ın kavramları da içine düştüğü durumdan kurtulmasına yetmeyecek ve güzel karısı, sevimli oğlu ile mutlu bir hayat süren Sebastian ani bir şokla sarsılacaktır. Oğlu kaçırılmış, oğlunu geri alabilmesi için adı bir hastahane skandalına karışan bir doktoru öldürmesi istenmiştir. Hedef gösterilen doktor Dabbeling’in karısının yakın arkadaşı olması Sebastian’ı daha da çaresiz kılacak, ama ailesini korumak için cinayet işlemekten çekinmeyecektir. Mutluluğun sonu...
99 sayfalık üç bölümde gelişen cinayet safhasının anlatımı tamamlandığında yeni kişiler –dedektifler– eklenir hikâyeye. Rita ve yardımcısı Schnurpfeil olayı soruşturmada yetersiz kaldıklarında deneyimli bir isim çağrılıyor yardıma; dedektif Schlif. Romanın bundan sonrasında sahne Schlif’indir artık. Beynindeki tümör nedeniyle şiddetli baş ağrıları çeken Schliff, son vakası olarak gördüğü bu cinayeti daha ilk adımda çözecek, ancak adaleti tesis etmek için nedensellik bağlantısını kurması gerekecektir. Öncelikle Sebastian ve Oscar arasındaki gerilimi anlamak zorundadır...
Böylelikle bir cinayet vakası soruşturmasından insan ruhu ve düşüncesinin sorgulamasına geçmiş anlatı. Schlif hem şüphelileri hem geçip giden ömrünü, daha doğru bir deyişle hayatın anlamını sorguluyor.
Cinayetin ve felsefenin ötesinde
Katil, maktul, cinayet, dedektif ve soruşturma gibi kelimeler –kişisel ilgilerim de göz önüne alındığında– Serbest Düşüş’ün bir polisiye roman olduğu önyargısı yaratabilir. Quantum fiziği ve felsefesi kelimelerine takılarak felsefi bir roman okuyacağınız beklentisine de kapılmayın. Aşk ve tutku da romanı türleştirecek ölçüde yoğun değil. Serbest Düşüş, bunların ve yenisiyle eskisiyle pek çok anlatı tarzının toplamından müteşekkil melez bir roman. Zeh’in dili ve kurgusu sayesinde kusursuz bir melezlenme olmuş.
Boşluklarla dolu bir cinayet vakası. Sona gelindiğinde başa döndüren ve okuyucudan boşlukları doldurması beklenen bir kurgu. Mesela, çocuğunun kaçırıldığını bildiren telefondaki şahsın söylediklerini yorumlayışındaki abartı üzerine yeni bir Sebastian portresi çizebilirsiniz. Schliff de boşluklara uğraşıyor. Ama en büyük boşluk yaklaşan ölümdür. İşte bu nedenle romanın en trajik kişisi haline gelen Schliff, arayışlarıyla gerçek bir karaktere dönüşmüş. Suçun cezasını vermeyi değil adaleti tesis etmeye uğraşan bir dedektif, Zeh’in hukuk felsefesine pratik bir açılımı.
Önsözde “insanoğlunu düşünceleri partisyonken hayatı çarpık bir melodidir” demişti Zeh. Üslubuyla da partisyonlardan oluşan o çarpık melodiyi yakalamak istiyor. Yakalıyor ve dinletiyor. İşte cinayetin ardından Sebastian’ın hissettikleri: “Sonrası sessizlik. Yeni güne bir şey düşüp hızla battı; eşmerkezli dalgalar dağıldı; dümdüz, yansıyarak ve sızdırmaz yatıyor zaman yü zeyi sabah aydınlığında. Kuşların filarmoni orkestrası kesilen konse rine kayıtsızca devam ediyor. Sebastian yukarı bakıyor. Işığın rengi değişmemiş, hafif bir rüzgâr yaprakların arasında esiyor her zamanki haliyle. İşte böyle, böyle basit bir biçimde bir insan dünyadan yok oluyor, ağaçlardan bir kapı, biraz gürültü patırtı ve hemen ardından her şey eskisi gibi. Neredeyse eğlenceliydi, hani pek uğraşmadan bü yük bir etki yaratan şeylerin eğlenceli olması gibi. İyi ki söz konusu olan Dabbeling’di, ondan daha sevimli biri değildi. Bütün bu iş birin ci sınıf bir fikirdi, diye düşünüyor Sebastian ve bu düşünce boğazını öylesine sıkıyor ki öne eğilmiş halde kusmayı bekliyor.”
Özellikle zamanın doğası üzerine yoğunlaşan felsefi tartışmaların bir iki bölümde uzun diyaloglarla verilmesi dışında felsefi söyleme yer vermiyor Zeh. Quantum felsefini tartışmaya açmak, kavramları açıklamaya çalışmakla da ilgilenmiyor. Zeh, bir romancının üzerine düşeni yaparak bu kavramlarla boğuşan bilim adamlarının duygu, düşünce ve eylemleri arasındaki ilişkilere, onların bireysel dramlarına yöneliyor. Dedektiflerin soruşturmasına bakışı da aynı ilgiden kaynaklanmış. Okuyucunun gözleri önünde işlenen cinayeti dedektiflerin çözme süreci hikâyeye heyecan katmaktan ziyade dedektiflerin hayat hikâyelerine yakınlaşmak isteğinden. Ve bu roman kişileriyle yarattığı çoklu dünyalarla kendi felsefesini yapıyor Zeh. Eleştirel olduğu kesin. Yer yer aydınlanan karanlık bir dünya kurmuş. Mütehzi ama alaycı değil, karamsar ama tümüyle umutsuz da değil. Romanın her yerine serpiştirilmiş hedefini bulan keskin cümleler ve ifadeler altı çizilecek derinlikte.