Açılış bölümü, s. 5-9
Odadaki –yoksa orası bir park mıydı?– herkesin üzerinde ışık değişik biçimlerde renkler yansıtıyordu. İncecik bir elbise giymiş olan kızın bir an için parıldayan pembe gözleri vardı, hemen sonrasında gümüşi saçlardan bir haresi oluştu. Forrester' ın yanındaki adamın teni altın rengiydi ve yüzüne maske gibi bir gölge düşüyordu. Dalga dalga belirsiz birtakım kokular –adaçayı, hemen arkasından gül goncası– uçuşuyordu. Derinden ama berrak bir müziğin nağmeleri ara ara duyuluyordu.
"Zenginim!" diye haykırdı, "üstelik hayattayım!"
Kimse ilgilenmemişti sanki. Forrester, Hara'nın önerdiği renksiz üzümden bir tane kopardı, doğruldu, ince elbiseli kıza hafifçe bir şaplak attı, sallanarak havuzda çıplak bir karmaşa halinde eğlenen gruba yaklaştı. Yeni âdetleri öğrendiği ve eski, lüzumsuz bilgilerden kurtulduğu canlandırma sonrası eğitimine rağmen Forrester o eski âdetinden vazgeçememiş olduğu için, çıplaklığa ilgi duyuyordu.
"İşte zengin adam, Forrester!" diye haykırdı birisi. Forrester gülümseyip el salladı. "Hadi ona bir şarkı söyleyelim," dedi kızlardan biri. Ve hep bir ağızdan şarkıya başlayıp ona sular sıçrattılar:
Ah, o öldü de öldü de öldü
(Faş!)
Ve bağırdı da bağırdı da bağırdı
(Faş!)
Öfkesi ve dehşetiyle âlimleri şaşırttı,
Ve onun çeyrek milyon doları var!
Forrester!
(Faş! faş!)
Forrester gayri ihtiyari başını salladı ve kendini bıraktı. Ilık, kokulu suyla onu ıslattılar. Çıplak vücutlarına bakıp sırıtarak "Eğlenin, eğlenin!" diye haykırdı. Yanık veya beyaz, diri veya yumuşak, her vücut güzeldi. Boynu ve belindeki çıtçıtları açıp elbisesini çıkartsa ve onlara katılsa aldırmayacaklarını biliyordu. Ama aynı zamanda kendi vücudunun o Adonisler' le karşılaştırılamayacağını ve diri göğüslü o Venüsler'i kesinlikle etkileyemeyeceğini de biliyordu, bu yüzden havuzun kenarında kaldı. "İçin ve mutlu olun, çünkü biz dün öldük," dedi ve onlara hazvericisiyle kokular püskürttü. Onlar kadar güzel olmaması Forrester'ı üzmüyordu, en azından şimdilik. Mutluydu. Hiçbir şey onu endişelendirmiyordu; ne tasa, ne bezginlik ne de korku. Vicdanı da onu rahatsız etmiyordu; çünkü zaman yitirmesine rağmen buna bile hakkı olduğunu düşünüyordu.
Hara zaten öyle demişti. "Gevşe," demişti Hara. "Ortama alış. Yavaş ol, çok uzun süre ölü kaldın."
Forrester onun önerilerine uymaktan fazlasıyla memnundu. Sabaha olaylara daha ciddi yaklaşacaktı. Sabaha bu yeni dünyaya çıkacak ve kendine bir yer bulmaya çalışacaktı. Elinde olmayan bir gururla, bunu ihtiyaçtan değil –tamam çeyrek milyon doları vardı– ama asıl doğru olan bu olduğu için, mutluluğu hak etmek için çalışması gerektiğine inandığı için yapacağını düşünüyordu. İyi bir yurttaş olacaktı.
Sırf denemek için kızlardan birine müstehcen bir öneri haykırdı (aslında Hara ona bu devirde konuşmaların müstehcenlik içermediğini söylemişti). Cevap olarak, kız ona çekici bir işaret yaptı, Forrester bunu müstehcen bir cevap olarak yorumlamaya zorladı kendini; kızın yanındaki erkek ise tembelce hazvericisini Forrester'a doğrultup onu aniden cinsel bir heyecana sürükleyen, hemen sonrasında doygunluk ve anlık bir yorgunluğa iten bir koku sıktı.
Ne güzel bir yaşam biçimi, diye düşündü Forrester. Döndü ve şarkının devamını dinleyerek oradan uzaklaştı:
Ve o uyudu da uyudu da uyudu,
Ve o ağladı da ağladı da ağladı–
Bizi lanetliyor mu yoksa kıyamete mi sürüklüyor?
Bu arada, acaba o insan mı?
Forrester!
Fakat onu ıslatamayacakları kadar uzaklaşmıştı. Bu arada konuşmak istediği birisini gördü.
Bir kızdı bu. Daha yeni gelmişti ve görece ayıktı. Yalnızdı. Üstelik Forrester kadar uzun boylu bile değildi.
Bu bir bakıma Hara'nın partisi olduğu için, isterse onları tanıştıracağını biliyordu. Fakat o an için Hara'yı göremedi. Hara'ya ihtiyacım da yok, diye düşündü. Kıza doğru ilerledi ve koluna dokundu.
"Ben Charles D. Forrester," dedi. "Beş yüz doksan altı yaşındayım. Çeyrek milyon dolarım var. Bu, donuk uykudan çıkışımın ilk günü, oturup benimle biraz konuşur, beni öperseniz memnun olurum."
Kız onun elini tutup "Elbette," dedi. "Gel şu menekşelerin üzerine uzanalım. Hazvericime dikkat et, özel bir şeyle doldurulmuştur."
Yarım saat kadar sonra Hara geldi ve onları sırtüstü uzanmış, kolları birbirlerinin altında ve baş başa vermiş durumda buldu.
Forrester onu hemen fark etmişti, ama kızla konuşmaya devam etti. Başlarının üzerindeki bir daldan renksiz, berrak üzümleri koparıp yemekle meşguldüler. Rahatlatıcı meyve, içinde bulunduğu ortam ve ona hâkim olan kendini iyi hissetme duygusu, onu toplumsal yükümlülüklerinden kopartmıştı. Nasıl olsa Hara onu anlar ve affeder diye düşündü. Kıza "Ona aldırma tatlım," dedi. "Verici olarak anlaşma yapmamamı söylüyordun."
"Veya av olarak. Birçok çaylak bu tuzağa düşer, çünkü parası iyidir. Fakat sana öyle davranırlar ki, uzun vadede zarar edeceğini göremezsin."
Forrester, "Bu çok ilginç," dedi, içini çekti ve başka taraflara baktı. Hara'yı selamlayıp "Biliyor musun Hara?" dedi. "Engel oluyorsun."
Hara, "Sen de sarhoş oluyorsun," diye cevap verdi. "Selam Tip. İyi eğleniyormuş gibisiniz."
"O çok tatlı," diye cevapladı kız. "Elbette sen de çok tatlısın Tip. Şampanya zamanı geldi mi?"
"Geçti bile. Yanınıza bu yüzden geldim. Bu şampanyayı bulmak için bir sürü zorluğa katlandım, onun için Forrester kalkıp birazını içse de nasıl içildiğini biz de görsek."
"Şişeyi eğip şampanyayı döküyorsun," dedi Forrester.
Hara ona daha dikkatlice bakıp hazvericisine el attı. "Sana söylediklerimden hiçbirini mi hatırlamıyorsun?" diyerek, Forrester'a bir an için canlandırıcı gibi gelen ama sarsmayan, buz gibi bir şey sıktı. "Bu akşam fazla sarhoş olma, biraz alışmaya bak. Sakın ölmüş olduğunu unutma. Sana söylediklerimi yap, olur mu? Şimdi şu şampanya denilen şeye bakalım."
Forrester uslu bir çocuk gibi yerinden kalktı, kızın koluna girip, servis masalarına doğru ilerleyen Hara'yı takip etti. Kızın kabarık bir taç gibi, soluk renkli saçları vardı ve ışık oyunları, aralarında ateşböcekleri uçuşuyormuş hissi uyandırıyordu.
Forrester bir zamanlar evleneceği Dorothy'yi tekrar görmesi durumunda böyle şeylerden vazgeçmesi gerekeceğini düşündü. Fakat, hiç olmazsa şimdilik, bu çok zevkli ve güven vericiydi. Kolunu güzel bir kızın beline dolamışken daha doksan gün önce vücudunun, kalbi ve beyni durmuş, akciğerleri tahrip olmuş bir durumda ve çok düşük ısıda bir kristal olarak sıvı helyum ortamında yattığını düşünmek çok zordu.
Şampanyanın mantarını ustaca patlattı, kadehini kaldırdı ve içti. Markasını evvelce hiç görmemişti, ama şampanyaydı işte. Hara'nın isteği üzerine, alkışlar arasında "İngiltere'nin Piç Kralı"ndan dizeleri haykırarak okudu ve gene sendelemeye başladığını fark etmesine rağmen kimsenin onu ayıltmasına izin vermedi. "Sizi çürümüş otlar," dedi dostça, "o kadar çok şey bilmenize rağmen sarhoş olmasını bilmiyorsunuz."
Yirmisi birden daire oluşturmuş, parmakla çalınan çello ve flüt sesleri eşliğinde, ayaklarını vurarak ve arada aniden yön değiştirerek bir tür halk oyunu gibi dans ediyorlardı. "Oh, Charles! Charles Forrester!" diye haykırdı kız. "Beni de bir Arkadyacı yapacaksın neredeyse!" Kızı sağ eliyle tutarken bir taraftan da başıyla onu tasdik edip homurdandı, sol tarafında da turuncu taytlı, irikıyım bir mahluk vardı. Birisi adamın Mars'tan yeni geldiğini söylemişti ve dünyanın alışamadığı yerçekimi yüzünden zorlanıp sallanıyordu. Ama adam gene de gülüp duruyordu. Aslında herkes gülüyordu. Birçoğu da Forrester'ın beceriksizce dansına gülüyordu ama, hiçbiri onun kadar kuvvetli gülmüyordu.
Hatırladığı hemen hemen son şey de bu oldu. Onu ne yapacakları hakkında bazı bağrışmalar duydu. Kimisi onu ayıltmayı önerdi, ama bu reddedildi. Gülüşmeler arasında uzunca bir tartışma sırasında o, kafası yaylı bir oyuncak gibi, sürekli baş sallıyordu. Partinin ne zaman bittiğini hiç hatırlayamadı. Belli belirsiz kızın onu yüksek, karanlık, anıt gibi yapıların arasındaki boş bir yoldan sürüklediğini hatırlıyordu, o ise bu arada yüksek sesle yankılara şarkı söylüyordu. Kızı öptüğünü de hatırladı, bu arada kızın hazvericisinden süzülen bir afrodizyak onda karmaşık ihtiras ve korkuyla dolu bir his uyandırmıştı. Ama odasına döndüğünü, yatağına girdiğini hiç hatırlamıyordu.
Ve sabah uyandığında neşeli, dinlenmiş, sağlam ve yalnızdı.