Suat Hayri Küçük, “Kapitalizmin markası demokrasi”, Birgün Kitap Eki, 24 Temmuz 2010
Her olay özneyi varoluşa, yaratmaya çağırır ve var olanın bilgi düzenini bozmaya-sökmeye kışkırtır. Yaşamın duyumsandığı bu oluş anlarında anlamın sınırlarının ihlali olarak mutluluk, aşk, arzu ve erdem tıpkı varlığın rahmi olarak sanat gibi hiç olmadığı kadar siyasal şeylerdir. Doğrudan ve kısa yollar yükseklik ve derinlik boyutlarını paranteze alarak ilerler. Bu türden indirgeyici yollar tıpkı çatışan nesnelerin temsillerinin birbirine benzemesi gibi zeminin hemen üstünden gerilmiş ip gibidir. Yürüme praksisine karşıt olarak sanki yolcuyu çelmelemek için gerilmiştir. Söylem alanında da aynı diyalektik çalışır. Sözcükler, kıyısını yanında taşıyan nehirler gibi değer ve anlam yükleriyle bizi kendi paralaksı içine çekerler. Kendisini özgürleşmenin filozofu olarak tanımlayan ve tarihsel zorunluluk fikriyle kavgası süren Ranciere der ki, “Siyasal mücadele, aynı zamanda kelimeleri sahiplenmek için verilen mücadeledir.” Demokrasi sözcüğü de söylemin ve temsilin bu semiyolojik uzamı içinde politik, etik ve estetik boyutlarıyla imgelenebilir. Bu yapılmadığında ise siyasal düşüncenin bütününde yüceltilen demokratik söylevin kekemeleri kervanına katılmış oluruz. Bu kervanın menzili ve ufku ise piyasa ve sivil toplum dininin tapınaklarına kapatır bizleri. Bu tapınaklarda tüm dualar yaşamaya mahkum edilmiş köleler olmaya doğru bir yakarış olarak yankılanır.
İçinde yaşadığımız kapitalist liberal demokrasi çağında anlam düzeni çökmüş, gerçeklik gaddarlaştıkça, keskin bir biçimde kendini duyumsatan hayal kırıklıklarının nedenleri ve sonuçları, sağcı yada nihilist itirazlar yaşama bağlanma ve anlam katma motivasyonu sağlamıyor. Bu mevcudiyetin radikal-kökten aşılması için ilk düşünsel kopuşu bağlanma etiği ve siyasal özne meselesini demokrasi kavramı bağlamında sorgulamalıyız. Böylece demokrasinin de ne olmadığı, ne olabileceği sınırlarına kadar itilerek sınıfsal değeri-anlamı ele geçirilebilir. Kendini dayatan bir sonsuz bağlanma etiği ile demokrasi arasındaki uzlaşmaz çatışmanın açığa çıkacağı bu görme biçiminde insanlık durumunun aşılmasının imkanları ve riskleri de görünür hale gelecektir. Aklın mimarisinde ve nesnelerin matematiğinde özgürlük, anlamı ve adaleti dünyanın katıksız çokluğu olarak görülmelidir.
İmgenin denetlenmesi olarak siyaset gösterisi, içi boş bir toplumsal süreç sahnelemektedir. “Sermayenin sınırı sermayenin kendisidir” diyen Marx’ın aynı diyalektiği demokrasi kavramı içinde söyleyebileceğini varsayabiliriz. Demokrasinin bir siyasal ad koyma biçimi olduğunu ve piyasayla içiçeliğini dikkate alırsak bu ittifakı bozacak bir siyasal adın demokrasiye sığmayacağını ve mahrem bir şey olduğunu söyleyebiliriz. “Özgürlüğü, haklara saygıyı severim, demokrasiyi değil.” diyen Tocqueville’in özgürlüğü demokrasi uzamından kurtarma çabası günümüzde yaşamsal bir zorunluluk olarak gündeme alınmalıdır. Çağın ve mevcut dünyanın bayrağı, maddi varoluştan yoksun bir kutsal olan demokrasidir. Bir öğretinin zıddı, onun basitleştirilerek ters çevrilmişi değil, o öğretinin tüm düzeneğini boşa çıkaran yaratıcı önerme olacaksa demokrasinin zıddı totalitarizm değil komünizmdir. Her zaman olumlu bir değer atfedilen ve üzerinde geniş mutabakat sağlanan siyaset ve hukukun kesiştiği demokrasi, bir o kadar da herkesin aynı şeyi kastetmediği bir kavram. Bu kadar çok anlamı olan ama bir anlamı da kalmayan demokrasin imkanları karşısına kurduğu tuzakları görerek çıkılmalıdır.
Eric Hazan’ın sunumuyla ve Savaş Kılıç’ın çevirisiyle Demokrasi Ne Âlemde?, Agamben, Badio, Bensaid, Brown, Nancy, Ranciere, Reose ve Zizek’in demokrasi üzerine manifester nitelikte kısa makalelerinden oluşuyor. Demokrasi kavramına giriş niteliğinde okunabileceği gibi sonsöz kabilinden de okumaya yetişen yalınlık ve sertlikte metinlerden oluşan kitapta günümüzde bu kavramın terk edilip edilemeyeceği tartışılıyor. Demokrasi teriminin temel oluşturduğu söylemin muğlaklığı, neden söz edildiğinin işaretlemesini imkansız kılıyor. Terimin kendisine temel oluşturan rasyonalitenin yitik burjuva ütopyası/yanılsaması, siyasal aygıtın kuruluş biçimi, yönetim tekniği, iktidarın meşrulaştırılması ve işleyiş biçimine dair bir ad, sıfat olarak ele alınmalıdır. “Kurucu erk (politeia) ile kurulan erk (politeuma) bu noktada politikanın iki yüzünü bir arada tutan şey olarak görünen hükümran erk aracılığıyla birbirine bağlanır. Fakat politik olan şey neden ikiye bölünmüştür ve iktidar (kyrion) bu yırtığı neyle dikip birleştirmektedir?” diyen Agamben, sembolik sistemin aurasını alarak demokrasinin çıplak politiğini görünür kılmaya çalışır.
Çağın gerçeğine, sembolik sistemin kutsallarına değen simgeler kazındığında çağın hakikati ile demokrasi arasındaki karşıtlığın ontolojik temeline inilebilir. Bu söylem arkeolojisinde demokrasinin anlam soy kütüğü oluşturularak görülür ki var olan dünya aslında herkesin dünyası değildir. Birileri bu dünyaya mahkum edilmiştir ve bu mahkumiyet demokrasinin yapısal bir unsurudur. Hangi nesnel mekan, hangi kolektif demokrasiye işaret eder? sorusu da Badio’nun demokrasinin mimarisi üzerinden onun burjuva karakterini açığa çıkarma çabası olarak okunabilir. Bu paralakstan baktığımızda demokrasi mekanının özgürlüğün bağlamı olmadığını imgeleyebiliriz. Çünkü, dünyayı hakikat ile gerçekler arasındaki fark aydınlatır, burjuva soyut eşitlik bu farkı örter, maskeler ve bu dünyanın kendine ait mantığını paranteze alır. “demokrasinin zıddı despotizm veya totalitarizm değildir. Demokrasinin zıddı, kolektif varoluşu bu tezgahın cenderesinden çekip çıkarmak isteyen şey olur. (…) dolaşım düzeni artık paranın düzeni, birikim düzeni de sermayenin düzeni olmamalıdır. (…) Politikayı iktidara veya devlete havale etmeyi reddedeceğiz,” diyen Badio, bizi bu seküler totemden uzak durmaya davet eder gibidir.
Burjuvazi için yüzer-gezer gösteren olarak demokrasi despotizmin takma burnudur ve piyasaya imanın temsilidir. Siyasi bir rejimden öte burjuva politikasının inşası/kuruluşudur. Mümkün olanın alanının yapılandırılması ve temellüküdür. Zamanın ahengini, mekanın tamlığını asla açılmayacak olan araladığı kapılar ve asla bir yere varmayan merdivenlerle örtmeye çalışmanın maskaralığı demokrasi, nihayetinde bir fiyaskodur. Muğlak ve içi boş demokrasi evrensellik ufkunu sürekli menzilin dışına iter, eşitlik ile özgürlük arasına girer, ayrımları ve bağlantılar bulandırır.
Demokrasinin anayasaya uygunluk, yasal eşitlik, siyasal/sivil özgürlük, özerklik ve herkese açıklık ilkeleri piyasanın ihtiyaçlarına hizmet ettikçe varlığını sürdürebilir. Piyasa demokrasisi, demokrasiye soldan yüklenen olumlu anlam açısından oximorondur. Özgürlük herkesin eşit paylaştığı bir öz değil, arzudur ve demokrasi özgürlüğün eşitlikle birlikteliğini sabote ederek işler. Ö nedenle de dünyaya demokrasi ile tahakküm edenler karşısına başka bir dünya kurarak çıkılabilir. Foucault ve Derrida’nın iktidar ile ilgili okuma-görme biçimleri bu nedenle çağı aşarak inkarın işaretleridir. Demokrasi teokrasinin ötekisidir; tıpkı burjuvazinin aristokrasinin ötekisi olması gibi iktidar itkisi iktidarı aşan bir varoluşa işaret eder. Bir varoluşun biçimleri, anlamları, içerimleri nedir? sorusu radikal bir geri çekilme olarak, daha öteye sıçramak için birkaç adım geri çekilmek kabilinden bir sorudur.
İdeolojinin bulanık sularına dalan Zizek demokrasiye göz hizasından bakarak işgücünü satma özgürlüğünün ürettiği özgürlüksüzlük, burjuva ailesinin yasallaştırılmış fuhuş olması gibi sahte-burjuva içeriğin maske formu olarak göz hizamıza indiriyor. Piyasanın demokrasi markasının bulandırdığı imgelemimizde bildiklerimizi bir Ana-Gösteren’e nasıl tabi kılacağımızı bilmiyor oluşumuzu; kader yapıcı köken, engel ve imkan olarak burjuva ufku bizler için eşiğe taşıyor. Zizek, hepimizin aklından çıkmayan ama siyaseten doğruculuk adına dile gelmeyen özgürlük ve onurun zorla geri alınması, yada ilk kez yaratılması için, ezmeye dönük şiddet olan kapitalizm karşısına intikam amaçlı sınıfsal-politik şiddetin insaniliğini, Fanonik düşünceyi gıdıklıyor. Çağın lanetlilerinin mevcut toplumsal düzene hiçbir sorumluluğu yoktur, bu düzen ezdiği insanların etik tözü dışındadır. Bu nedenle Zizekçi düşüncede proletarya diktatörlüğü anlamlı bir oksimordur.