Orhan Tüleylioğlu, “İnsan deneyiminin temel sorusu”, Milliyet Sanat, Eylül 2008
Bilim insanlarının bütün gözlem ve deneylerinin altında bir “neden?” sorusu yatar. Tarihçilerin savaşların çıkış, uygarlıkların yükseliş ve çöküş nedenlerini soruşturması gibi, psikiyatrlar da hastalarının hangi nedenle hastalandığını bulmaya çalışır. Çocukların, hayatı anlama çabalarına eşlik eden “neden?” sorularına sevk eden de nedensel soruşturmadır. Stephen Kern’e göre insan deneyiminin en temel sorusu ve bütün soruların ardında yatan soru budur. Sorgulayan insan zihninin merkezinde yer alır; insan kavrayışında öyle asli, bu kavrayışın açıklama işlevi bakımından öyle bir role sahiptir ki tarihsel gelişmeye ışık tutar.
Stephen Kern, Nedenselliğin Kültürel Tarihi adlı kitabında insan davranışının nedenlerine ilişkin tarihsel olarak farklılık gösteren düşünceleri incelerken çalışmasını edebi bir zemine oturtuyor. İnsan eyleminin neden ve amaçlarına dair yeni anlatım biçimleri ortaya koymuş olabileceğini düşünerek, yüzü aşkın cinayet romanında iz sürüyor. Bunu yaparken de, bir yandan bilim, teknoloji, sanat, psikoloji, tıp, sosyal bilimler ve felsefe gibi çeşitli alanlarda yaşanan değişimi ele alıyor, bir yandan da bu değişimin edebiyattaki yansımalarına işaret ediyor. Kuantum teorisi ile genetikten varoluş felsefesi ile cinayet romanlarına kadar çok çeşitli kaynaklara başvuran yazar Avrupa ve Amerika’da nedensel etmenlere dair değişen fikirlere odaklanıyor.
Cinayet romanlarında, cinayetin nedenlerine dair kavrayışın on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar birbirine bağlı beş şekilde dönüşüme uğradığını söyleyen yazar, nedensel bilginin artan özgüllük, çeşitlilik, karmaşıklık, olasılık ve belirsizliği hakkında değişen fikirlerin 170 yıllık tarihinin izini sürüyor; bu beş gelişmeyi bir argüman bünyesinde bir araya getiriyor. Söz konusu argüman, ne kadar çok şey bilirsek, ne kadar az şey bildiğimizin o kadar farkına vardığımıza ilişkin epistemolojik klişenin nedenselliğe uyarlanmış hali. Yani, ne kadar nedeni kavrarsak, keşfedecek daha ne çok neden olduğunun ve bildiğimizi sandığımız nedenler hakkında aslında ne kadar az şey bildiğimizin o kadar ayırdına varırız.
Yazar bu argümana özgüllük-belirsizlik diyalektiği adını veriyor. Bu terimler söz konusu etkileşimin pozitif ve negatif yönlerini ifade etmeye yarıyor. Özgüllük aynı zamanda kesinlik ve geçerliliği belirtebilirken, belirsizlik ise çeşitlilik, karmaşıklık ve olasılığı ifade ediyor.
Kitapta söz konusu fikir değişimleri, soy ile genetik, çocukluk ile psikanaliz ve psiko tarih, dil ile dil felsefesi ve dilbilim, cinsellik ve seksoloji ve endokrinoloji, duygu ile iktisat ve fizyoloji, zihin ile nörobilim ve psikiyatri, toplum ile sosyoloji, fikirler ile varoluş felsefesi bölümleriyle ele alınıyor. Her bölümde romanlarda cinayete dair, cinayetin düşünce eksenini oluşturan yeni bilim ve disiplinlerdeki gelişmelerce desteklenen farklı bir nedensel durum veya güdü hakkındaki değişen fikirler ele alınıyor. Bu bölümlerde özgüllük-belirsizlik diyalektiğinin bilimsel ve edebi sonuçlarına dikkat çekiliyor.
Stephen Kern’e göre bilimcilerle romancılar, tartışmanın beş esasına farklı katkılarda bulunmuşlar. Bilimciler nedensel olarak davranan kendilikleri saptayarak, nedensel kavrayışı daha kesinlikli kılmaya çabalarken, romancılar nedenselliği yaşamın dokusuna işleyip, nesnel kavrayışın açığa çıkışını sanatsal açıdan daha dinamik kılmaya çalışmış, tarihin belli bir aralığında yaşamanın ne anlama geldiğine dair daha derin bir anlayış sergilemiş.
Son derece zengin ve şaşırtıcı kitabında nedenselliğin kapsamlı bir kültürel tarihini sunan Stephen Kern, “Araştırmacılar nedensel etmenlere dair kavrayışlarını geliştirdikçe, hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylere ilişkin yeni bilgisizlik alanları, bilgi sahibi oldukları şeyler hakkında ise yeni belirsizlik kaynakları açığa çıkarmış, bu bilgisizlik ve belirsizlik alanları ise daha özgül soruşturmalara kapı açacak yeni tasarılar akla getirmiştir” diyor ve şunları ekliyor: “Söz konusu dönüşümün olumlu getirisi, bireylerin geleneksel anlatılarla değer sistemlerine dayanmaktan kurtulmak, kendilerine bizzat temel oluşturmak durumunda kalmalarıdır. Bütün bu koşullar altında, fikirlerin nedensel rolü de esas itibariyle dinsel ve ahlaki zeminden estetik ve varoluşsal zemine kaymıştır.”
Nedenselliğin Kültürel Tarihi ufuk açan, anlatımı ve bilgi içeriğiyle benzersiz bir çalışma.