Oylum Yılmaz, “Yepyeni bir araştırma alanı: Nostalji ve “olmayan” geçmişimizdeki geleceği!”, Sabitfikir, 2010
Gün gelir bir de bakmışsınız “nostalji hastalığına tutulmuşsunuz! İçinizde geçmiş günlere dair bir özlem, eve dönme arzusu; yoğun bir melankoli halinde çocukluğunuzun sokaklarında dolaşıp dururken buluyorsunuz kendinizi ya da eskiciler çarşısını her gün gezmeden içiniz rahat etmiyor; ilkgençlik yıllarının müziklerini dinliyor, kıyıda köşede kalmış eski hediyelerle avunup bazı mektupları tekrar tekrar okuyorsunuz... Pekâlâ olabilir. Ancak bu dertten kurtulmak tamamen size kalmıştır, psikiyatristlere koşup kendinizi ilaçlayabilir ya da yavaş yavaş geçmesini bekleyebilirsiniz, zira çevrenizde de kimseler sizi pek ciddiye almayacaktır. Oysa bir zamanlar, bu hissettikleriniz neredeyse ölümünüze dair bir işaret olarak yorumlanırdı: Bu, dertli muhayyilenin hastalığı “beynin el değmemiş kanallarından geçerek alışılmadık yollardan bedene yayılır”, “canlı ruhunuzu” takatten düşürür, mide bulantısı, iştahsızlık, akciğerde patolojik değişiklikler, beyin iltihaplanması, kalp sekteleri, yüksek ateş derken zafiyet ve intihar! Ancak diyebilirim ki eğer bunlar başınıza 17.-18. yüzyıllarda gelseydi hemen doktora gidip kolaycacık bir tedaviyle de iyileştirilebilirdiniz: Sülükle tedavi, sıcak merhemler, midenin temizlenmesi, afyon ve o da kesmezse Alpler’e bir seyahat!
Dertli bir muhayyilenin hastalığı
Nostalji, zannedildiğinin aksine kültürel çalışmaların içinden değil, bir hastalık adı olarak tıbbın içinden çıkmış ve 17. yüzyılda kullanılmaya başlamış. 19. ve 20. Yüzyıllara gelindiğinde şairler aracılığıyla edebiyatın alanına giren terim, günümüze yaklaştıkça siyaset bilimin ve kültürel çalışmaların içinde yer almaya başlamış. İşte Slav dilleri ve karşılaştırmalı edebiyat uzmanı, araştırmacı Svetlana Boym da Nostaljinin Geleceği adlı çalışmasında, nostaljinin bir dertli muhayyilenin hastalığından tedavi edilemez bir “yüzyılın hastalığı/sıkıntısı”na dönüşümünü; “romantik milliyetçiliğin pastoral sahnesinden modernliğin kent yıkıntılarına, zihnin şiirsel manzaralarından siberuzay ve uzaya kadar uzanan” son derece ilgi çekici rotasını takip ediyor.
Bugün gelinen noktada birbirinden ayırt edilen iki nostalji türünün altını çiziyor yazar: “Yeniden kurucu nostalji” ve “düşünsel nostalji”. Kültürel olarak bu ayrım biz 21. yüzyıl insanları için son derece önemli ve belirleyici. Yeniden kurucu nostalji, “yitirilmiş ev”in yeniden inşasının peşine düşer, bu arayışta kendini gelenekle ve hakikatle özdeşleştirir, komplo teorilerinden beslenir, mutlak hakikati korur. Düşünsel nostalji ise tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eski zamanları arayıp, aradığı yerlerde onu bulamamayı sevmesi, bu arayışı hikayeleştirmesi gibi, “eve dönüş” özleminin kendisini sever ironik bir biçimde; mutlak hakikati sorgular. İşte bu iki nostalji türü arasında toplumsal ve kültürel olarak gidip geldiğimiz, arada kaldığımız bugünlerde Boym için, hem teşhisi koyuyor hem de çeşitli tedavi önerileri getiriyor diyebilirim.
Kalp Hipokondrisinden teşhis ve tedaviye...
Çalışmanın “Kalp Hipokondrisi:Nostalji, Tarih ve Hafıza” adlı birinci bölümü özellikle dikkat çekici. Nostaljinin evrimleşme sürecine ışık tuttuğu bu bölümde modernlik ile nostalji arasındaki kan bağını açığa çıkarmakla, dolayısıyla da söz konusu kavramı kuramsallaştırmakla işe başlıyor Svetlana Boym. Çiftdeğerli bu iki kavramın, modernlik ve nostaljinin, birbirlerinden beslendiklerini, birbirlerinden yaratıldıklarını işaret ediyor. Nostaljiyi, “Şairin kusurlu evi” ya da “aşkın evsizlik” olarak da tanımlayabileceğimiz modernliği özlemek, o özleyiş üzerine yeni bir hayat kurma, olarak nitelerken de “Yirminci yüzyılın sonunda nostalji üzerine düşünmek, eleştirel modernliği ve onun zamansal çiftdeğerliliği ile kültürel çelişkilerini yeniden tanımlamamızı sağlayabilir” diyor.
Yeniden kurucu nostalji ile günümüzdeki komlo teorileri ve kökene dönüş eğilimlerinin kaynağına doğru inerken, icat edilmiş “yeni” gelenekler, sağcı popüler kültürden beslenen aşırı çağdaş milliyetçilik örnekleri mercek altına alınmış Nostaljinin Geleceği’nde. Sanal gerçekli ve kolektif hafıza aracılığıyla da sanatın ve edebiyatın alanına düşünsel nostalji aracılığıyla girilmiş.
Çalışmanın birinci bölümünde teşhisi ve tedavi yöntemlerini ortaya koyan Boym, ikinci ve üçüncü bölümlerde şehirlere ve icat edilmiş geleneklere, sürgünlere ve hayali memleketlere uzanıyor. Günümüz şehirleri ve sanat eserleri ekseninde nostalji kavramına yeni bakış açıları getiriyor. Nostaljinin Geleceği tarih-kültür-felsefe bağlamında yeni bir araştırma alanı açarken, kültürel algımızın içine bambaşka sınıflandırmalar getirip, yeni estetik değerler öneriyor. Sosyal bilimler, sanat ve siyasetle ilgilenenlerin gözden kaçırmaması gereken bu çalışma, ortalama okurlar için de yaşadığımız dünyayı algılama bakımından son derece ufuk açıcı, diyebilirim. Yazarın son derece açık ve akıcı, hatta zaman zaman edebi bir tarza yaklaşan dili de okuma deneyimini kolaylaştırıyor, keyifli hale getiriyor. “Nostaljinin Geleceği”, hiç şüphesiz haftanın en şahane kitabı.