Soreş Oruç, “Sanatlar için başka estetik”, Kitap Zamanı, 6 Aralık 2010
1 a) Teori Neydi-Ne Oldu?
Badiou’nun Önemi
900’lerin ikinci yarısı teoriyle haşır neşir olanlar için Fransız Asrı’ydı. Dilbilim, psikanaliz, felsefe, semiyotik, semiyoloji, fenomenoloji ve edebiyat teorileri, ‘eleştirel teori’ denebilecek bir üst başlıkla iç içe geçmiş; yine mezkur ikinci yarıda oluşan ve günümüzde pek de bir etkisi kalmayan ‘bilim’ dalları tam bir hükümranlık sürmüştü. Lakin, ‘post-modern’ mefhumunun dolaşıma girmesiyle beraber, bütün Fransız Asrı, daha o zamanlardan izlenebilecek bir göç izleğiyle Amerika’ya geçmiş ve en önemli temsilcileri arasında Jameson’un sayılabileceği düşünürler tarafından ‘post-modern’ başlığıyla sunulmaya başlanmıştır.
Post-yapısalcılıkla başlamış, ama işsiz ve yersiz yurtsuz kalmış akademiklerin zaten hiçbir zaman dillerinden düşürmediği ‘son’, ‘çöküş’, ‘yıkım’, ‘yeni’ ve ‘post’ başlıklarıyla sunulan logos kıyameti, kültürel bir aura yaratmış, birçoklarınca ‘laf salatası’ olarak adlandırılan yeni bir diskur üretilmiştir.
Fransız Asrı’nın ürettiği ya da olgunluğa kavuşturduğu bilimler, aynı zamanda arkadaş (konfidant) olan Lacan, Ponty, Strauss ve Jacobsen tarafından birbiriyle kaynaştırılmış; Fransız kültürel atmosferi, Fransız Yeni Dalgası ve Yeni Roman aracılığıyla ‘sanat dünyası’nda aksülamel uyandırmaya başlamıştı. Günümüzde entelektüel kamp, üniversite vasıtasıyla ‘kültürel çalışmalar’ın egemenliği altında, ‘kimlik’ araştırmaları yapmayı sürdürmektedir. Amerika’nın demokratik istilası altında bulunan sosyal bilimler garip bir entelektüel şarkiyatçılık enstitüsü haline gelmiştir. Kıta felsefesinin anti-postmodern kanadının Agamben ve Zizec’le beraber en önemli temsilcilerinden olan Alain Badiou ise bu çalkantıdan kurtulmanın yolunu arayanlardan.
b) Teoride Yeni Gelişmeler ve Türkiye
Günümüzde Jacques Ranciere, Jean-Luc Nancy ve Alain Badiou ile hak ettiği nazarı dikkati tekrar kazanan Fransız düşüncesi, tam da ismi sayılan filozoflar vasıtasıyla ‘post’ ve ‘yeni’ kıyafetlerinden sıyrılarak, hakim post-modern istiladan ‘başka’ başlığıyla kurtulmaya çalışmaktadır. Türkiyeli fikir erbaplarınca da yakından takip edilip Türkiyeli okura sunulan çalışmalar, düşünceyi kıyamet kuruntusundan kurtarıp teori geleneğiyle tekrar barıştırmaktadır.
c) Başka Bir Estetik
Felsefe ve sanat ilişkisinin incelendiği bu önemli “kılavuz“, Badiou’ya ait “estetik-olmayan” kategorisi altında “kimi sanat eserlerinin bağımsız varoluşunun ürettiği o tam anlamıyla felsefe-içi” etkilerin izini sürmektedir. Kitabın teorik bagajının açımlandığı ‘Sanat ve Felsefe’ başlıklı birinci bölümde sanat ve felsefe ilişkisinde gördüğü didaktik-romantik ve klasik düğümlenme tarzlarını teşhis eden Badiou, sanat ve felsefe arasında dördüncü bir düğümlenme bağı önermek gerektiğini belirtir.
Badiou’ya göre Didaktik şema Platon ve Marksizm tarafından; Romantik şema Alman Yorumbilgisi ekolü tarafından; Klasik şema ise Aristoteles ve Psikanaliz tarafından düğümlenmiş, belli bir dolgunluk ve kapanma evresine ulaştırılmıştır. Sanat ve felsefe ilişkisini bahsi geçen ekollerin hakikat, olay, varlık ve sanat tasavvuru üzerinden inceleyen Badiou, sanatın tekillik ve içkinlik kategorilerini tekrar devreye sokarak sanatı bir hakikat usulü olarak nitelendirir ve sanatın eğitimle olan ilişkisinin yegâne amacının kendi varoluşu ve bu varoluşla karşılaşmak olduğunu belirtir.
Badiou, hakikatin sonsuz bir çokluk ağı olduğunu söyler. Sanat-hakikat, “bir olay tarafından başlatılan sanatsal bir usuldür” der ve ekler, bu usul ancak sanatsal konfigürasyonları ilgilendirir. Konfigürasyonlar kavramıyla bir usuller halitası kategorisi altında sonsuz “yapıtlar kompleksinden oluşmuş bir sekans”ı anlayan Badiou, kitabın diğer kısımlarında şiir, dans, tiyatro, sinema ve edebiyatın ‘felsefe-içi’ etkilerini, bu usullerin felsefeyle olan ilişkisini inceler.
Şiirde Mallarme, Paul Celan, Lebid Bin Rebia ve Pesoa’yı inceler. Dansta Nietzsche ve Mallarme üzerinden giderek, dansı meydana gelmiş olmaya karar veren olayın ön-adı olarak niteler. Sinemada Visconti, Wim Wenders, Orson Welles ve Murnau’nun yapıtları üzerinden giderek, sinemayı bir fikrin görünüşünün hareketini sağlayan ve kendisi dışındaki altı sanatı eksilten sanat olarak değerlendirir. Tiyatroyu Eros ve Polis’in kıskacı altında bir düşünce olayıyla fiziksel olarak karşılaşmak olarak tanımlar. Edebiyat kısmında ise Beckett’in Worstward Ho’sunu inceleyen Badiou, edebiyatı varlığın stenografisi olarak adlandırır.
d) Sonuç
Badiou’nun sanatla oynaşını bir iki paragrafla özetleyebilmek mümkün değildir. Türkiyeli okurun Badiou’nun varlık, hakikat ve olay üzerinden, matematik ve şiiri hakikat konfigürasyonları olarak kodlayan ontolojisiyle tanışmasını sağlamak için elzem olan Öznenin Teorisi ve Varlık ve Olay’ının Türkçeye çevrilmesini beklemesi ve Başka Bir Estetik’te bahsedildiği kadarıyla, bu kavramlar üzerinden bütün felsefe geleneğini de yanına katarak yeniden düşünmesi gerekecektir.