| ISBN13 978-975-342-742-5 | 13x19,5 cm, 272 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Dedem Nur Güngören, “Modern zamanlar”, Radikal Kitap Eki, 16 Nisan 2010 Bugün artık dünyanın neredeyse tamamında çoktan kabullenilen varlığından, ne olduğundan şüphe duyulmayan kavramların başında ‘modern olmak’ geliyor. Özellikle bizim ulusal tarih anlatımız, Batılılaşmayla bir referans noktası olarak ilgilendiği için ,bizim bugün hepten kuşkulanmadığımız bir kavram modernlik. Lakin bir tarihi var. Dahası o tarihin tam da bizim bildiğimiz şekliyle yazılmasına sebep olan bir tarihi, daha doğrusu bir zamansallık anlayışı var. Hatta tam da bu zamansallık anlayışı değiştiği ve değişen şey ‘eski’ ve ‘yeni’ gibi iki tanımlayı doğurduğu için bir tarihi, neredeyse bir miladı var. Hatta bugün bizim rahatlıkla içini doldurduğumuz bu ismin de kaynağı bu değişen zamansallık anlayışının ürünü: “Modern (...) yakın tarihli ya da güncel olan şeye atıfta bulunur.” Levent Yılmaz’ın hayli hacimli ve 2002 yılında Paris, EHESS’te savunduğu doktora tezi, önce Fransızca ‘da Gallimard Yayınları tarafından yayımlandı, Türkçeye çevrilmesi zaman aldı, neredeyse yeniden yaratıldı. 90’ların başından beri modernlerin ‘yeni’ ile meşgalesine merak salmış olan tarihçinin kendisine son derece verimli bir nirengi noktası olarak ‘Eskilerle Modernlerin Kavgası’nı seçmesinden hareketle, aslında ‘niye tarih yazdığımız’, neden eski ile yeniyi ayırdığımız sorularının peşinden giden bir tezdi bu, bugün aynı soruların etrafında, üslubu ve yapısı hayli keyifli bir okumaya yol veren modern zamanın kuruluşunu adım adım inceleyen bir tarih kitabı oldu. Özellikle bu tezin yeniden yaratımı üslup açısından gerçekleşmiş gibi duruyor; tarihçi Levent Yılmaz ‘ın okuruna doğrudan seslenen üslubu, açıktan açığa yönlendirmeleri, metindeki gidişatı, kırılmaları okuruna haber verme şekli, “...hemen sıkılmayın, okumaya devam edin lütfen!” uyarıları ve hatta tarih araştırmalarına pek de girmeyen sözlü ifadenin olanakları metni tarih araştırması ile edebiyat arasında ince bir hatta dolandırıyor. Eskilerle modernlerin kavgası Araştırmanın asıl gayreti ise, Modern Zamanın Tarihi’ni tam da altbaşlığının yani ‘Batı’da Yeninin Değer Haline Gelişi’nin gerektirdiği gibi, modern zamanların varlığa gelişinin nasıl da zamansallık algısının değişimi üzerine kurulu olduğunu tam da dönüşme noktasında yeniden inşa etmek ve özellikle ‘yeni’ denen değerin nasıl da yüceltmeye başladığının yeniden okumasını, bu kez dönemin zaman algısını ihmal etmeden yapmaya çalışmak peşinde. Modernlik hikâyesinin başlangıç noktasındaki tarihini yani ‘Eskilerle Modernlerin Kavgası’nı bu hikâyenin/tarihin çeşitlemesini bazı ‘adamlar’ın peşinden giderek yeniden kurma girişimi bu. Perrault’nun Eskilerle kendi dönemini kıyaslamaya kalkışan şiirinin Fransız Akademisi’nde okunması ile başlayan kitap, tartışmaların odağındaki isimlerin (Racine, Perrault, Petrarca, Dante, Erasmus, Montaigne, Fénelon, Descartes...) ve onların yapıtlarının yarattığı ‘kavga’nın ilerlemesini ya da kendi etrafında tur atmasını hem tarihi kesitlerle, hem daha geride yer alan kökleriyle, hem de bunların önümüze getirdiği malzemenin derinlemesine analizi ile sürüyor. Bir yandan yakın plan bir takip, bir yandan da güncel bilimin ve tarihin donanımı: Gadamer, Levi-Srauss, Hartog, gibi alanlarının çığır açan sosyal bilimci-tarihçilerinin birikimi bu analizlerde yol gösterici. Felsefenin içinden Böylece metin, 17. yüzyılın sonunda tarihlenen bir tartışmanın tarihini neredeyse her türden referans ile okuyarak, Batılı toplumların nereden hareketle, hangi düşünceleri alıp, hangilerini bırakarak, ya da böyle yaptıklarını zannederek modern olduklarının araştırmasını sunuyor. Ayrıca bütün bu çabanın arkasında sadece tarihsel bir bakış açısı yatmıyor, Levent Yılmaz’ın tarihi, belki tarih felsefesi ile elele gitmesinden de dolayı felsefenin içinden de ilerliyor. Bütün bunları alt alta toplayınca aslında karşımıza çıkan şu: Türkçedeki yöntem açısından en yetkin ve içerik açısından en detaylı tarih okumalarından bir tanesi ile karşı karşıyayız. Üstelik okunan bugün hepimizin bildiğimizi sandığımız şeyin aslına dair: Batı’nın tarihi ve kendisini nasıl Batı haline getirdiği. Bizim hali hazırda kabul ettiğimiz, hatta kendimize hedef olarak seçtiğimiz tüm değerlerin nasıl ‘değer’ haline geldiğinin yakından takip edilerek anlatılmış hikâyesi ya da tarihi. Neden mi? “...çünkü Batı’nın yaşadığı bu büyük dönüşümden, Batı’nın sonra da dünyanın geri kalan kısmının Batılılaşmasından hiçbirimiz çıkabilmiş değiliz.” |