Açılış Bölümü, s. 5-13
O sabah giyinirken raporumda bulmak isteyecekleri şeyleri geçirdim aklımdan; uzun uzadıya istatistikler, kaçamak açıklamalar ve abartılar... Çalıştığım bölüm –Prodüksiyon– hastalıklar ve istifalar silsilesiyle hayli sarsılmıştı; insanlar olmayınca işler de yürümüyor tabii. Ama yönetim kurulu için bu bir mazeret değildi.
Yüzümü kıl dökücü sabunla sabunlayıp temiz su musluğundan akan damla damla suyla duruladım. İsraf tabii, ama vergimi ödüyorum; hem tuzlu su hep yüzümü kaşındırır. Yağlı kıl diplerinin sonuncusu da tam temize havale olmak üzereyken musluktan akan damlalar kesildi ve arkası gelmedi. Bir küfür savurup durulama faslını tuzlu suyla bitirdim. Son zamanlarda hep böyle oluyordu; kimilerine göre Dokmuz sabotajcılarının işiydi bu. New York Sular İdaresi'ne sadakat taraması yapmak üzere baskınlar düzenleniyordu ama bugüne kadar yapılanlar hiçbir işe yaramamıştı.
Tıraş aynasının üzerindeki ekrandan geçen sabah haberlerine bir an gözüm takıldı... Başkanın dün geceki konuşması, sonra kısa başlıklar: Arizona çölünde Venüs füzesiyle ilgili oturma eylemi ve Panama'da ayaklanma... Ses bandından çeyrek saat sinyali duyulunca düğmeyi kapattım.
Galiba yine geç kalacaktım. Tabii bu da yönetim kurulunun kızgınlığını dindirmeyecekti.
Üstüme temiz bir gömlek geçirmek yerine dünkünü giymek ve kahvaltıdan kalan pisliğin ılınıp masada yapış yapış durmasına aldırış etmemekle beş dakika daha kazandım. Ama kazandığım o beş dakikayı Kathy'i aramakla geçirip aynen harcadım. Kathy telefonu açmadı ve ben de işe geç kaldım.
Allahtan ve ilk defaya mahsus olarak Fowler Schocken da geç kalmıştı.
Haftalık yönetim kurulu toplantısını, normal iş gününün başlamasından on beş dakika önce yapmak Fowler'ın âdetiydi. Bu âdet, çalışanları ve daktiloları diken üstünde tutmaya yarıyordu, Fowler'a göre ise bunun dert edilecek bir yanı yoktu. O zaten her sabahını işte geçirir ve "sabah" onun için güneşin doğuşuyla başlar.
Bugün ise toplantı öncesinde masamdan sekreterimin hazırladığı özeti alacak kadar zamanım oldu. Fowler Schocken geciktiği için resmi bir ifadeyle özür dileyerek içeri girdiğinde ben çoktan masanın ucunda yerimi almış, oldukça rahatlamış ve bir Fowler Schocken A.Ş. mensubunun olabileceği kadar kendimden emin bir havayla oturuyordum.
"Günaydın," dedi Fowler ve on bir kişiden aynı anda o her zamanki budalaca uğultu yükseldi. Fowler yerine oturmadan yaklaşık bir buçuk dakika kadar bizleri bir baba edasıyla süzdü. Sonra Xanadu'ya gelen günübirlikçi bir turist gibi dikkatle ve keyifle gözlerini odada gezdirdi.
"Toplantı odamızı düşünüyordum," demesiyle birlikte hepimiz etrafımıza bakındık. Oda büyük değil, küçük de değil; üçe dört metre vardır. Havadar, aydınlık ve görkemli döşenmiş bir oda. Havalandırma aletleri oymalı bordürlerin arkasına zekice gizlenmiş; zemine kalın ve yumuşak bir halı döşeli; her mobilya parçası tepeden tırnağa otantik tarzda, usta işi ve cins ağaçtan yapılma.
Fowler Schocken, "Arkadaşlar, güzel bir toplantı odamız var," dedi, "Eh, Fowler Schocken A.Ş. şehrin en büyük reklam ajansı. Bize de böylesi yaraşır. Yılda ortalıktaki herkesten bir milyon dolar daha fazla ciro yapıyoruz. Ve..." gözlerini hepimizin üzerinde gezdirerek devam etti, "sanırım hepiniz, bunun kayda değer bir rakam olduğunda hemfikirsiniz. Aramızda iki odalı bir evden daha ufak bir yerde oturan biri olduğunu sanmıyorum." Gözleri parlayarak bana baktı. "Bekârların bile. Kendi adıma ben halimden memnunum. Yazlığım Long Island'daki en büyük parklardan birine bakıyor. Yıllardır taze et dışında protein almadım. Şöyle bir tur atayım dediğimde Cadillac'ıma biniyorum. Karın tokluğuna çalıştığım da söylenemez. Bu hepiniz için geçerli sanırım. Öyle değil mi?" Pazar Araştırması Müdürü'nün eli havaya fırladı, Fowler bakışlarını ona yöneltti, "Efendim, Matthew?"
Matt Runstead kime yaltaklanacağını gayet iyi bilir. Saldırgan gözlerle masanın etrafındakilere baktı. "Mr. Schocken'la yüzde yüz aynı fikirde olduğumu belirtmek isterim!" diye kestirip attı.
Fowler Schocken başını öne eğdi. "Teşekkür ederim, Mat-thew." Bunu söylerken samimiydi. Sözlerine devam etmeden önce bir an sessiz kaldı. "Hepimiz bizi bu noktaya getirenin ne olduğunu biliyoruz. Hakiki Yıldızdelen işini, Hindüstri'yi nasıl hayata geçirdiğimizi hatırlıyoruz. İlk küresel tröst. Koskoca kıta parçasını tek bir imalat kompleksi haline getirmek. Schocken A.Ş. her ikisinde de öncülük yaptı. Akıntıya göre hareket ettiğimiz söylenemez. Neyse bunlar geçmişte kaldı.
"Arkadaşlar! Bir şeyi öğrenmek istiyorum. İçinizden geldiği gibi konuşabilirsiniz. Gevşemeye mi başladık?" Havaya kalkan el kalabalığına aldırmadan yavaş yavaş her birimizin yüzüne soran gözlerle baktı. Vallahi benim elim de havadaydı. Bir süre sonra Fowler sağında oturan adama eliyle işaret ederek, "Önce sen konuş Ben," dedi.
Ben Winston ayağa kalktı, bariton bir sesle konuştu: "Endüstri Antropolojisi açısından bakarsak kesinlikle hayır! Bugünkü ilerleme raporuna kulak verin, gerçi öğle bülteninde duyacaksınız ama ben şimdiden özetleyeyim: Gece yarısı endekslerine göre Mississippi'nin doğu yakasındaki bütün ilkokullar artık beslenme saati programı için bizim verdiğimiz paketleme önerisini kullanıyorlar. Soyaburgerler ve suni biftekler..." –masada soyaburger ve suni biftek lafını duyar duymaz fena olmayacak adam yoktu– "Evrensel ürünleriyle aynı yeşil renkte olan kaplara konuyor. Oysa şeker, dondurma ve Ufaklık Sigaraları parlak Yıldızdelen kırmızısıyla paketlenmekte. O çocuklar büyüdüğünde..." Zafer coşkusuyla gözlerini önünde duran notlardan kaldırdı: "Tahminlerimize göre bundan on beş yıl sonra Evrensel ürünleri beş parasız kalıp iflas edecek ve piyasadan bütünüyle silinip gidecek!"
Ben, alkış sesleri arasında yerine oturdu. Schocken da alkışlamıştı, diğerlerine ışıl ışıl gözlerle bakıyordu. Bir Numaralı İfade –şevk, zekâ, hırs– bütün yüzüme yayılmış bir halde doğruldum. Zahmetime değmedi çünkü Fowler, Winston'ın yanında oturan cılız adamı, Harvey Bruner'ı işaret etmişti.
"Satış Bölümü'nde birtakım özel sorunların yaşandığını sizler de biliyorsunuz," dedi Harvey, sıska yanaklarını şişirerek. "Dokmuzlar'ın Allahın belası hükümetin her köşesine sızmış olduğundan eminim! Ne halt işlediklerini biliyorsunuz. İşitsel reklamlarda kullandığımız alışkanlık yaratıcı, gizli etkiye sahip sesleri yasadışı ilan ettiler; ama günümüz Amerikan hayat tarzında görülen bütün temel travma ve nevrozla yakından bağlantılı olan anlamlı anahtar sözcüklerin listesini çıkartarak durumu kurtardık. Güvenlik meraklılarının sözünü dinleyip mesajlarımızı hava taşıtlarının pencerelerinde göstermemize engel oldular ama biz bunun da üstesinden geldik. Laboratuvardan aldığım bilgiye göre," deyip başıyla masanın karşısında oturan Araştırma Müdürümüzü işaret etti, "yakında doğrudan retinanın üzerine yansıtma yapan bir sistemi denemeye sokacağız.
"Bir tek bununla kalmıyor, daha da ileri gidiyoruz. Örnek olarak Haskahve'yi vermek..." Harvey sözünü yarıda kesip fısıldayarak, "Affedersiniz Mr. Schocken, güvenlik görevlileri bu odayı kontrol etti mi?"
Fowler Schocken başıyla onayladı: "Oda tamamen güvenli. Yani Devlet Bakanlığı ve Temsilciler Meclisi'nin koydurttuğu bildiğimiz casus mikrofonları saymıyorum tabii. Bu mikrofonlara daha önceden doldurulmuş ses kayıtlarını veriyoruz."
Harvey'nin içi rahatlamıştı: "Şimdi bu Haskahve meselesine dönersek... On beş kilit şehirde örnekleme yapılıyor. Her zamanki paketi sunuyoruz: gelen herkese on üç hafta yetecek kadar Haskahve, bin dolar nakit ödeme ve Liguria Rivyerası'nda bir haftasonu tatili. Ancak –ki bence kampanyayı gerçekten mükemmel yapan da bu– her Haskahve'nin içinde üç miligram basit alkaloit bulunuyor. Zararlı bir madde değil ama kesinlikle alışkanlık yapıcı. On haftadan sonra alıcı artık ömrünün sonuna kadar çantada keklik sayılıyor. Tedavi olmak alıcının en azından beş bin dolarına patlar, bu yüzden işin en kolayı Haskahve içmeye devam etmek; her öğünde üç fincan, gece başucuna da bir kahve kabı konacak; tıpkı kavanozun üzerinde yazdığı gibi."
Fowler Schocken'ın gözleri parladı, ben de hemen Bir Numaralı İfade'yi takındım yine. Harvey'nin yanında Personel Müdürü ve bizzat Schocken'ın işe aldığı Tildy Mathis oturuyordu. Ama Schocken, yönetim kurulu toplantılarında kadınlara söz vermezdi. Eh, Tildy'nin yanında da ben oturuyordum.
Tam kafamda konuşmamın giriş cümlelerini toparlıyordum ki Fowler Schocken gülümseyerek beni es geçti: "Her bölümün rapor vermesini istemiyorum. Zamanımız kısıtlı. Ama yanıtlarınızı almış bulunuyorum beyler. Tam benim arzu ettiğim gibi. Şu ana kadar bütün zorlu işlerin üstesinden geldiniz. Şimdi sizlere yeni bir vaka sunmak istiyorum."
Monitör panelinde bir düğmeye dokunup koltuğunu döndürdü. Odanın ışıkları söndü, Schocken'ın koltuğunun arkasında asılı duran Picasso yansıması silikleşip yerini karlı bir ekrana bıraktı. Bu ekranın üzerinde bir başka resim beliriverdi.
Resme konu olan şeyi o gün daha önce tıraş aynamın üzerindeki haber ekranında görmüştüm.
Venüs füzesiydi bu; üç yüz metrelik bir canavardı, ince uzun V-2'lerin ve Ay'a giden eski küt füzelerin azman yavrusuydu. Çelik ve alüminyum bir iskeletle çevriliydi; her yanını, buz mavisi kaynak alevlerini yönlendiren ufacık şekiller sarmıştı. Ekrandaki görüntünün bant kaydı olduğu açıktı; füzenin haftalar ya da aylar önceki yapım aşaması gösteriliyordu; daha önceden gördüğüm gibi kalkışa hazır pozisyonda değildi.
Ekrandan gelen ses zafer doluydu, ancak yanlış bir ifade kullanıyordu: "İşte yıldızlara ulaşan gemi!" Bu duru ses tanıdıktı, İşitsel Efektler'deki yorumculardan birine aitti mutlaka; kullanılan lafların Tildy'nin işe aldığı kadın metin yazarlarının kaleminden çıkma olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Venüs'ü bir yıldızla karıştıran bu yetenekli şaşkın, kalıbımı basarım Tildy'nin kadrosundandı.
"Çağdaş Kristof Kolomb'ların uzay boşluğunda kullanacağı gemi budur işte," dedi ses. "Altı buçuk milyon ton sıkıştırılmış şimşek ve çelik; toplam bin sekiz yüz kadın ve erkeği içine alacak dev bir gemi; yeni bir yerleşme mekânı yaratmak için akla gelen her şey var. Peki kimler yürütecek bu girişimi? Hangi öncüler, bir başka dünyanın verimli, taptaze topraklarından bir imparatorluk yaratma şansına sahip olacak? İşte o öncüler: bir erkek ve karısı, iki cesur... "
Ses konuşmaya devam ediyordu. Ekranda geniş bir banliyö evciğinin sabahın erken saatlerindeki görüntüsü belirmişti. Erkek yatağı kaldırıp duvarın içindeki boşluğa yerleştiriyor, çocuklara ayrılmış köşenin bölmesini indiriyordu; karısı ise kahvaltı için tuşları çeviriyor, masanın bacaklarını kuruyordu. Bir yandan kahvaltı içecekleri tüketilir, çocukların payına düşen gıdalar dağıtılırken (tabii ki herkesin önünde dumanı tüten bir Haskahve fincanı vardı) bir yandan da Venüs füzesinde yolculuk için başvurmakla ne kadar da akıllıca ve cesur bir karar verdikleri hakkında karı koca hararetli bir sohbete dalmıştı. Konuşmayı henüz öğrenmeye başlamış en küçük çocuğun sorduğu son soru ("Anne, ben de büyüyünce küçük yavrularımı Venüs gibi şapşahane bir yere götürebilir miyim?), Venüs'ün çocuk büyüdüğü zaman sahip olacağı genel görünümün oldukça düşsel bir dizi görüntüsüne geçişin işaretini veriyordu: yemyeşil vadiler, kristal berraklığında göller, benzersiz güzellikte dağ manzaraları...
Yorumcu, öncülerin, Venüs'ün solunamayan atmosferi ve susuz kimyası üzerinde çalışırken katlanmak zorunda kalacakları sımsıkı kapalı kabin hayatını ve ilaçlı su içinde tarım yaparak geçirilecek uzun yılları ne inkâr ediyor ne de bunların üstünde duruyordu.
Görüntü ilk ekrana geldiğinde içgüdüsel olarak saatimin kronometresini çalıştırmıştım. Tam dokuz dakika tutmuştu! Yani herhangi bir reklam filminin yasal süresinin üç katı kadar. Genelde gördüğümüz filmlerden tam bir dakika daha uzun sürmüştü.
Işıklar yeniden yanmış, sigaralar yakılmış, Fowler Schocken çoktan o günkü ateşli konuşmasına başlamıştı ki, böyle bir şeyin nasıl mümkün olabildiğini anladım.
Schocken bizim mesleğin raconu haline gelmiş, o lafı evirip çeviren, telaşlı ve kararsız tarzda konuşmaya başlamıştı. Reklamcılığın tarihinden dem vurdu; lafa, üretilmiş hazır malların köle mantığıyla satılmasından başlayıp, günümüzde reklamın yeni sanayi dalları yaratmakta ve ticaretin ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla insanların yaşam tarzlarını yeniden tasarlamakta oynadığı rolü anlattı. Bizlerin, yani Fowler Schocken A.Ş.'nin, değerli kariyerlerimiz sayesinde neleri başardığımız konusuna bir kez daha değindi. Ve sonra şöyle dedi:
"Arkadaşlar hani insanoğlunun yeryüzünde gerçekleştirebileceklerinin sonu yok derler. İşte biz bunu başardık. Ancak bu esnada sahip olduğumuz yeryüzünü bitirdik." Dikkatle sigarasını söndürdükten sonra, "Yedik bitirdik," diye tekrarladı. "Dünyayı fiilen ve kelimenin gerçek anlamıyla fethettik. İskender gibi yeni dünyaları fethetmek için yanıp tutuşuyoruz. İşte orada," diyerek eliyle arkasındaki ekranı işaret etti, "biraz önce orada fethedilecek bu dünyaların ilkini gördünüz."
Sizler de anlamışsınızdır, Matt Runstead'i oldum olası sevmem. Tam bir meraklı turşucu, şirket içindeki telefonları bile dinlediğinden şüpheleniyorum. Venüs projesini çoktan dışarı sızdırmış olmalı; çünkü en hassas dinleme cihazları bile onun o kısık sesli konuşmasını tespit edemez. Bizler Fowler Schocken'ın söylediği şeyi sindirmekle uğraşırken o ayağa fırlamıştı.
"Beyler," dedi coşkulu bir sesle, "bu gerçek bir deha harikası. Bir Hindistan değil. Sadece öylesine bir ürün de değil. Satılacak koskoca bir gezegen. Fowler Schocken, önünüzde şapka çıkarıyorum. Siz yeni bir dünyanın Clive'ı, Bolivar'ı, John Jacob Astor'usunuz!"
Dediğim gibi ilk tezahürat Matt'den gelmişti ama sonra hepimiz ayağa kalkıp sırayla yaklaşık aynı şeyleri söyledik. Ben dahil. Çok kolaydı, yıllardır aynı şeyi yapıyordum. Kathy bunu hiçbir zaman anlamamış, ben de hep ona biraz alayla karışık, bunun dinsel bir tören olduğunu, geminin burnunda şampanya şişesi kırmaya ya da hasat zamanı kurban kesmeye benzediğini anlatmaya çalışmıştım. Bu benzetmeleri yaparken alayın dozunu asla kaçırmazdım. Aramızdan hiç kimsenin, belki Matt Runstead dışında, sadece para uğruna bu dünyaya afyon türevleri aşılayacağını sanmıyorum. Ama Fowler Schocken'ın konuşması, birbirini yankılayan tepkilerimizin yarattığı uyuşturucu etki, hepimizi Satış Tanrımıza hizmet edecek her türlü eylemi yapmaya amade hale getirmişti.
Lafı birer suçlu olduğumuza getirmek niyetinde değilim. Harvey'nin de söylediği gibi, Haskahve'nin içindeki alkaloit zararsızdı.
Hepimiz fikrimizi belirttikten sonra Fowler Schocken, bir başka düğmeye dokunup bize bir şema gösterdi. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar dikkatle açıkladı, Venüs gezegeninin imarı ve sömürülmesi işini üstlenmesi amacıyla Fowler Schocken A.Ş. bünyesinde kurulacak yeni bölüme ilişkin birtakım tablolar, grafikler ve şekiller gösterdi. Meclis'te yürütülen can sıkıcı lobi faaliyetlerini ve yandaş toplama çalışmalarını, bunun bize gezegenden haraç ve vergi toplama tekelini sağladığını anlattı. Artık dokuz dakikalık bir reklam filmini nasıl böyle rahatça kullanabildiğini anlamaya başlamıştım. Hükümetin –baskı gruplarının takas evini hâlâ kendi iradesi olan bir kurummuş gibi düşünmemiz ve ondan bu şekilde söz etmemiz ne kadar da garipti– nasıl Venüs'ün bir Amerikan gezegeni olmasını istediğini ve bunun gerçekleşmesi için de nasıl özellikle Amerikalı bir reklam dehasını seçtiklerini açıkladı. O konuştukça bize de onun heyecanı yayılıyordu. Venüs Bölümü'nün başına geçecek adama gıpta ediyordum; bu işi üstlenmekten hepimiz gurur duyardık.
Fowler, Du Pont Kimya'dan seçilen ve kırk beş oyu olan senatörün sorun yarattığından, altı oyla Nash-Kelvinator'dan gelen senatör üzerinde kazanılan kolay zaferden bahsetti. Fowler Schocken aleyhine yapılan düzmece bir Dokmuz gösterisinin, sonuçta, fanatik biçimde Dokmuz karşıtı olan İçişleri Bakanı'nı Schocken'ın saflarına nasıl çektiğini gururla aktardı. Görsel Malzemeler bütün bilgiyi özetlemekte kuşkusuz çok işe yaramıştı; ama orada öylece, neredeyse bir saat boyunca şemalara bakıp Fowler'ın başarılarını ve planlarını dinlemiştik.
Sonunda projektörü kapattı: "İşte artık her şeyi biliyorsunuz. Yeni kampanyamız bu. Derhal başlıyoruz – şimdi. Bir tek açıklamam kaldı, ondan sonra hepimiz işimizin başına dönebiliriz," dedi.
Fowler Schocken başarılı bir gösteri ustasıdır. Bir kâğıt parçasını aramakla oyalandıktan sonra işteki en acemi çaylağın bile bülbül gibi okuyabileceği bir cümle okudu: "Venüs Bölümü'nün başkanı Mitchell Courtenay olacaktır."
Bu da sürprizlerin en büyüğü oldu; çünkü Mitchell Courtenay denen adam benim.