Nilgün Cerrahoğlu, “Charles Bukowski Amma Hikâye”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2002
Charles Bukowski çağdaş Amerikan edebiyatının en önemli şair ve yazarlarından biri. İnternete girip ''Google'' arama motoruna adını yazdığınızda tamı tamına 43.900 site çıkıyor karşınıza.
Yazarın ''bestseller'' eserleri okullarda okutuluyor. Üzerinde sayfa sayfa tezler yazılıyor. RTÜK Başkanı Nuri Kayış tarafından ''marjinal'' olarak tanımlanan "Kasabanın En Güzel Kızı" adlı hikâyesi, Bukowski'nin en tanınmış eserlerinden biri. Metis Yayınları'nın kitaplaştırdığı öykü, Türkiye'de de serbestçe satılıyor.
''Açık Radyo'' nun ''Amma Hikâye'' adlı (1 Mayıs 2000) programında okunan bu öykü, tam programın adına yakışan türden bir serüvene dönüştü sonuçta.
Hikâyeyi ''genel ahlak, toplum huzuru, Türk aile yapısına'' aykırı bulan RTÜK, radyoya zamanında 15 gün kapatma cezası veriyor. Radyo karara karşı idare mahkemesinde dava açıyor.
''Açık Radyo'' davayı kazanıyor. İdare mahkemesi ''yürütmeyi durdurma'' kararı alıyor. RTÜK, bunun üzerine Danıştay'a başvuruyor. Danıştay'dan ise tekrar ''yürütmeyi durdurmayı durdurma'' kararı çıkıyor. Tekerleme gibi... Ve nihayet hikayenin okunmasından tam 15 ay sonra ''Açık Radyo'' şimdi 15 gün için kapatılıyor.
Batılı diplomat, gazeteci, gözlemci... Açıp telefonu sordum:
''AB adayı bir ülkede bir Bukowski hikâyesinin 15 gün boyunca radyo istasyonu kapattırmasını, susturmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?''
Soruyu kime yöneltsem tepki değişmiyor. Aynı şaşkınlıkla cevap veriyorlar: ''Akıl almaz!'' "Abes!'', ''Gülünç!'', ''Nerde görülmüş!'' ''İnanılır gibi değil?''
İfade özgürlüklerinin çiğnenmesine gösterilen tepkinin ötesinde; cezadaki ''keyfilik'' şaşırtıyor onları.
''Bir edebiyat yapıtıyla –hele hele kitapçılarda serbestçe satılan bir edebiyat yapıtıyla– 'suç unsuru' sözcüklerini yan yana getirmek baştan sona akıldışı ve çağdışı'' dedikten sonra ekliyorlar:
"Bir edebiyat öyküsü içinde geçen bir sözcük ya da ifade suç olamaz. Bir radyo istasyonuna bu yüzden on beş gün kapatma cezası vermek, Türkiye'deki suç ve ceza anlayışına en çarpıcı örnek. Suç olarak adlandırılamayacak en hafif konularda en ağır cezalar verilebiliyor bu ülkede. On beş gün kapatma cezası akıl fikir alır gibi değil.''
''Peki'' diye üsteliyorum ben: ''Olmayacak şey ama bir AB ülkesinde böyle bir olay yaşansa, ortaya ne tür sonuçlar çıkar?''
Gazeteci, diplomat, gözlemci... Yanıtlar gene değişmiyor: ''Demokratik sürecin kendi içindeki doğal mekanizmaları çalışır'' diyor muhataplarım: ''Konu hemen Avrupa parlamentosuna intikal eder. Hafife alınarak geçiştirilemeyecek, ciddi bir konu bu. Muhalefet ve basın, olayı günlerce mesele eder. Ama Türkiye'de bu tür meseleler ne yazık ki olağan sayılıyor. Demokratik süreçteki sapmaları denetleyen eleştiri mekanizması gerektiği gibi çalışmıyor sizde...''
En son AB büyükelçisi Karen Fogg'a sordum ''AB adaylığı ve 15 gün radyo karartması'' üzerindeki değerlendirmesini. Duyduğu şaşkınlığı o da gizleyemedi.
Ancak ayrıntıya girmeden şunu söylemekle yetindi: ''AB bir an önce RTÜK yasasında değişiklik bekliyor. Dil yasaklarının yanı sıra basın ve ifade özgürlüklerinin genişletilmesi açısından şart bu...''