Süreyya Su, “Bildiğim, inandığım şeydir”, Kitap Zamanı, 7 Aralık 2009
Türkçede son zamanlarda birçok felsefe ve düşün insanına ait, önemli ve temel metinler birbirinin peşi sıra çevrilip yayımlanıyor. Bu, özellikle felsefe alanında literatürün zenginleşmesini sağlayan bir gelişme. Daha on yıl öncesine kadar, felsefe tarihinde yer edinmiş birçok filozofa ait, birkaç makaleden türetme kitapçıklar ancak bulunabiliyordu Türkçede. Dolayısıyla herhangi bir felsefeci üzerine, onun düşüncelerinin kuşatıcı bir okumasın yapmanın imkanı yoktu. Oysa şimdi, yüzyıla damgasını vurmuş usta filozofların hemen hemen tüm kitaplarını içeren külliyatları Türkçede bulmak mümkün. Bunlardan biri de Wittgenstein. Son zamanlarda ardı ardına çevrilen kitaplarıyla bir Wittgenstein külliyatı oluşuyor. En son, Kesinlik Üstüne ve Kültür ve Değer adlı kitapların tek ciltte yayımlanması bu külliyatın oluşmasına önemli bir katkı sağladı. Bu, Wittgenstein'ın felsefesine ilgi duyanlar için sevindirici bir haber.
Wittgenstein'ın tinsel serüveni
Kitap, Wittgenstein'ın hayattayken yayımlamak için hazırlamadığı notlarından oluşan Kesinlik Üzerine ve yaşamının değişik dönemlerinde tuttuğu günlük notları ile özlü sözlerinden oluşan Kültür ve Değer adlı kitapları tek ciltte bir araya getiriyor. Kesinlik Üzerine'de Wittgenstein, hocası G. E. Moore'un bilgi ve kesinlik hakkındaki tezlerinden hareketle şüphe ve kesinlik kavramları üzerine düşünceler geliştiriyor, deneyimimizin sınırlarını ve bilgimizin olanaklarını tartışıyor. Wittgenstein bu kitapta, düşünsel olduğu kadar tinsel serüveninin de bir toplamını çıkarıyor.
Wittgenstein, şüphe üzerine şu tezleri öne sürüyor: I) Şüphenin temellere ihtiyacı vardır; II) Şüphe, şüphenin dilsel deneyiminden daha fazla bir şey olmalıdır; III) Şüphe, bir dil oyununa vakıf olmayı şart koşar; IV) Bir dil oyununun dışında şüphe olanaksızdır; V) Şüphe kesinliği varsayar. “Şüphe etmek düşünmek demektir. Akıllı bir insan mutlak şüpheye sahip değildir. Sonu olmayan bir şüphe, bir şüphe bile değildir”.
“Dil oyunları”
Wittgenstein, “Akla uygun bir şüphenin bir nedeni olmalıdır” der. Sırf inat olsun diye şüphe etmek rasyonel değildir. “Belirli nedenlerden dolayı şüphe edilir”. Her şeyden şüphe eden, kendi sözlerinin anlamından emin olamaz, ondan da şüphe edecektir. Bu durumda o, hiçbir dil oyununu ortaya koyamaz. Onun sözlerinde hiçbir uzlaşım yoktur. Demek ki, şüphe etmek için bir dil oyununa sahip olunmalıdır. Bir dil oyununa sahip olmayan şüphe ifadeleri, onların şüphe ettikleri şeye yönelttikleri sözler, sağlam dayanağa sahip olmadıklarından, iddiaları kendilerine çevrildiğinde çelişkili bir görünüm arz edecektir.
Dili; betimleme, bildirme, bilgilendirme, onaylama, yadsıma, spekülasyon yapma, emir verme, soru sorma, öykü anlatma, şarkı söyleme, tahmin etme, şaka yapma, cevap verme, çeviri yapma, rica etme, teşekkür etme, selamlaşma, dua etme, uyarma, anıları anlatma, duyguları ifade etme gibi pek çok amaç için kullanıyoruz. Wittgenstein, bütün bu etkinliklere “dil oyunları” adını verir. ‘Dil oyunu’ terimi, dili konuşmanın, bir etkinliğin ya da yaşam biçiminin bir parçası olma olgusunu öne çıkarmak anlamında kullanılmaktadır.
O, dil oyunlarının çokluğundan söz eder. Dil, bir dil oyunları toplamıdır. Bununla vurgulanmak istenen şey, dilin tek bir özünün olmadığıdır. Dolayısıyla, dilin işleyişini anlamak için ilk önce dil oyunları çeşitliliğini kabul etmeliyiz. Bu, dilin uzlaşımsal olduğu anlamına gelir.
Bir dil oyununa katılmak, uzlaşımı paylaşmak demektir. Ancak böyle bir uzlaşmadan sonra şüphe gelebilir. Mutlak şüpheci biri, baştan böyle bir uzlaşmanın önünü kapatmakla, aslında şüpheyi de olanaksız bırakmaktadır. Her şeyden şüphe edecek bir yaklaşımda şüpheden söz edilemez. Eğer her şeyden şüphe ediyorsam, şüphe etmekten de şüphe etmem gerekeceğine göre, şüphe etmemiş olurum. Oysa dilimizde ve düşüncemizde bazı temel kesin bilgiler vardır; çünkü yalnızca onları bilirsek birbirimizle konuşabilir ve anlaşabiliriz.
Wittgenstein, yaşamımızdan gelen, sanki bir ölçüt olmak gibi bir işlevi yerine getiren “dünya resmi” dediği bir şeyden söz eder. Dünya resmi de uzlaşımsaldır. Bu uzlaşım, kendiliğinden olan, yaşamsal bir uzlaşım, dil oyunundan gelen bir uzlaşımdır. Biz bu uzlaşıma çocukken kendiliğimizden katılırız. Ve zaman içinde, doğru ile yanlışı kendisiyle ayırt ettiğimiz, temellük edilmiş bir arka plan oluşturan dünya resmi ortaya çıkar.
Bir şeyin şöyle veya böyle olduğuna inanmamızın temeli, onun öyle veya böyle olduğunu yaşantımızdan öğrenmemiz ise, bu, inancımızın temelsiz olduğu anlamına gelir. “Güçlük, inancımızın temelsizliğini kavramaktır.” İnancımız temellendirilmiş ise o zaman onu temellendiren henüz gerçek değildir. “Temellendirilmiş inancın temelinde temellendirilmemiş inanç yatar”. Demek ki, inançta ne kadar derine inersek inelim, bir inançta duracağımızdan, orada şunu söylemekten kaçınamayız: İnancımız temelsizdir.
Dünya resmi ise son temeldir. Wittgenstein, “Bildiğim, inandığım şeydir” der. “Biliyorum” önermesi, nihayetinde “inanıyorum”u içerir. Eğer inanmak, bilmek anlamındaysa, o zaman inandığım bildiğimdir de denebilir. Nitekim inanç şüpheden önce gelir; inanmadığım bir şeyden şüphe edemem. Şüphe, bir şeyin varlığına dair bilgiyi şart koşar.
‘Din öğretilemez, pratik edilebilir'
Burada, Wittgenstein'ın dinsel inancına değinmemiz gerekiyor. Onun dinsel inancı mistik bir mahiyet taşır. Tanrı fikri sürekli zihnini meşgul etmiş, sonunda kendine özgü bir tanrı inancı geliştirmiştir. Şöyle ki, o, tanrı inancını, tıpkı bilgi kuramında olduğu gibi, temellendirmeyi asla düşünmemiştir. Böyle bir şey, ona göre çıkmaz yola girmek gibi olurdu.
“Tanrı” sözcüğünü anlamak bir ikna sorunudur. Tanrının varlığı sorusu ile haklarında birçok şey işitilen şeylerin varlığına yönelik soruyu Wittgenstein birbirinden ayırır. Tanrı inancı ahlâkla ilgili bir meseledir. Bu yüzden Wittgenstein, “Tanrı vicdandır” der. Wittgenstein, Tanrıya inanmak için hiçbir nedene gereksinim duymaz. “Sen Tanrıyı, o bir başkasına söz söylerken işitemezsin; tersine eğer sen kendisine konuşulansan işitebilirsin”. Bu bir dilbilgisel kanıtlamadır. Dolayısıyla din öğretilemez, ancak pratik edilebilir. Tanrıyı öğrenmek sadece pratikle mümkündür, tıpkı matematik gibi.
Wittgenstein, Kültür ve Değer adlı bir fragmanda, “Yeni bir sözcük, tartışma toprağına ekilmiş taze bir tohum gibidir” der. Onun bu kitabının Türkçeye kazandırılması da, Türkiye'de tartışma toprağına ekilmiş taze bir tohum gibi önem taşıyor.