| ISBN13 978-975-342-609-1 | 13,5x21,5 cm, 256 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Ata Devrim, “Ergenlik Çağının Sonu”, 7 Mayıs 2007 Wittgenstein, Tractatus’u yazdıktan sonra felsefe ile olan bütün ilgisinin sona erdiğini düşünmüştü. Bu tutumu “artık büyüdüm” düşüncesiyle oyuncaklarını bir çırpıda çöpe atan ergenin davranışına benziyordu. Ne var ki, hayat sürdükçe ve özellikle bizim dışımızdakilerin varlığını daha açık bir biçimde duyumsadıkça felsefe sessizce ölmez, tam tersine gittikçe canlanır. Felsefi Soruşturmalar’da ergenin içe-kapanık öfkesini kusan Wittgenstein’la yeniden karşılaşmamızın nedeni de böyle bir şeydir. Bu kitapta, kısacık önermelerini buyurgan bir biçimde önümüze koyan Wittgenstein’ın yerine okuruyla daha çok diyaloğa giren, öne sürdüğü düşünceleri anlaşılır kılmak için çaba gösteren, “dersini almış” bir Wittgenstein vardır. Bunun en önemli nedeni, belki de Wittgenstein’ın 1926’ya dek süren ilkokul öğretmenliği deneyimidir. Öğrenciler karşısında gerekli sabrı gösterememiş, disiplini sağlamak için sert yaptırımlara başvurmuş ve bu nedenle velilerin tepkisini çekmiş, hatta bir veli tarafından hakkında suç duyurusunda bulunulmuş olmasına karşın, sonuç hiç de Wittgenstein’ın sandığı gibi “başarısızlık” değildir. Çünkü Felsefi Soruşturmalar eğitim olgusundaki en önemli unsuru barındırır: Diyalog. Felsefe düşmanları, Tractatus’taki monoloğu nasıl sevmişlerse, felsefenin geri getirdiği bu diyaloğu da aynı biçimde kınamışlardır. Kuşkusuz, Felsefi Soruşturmalar’ı yazana dek kendi yalnızlığını kendisi yaratan bu adam, Viyana’ya felsefi tartışmalar için davet edildiğinde, Tractatus’u anladıklarına inanmadığı bu kişilerle tartışmaya girmekten kaçınmıştır. Hatta bu tartışmalardan birinde onlara sırtını dönüp Tagore’un bir şiirini sesli olarak okumayı yeğlemiştir. Neyseki matematik filozofu Frank P. Ramsey, bu tartışmalar sırasında Tractatus’un eleştirilebilecek yönleri olduğu konusunda Wittgenstein’ı ikna etmiştir. Böylece, Rusya’da üç hafta süren emekçilik, Western filmleri, bir hastanede çalışma, yarım dakikadan bile kısa süren bir beste vb. çılgınlıklara felsefe kesintisiz olarak eşlik edebilmiştir. Wittgenstein, kitapta genel olarak dil oyunlarını tartışır. Sözgelimi, “çekiç!” çekici gösterip onun adını öğretmek değil de “çekici ver!” buyruğunun kısaltması olarak farklı bir anlama sahiptir. İlginçtir ki benzer argümanı Heidegger, Felsefi Soruşturmalar’dan yaklaşık on sene önce yayınlanan Varlık ve Zaman’da tartışmıştır. Heidegger’e göre “çıkarım” bir şeye kesinlik kazandıran ve iletişime dayalı göstermedir. “Çekiç ağırdır” şeklindeki çıkarım, çekicin ne işe yaradığını değil, çekicin özüne ilişkin bir şey söyler. (Being And Time, çev. John Macquarrie ve Edward Robinson, Blackwell Publishing, 2004, s.199.) Wittgenstein ise aynı argümanın yardımıyla dilin yalnızca adlandırmadan ibaret olmadığını belirtir. Ona göre, sözgelimi satranç öğrenen biri için bir taşın adının “kale” olması, kalenin hangi yönlere gidebildiğini öğrenmemişse, pek fazla bir anlam taşımaz. Daha doğrusu, “kale”ye neden bu adın verildiği bilinmeden, bu ad hiçbir çağrışımda bulunamaz. Wittgenstein, bu kitapta, gerçekte Tractatus’un yöntemini bütün olarak eleştirmiştir. Çıkarımların ne anlama geldiği, dil oyununda kavramları kullanabilmek için nasıl bunların içeriklerinin öğrenilmesini gerektiriyorsa, çıkarımları ortaya atan kişi tarafından açıklanmalıdır. Wittgenstein’ın verdiği bir örnekte olduğu gibi, herkes kendi kutusunun içindeki çekiçten emindir ama sıra çekici betimlemeye gelince karşı tarafın anlaması için çaba göstermek gerekir. Wittgenstein, Tractatus’un anlaşılmamasından yakınıp durmuş, hatta Russell’ın kitaba yazdığı önsözü bile reddetmiştir. Sonunda Wittgenstein’a mesaj açık olarak verilmiştir: Öyleyse anlat. Bu kitapta Wittgenstein’ın felsefeye yönelik tutumunun değişebileceği gibi bir beklentisi olanlar ne yazık ki düş kırıklığına uğrayacaklar. Sürekli değişen ilgileriyle kendisini belli eden Wittgenstein’ın özgür ruhu, gelip geçici olmayan, tersine bir tutku olan felsefenin gücünü yadsımaya ve onu bir şeylere indirgemeye çalışır. Özellikle, felsefenin yaratıcı olmadığını, genel kabul görmüş araçları kullandığını iddia eder. Oysaki Wittgenstein’ın kendisi bilir ki satrancı iyi oynamak oyunun kurallarını bilmekle ilgili değildir. Habermas’ın belirttiği gibi dil oyununda insanlar, yalnızca önceden konmuş kuralları yinelemezler, tersine, sentezleyici davranırlar. Oyuncunun pratikle geliştirdiği oyun tarzı, oyuna ilişkin bir yorumlamadır. Felsefe, yaşam praksisinin bütünüyle ilgili olduğuna göre, yaşamın yorumlanmasıdır. Bu yaratıcılık değil de nedir? Ölmeden önce Wittgenstein doktoruna şöyle der: “Onlara harika bir hayat yaşadığımı söyle.” Onun kendisiyle ilgili bu son çıkarımı, tartışılmaz bir doğruluğa sahiptir. Wittgenstein, belki kuramsal farkındalığa hiçbir zaman ulaşamamış olabilir ama yaşamı boyunca değişik etkinlikleriyle pratik olarak yaşamı sürekli yorumlamış, yaşama sürekli farklı bir felsefe ile yaklaşmıştır. |