Önsöz, s. 19-15
Bu kitaptaki olaylar on yedinci yüzyılda kuzeydoğu Çin'in küçük bir köşesinde geçiyor. Kesin mevki Şantung eyaletinde yer alan Tan-çeng bölgesi ve olayların çoğu da 1668 ile 1772 yılları arasında gerçekleşiyor. Bu zaman ve mekân içerisinde odak noktamız eğitimli elit tabakadan çok daha düşük bir seviyede yaşayan insanlar: zor zamanlarda kendilerine yardım edecek bürokratik bağlantıları ve destek alabilecekleri güçlü sülale örgütlenmeleri olmayan çiftçiler, çiftlik çalışanları ve eşleri. Bu insanları dört küçük kriz bağlamında gözlemleyeceğim: birincisi toprağın işlenişi ve toprak vergilerinin toplanmasıyla, ikincisi dul bir kadının çocuğunu ve mirasını koruma çabalarıyla, üçüncüsü yerel bir kan davasından kaynaklanan bir şiddet patlamasıyla, dördüncüsü de çekilmez bulduğu mevcut koşullarla daha fazla mücadele etmek istemediğine kanaat getirip Tan-çeng'deki evinden ve kocasından kaçmaya karar veren Wang adında bir kadınla ilgili. Bu krizlerin "küçük" olduğunu söyledim ama bu sadece kayıtlara geçen koca bir tarih bağlamında doğru. Olayların içinde olan insanlar için bunlar mutlak ve hayati bir önem taşıyordu.
Bu hikâyeyi kasıtlı olarak kırsal ve yerel tutmaya çalıştım, zira modern çağ öncesinde yazılmış, Çin'in kırsal kesimlerine dair kayıtlar belli yörelere odaklanmaktan ziyade, çok büyük bir coğrafi alandan çok uzun zaman dilimleri içinde kesitler sunuyor ki bu durum da gayri şahsileştirmeyi neredeyse kaçınılmaz kılıyor. Yapılan az sayıda yöresel araştırma da belli bir özelliği olmayan kırsal bölgelerdense bazı özellikleriyle ün yapmış bölgelere odaklanıyor: örneğin pek çok yetenekli insan yetiştiren, kanlı ayaklanmaların baş gösterdiği, ekonomik açıdan çeşitlilik gösteren ve kâr getiren, sosyal kurumları çetrefilli bir tarihe sahip olan yörelere. Oysa Tan-çeng hiçbir yönüyle ünlü değildi: On yedinci yüzyılda tanınmış bir adam yetiştirmemişti, ekonomik ve sosyal şartlarına dair çok az bilgi kayıtlara geçmişti ve felaketler yöreyi birbiri ardına vurmasına rağmen insanlar isyan çıkarmamışlardı.
Geçmişten yoksulların ve unutulmuşların yaşamlarını çekip çıkarmak daima zordur; dahası, Çinlilerin hanedan ve bölge tarihi yazma konusunda gösterdikleri titizlik ironik bir şekilde yerel kayıtların çoğunun saklanmamasıyla el ele gitmiştir. Ortaçağın sonlarına doğru Avrupa'nın nasıl olduğunu son derece yakından ve detaylı bir biçimde betimleyen eserlerin yazılmasını sağlayan resmi soruşturma belgelerinin, lonca faaliyetlerine dair belgelerin, toprak kiracılığına dair ayrıntılı kayıtların ya da doğum, evlilik ve ölüm belgelerinin karşılıklarını genellikle bulamıyoruz Çin'de. Bununla birlikte elimizde bir miktar malzeme var ve ben de Tan-çeng'in dünyasına biraz da olsa nüfuz etme teşebbüsümde temel olarak üç farklı kaynaktan faydalandım.
Bu kaynakların ilki, 1673 yılında derlenmiş olan Tan-çeng'in Yerel Tarihi. Geleneksel Çin'de bölge tarihleri çoğunlukla birörnekti: Eğitimli eşraf mensupları tarafından derlenen bu eserler bölgelerin coğrafi konumlarını ve topografyalarını; şehirlerini ve surlarını; tapınaklarını; toprak ve vergi sistemlerini; yerel yönetimin resmi daire ve bürolarını; yöre eşrafının, makam mevki sahiplerinin ve sıradışı bir "sadakat" ya da "erdeme" sahip olduğu düşünülen kadınların biyografilerini; bölgeyi doğrudan etkileyen orduları, eşkıyaları veya doğal afetleri ve bölge tarihine dair bu tür konuları belli bir sırayla ele alıyordu. Tan-çeng'in Yerel Tarihi biçim ya da içerik açısından sıradışı olmamasına rağmen bölgenin sıkıntıları konusunda gayet detaylı ve zaman zaman canlı bir anlatım sunuyor. Bu tür yerel tarihlerde detayların yoğunluğu, anlatılan olayların kitabın derlenme tarihinden ne kadar önce gerçekleştiğine bağlı olarak değişme eğilimindedir: Tan-çeng'in Yerel Tarihi'nin 1673 yılında derlenmiş olması, anıların birinci elden aktarıldığı ve son kırk-elli yıl boyunca hayli acı yaşanmış olduğu anlamına geliyor; projenin genel yayın yönetmeni Feng Ko-tsan da nostaljik duygular ya da münasip bir dil kullanma kaygısı içermeyen, bütünüyle kasvetli bir tarih derlemiş olmaktan memnun görünüyor.
İkinci kaynak, bilgin ve devlet memuru Huang Liu-hung'un 1690'larda derlediği, sulh hâkimliğine dair kişisel bir hatıra ve elkitabı. Aynı şekilde bu da büsbütün yeni bir yazım türü değil. Bürokratlara rollerini nasıl değerlendirmeleri gerektiğini ve nasıl hem kendi çıkarları hem de toplumun çıkarları doğrultusunda hareket edeceklerini göstermek amacını güden böyle elkitapları daha önce de yazılmıştı. (Toplumun çıkarlarıyla sulh hâkiminin çıkarları birbiriyle büyük ölçüde kesişiyordu, zira bir bölgedeki insanlar yöneticilerin açgözlülüğü, aptallığı, zulmü veya yetersizliği yüzünden protesto amacıyla ayaklanacak ya da vergi vermeyi reddedecek olursa sulh hâkimi büyük olasılıkla ağır bir ceza ödemek durumunda kalıyor veya görevden alınıyordu.) On yedinci yüzyıl içinde herhangi bir zaman diliminde Çin'in mevcut bölgelerinde sulh hâkimi olarak görev yapmakta olan bin dört yüz memurun işi zordu, çünkü kendi yetki alanları çerçevesinde muazzam bir güce ve kanun, maliye, toplum güvenliği konularında baş yetkili unvanına sahip olmalarına rağmen, aynı zamanda daha üst düzey yetkililere, bölgesel yöneticilere, Pekin'deki bakanlara ve imparatorun kendisine dek uzanan karmaşık bir emir-komuta zincirinin de ast üyeleriydiler. Dahası, sulh hâkimlerinin günlük davranışları titiz kurallarla dolu bir dizi idari yasa ile yönlendiriliyordu; tıpkı halk arasında gözlenen bütün suçları ve düzene aykırı davranışları sistematik olarak sıralayıp her suç için kati bir ceza belirleme amacını güden Çing Hanedanı'nın Yasal Yönetmeliği adlı muazzam külliyatın, önceki Ming Hanedanı'nın içtihatlarını belirlemiş olması gibi. Sulh hâkimlerinin bu yasaları yorumlama ve uygulama tarzları üstlerinin sıkı denetimine tabiydi ve kendi yetki alanları içerisinde meydana gelebilecek her türlü ihlalden de yine sulh hâkimleri sorumluydu. Tan-çeng'de 1670'ten 1672'ye kadar sulh hâkimliği yapan Huang Liu-hung da bu tür sınırlandırma ve baskılar karşısında kendisiyle aynı dönemde yaşayan meslektaşlarından daha özgür değildi. Fakat Huang detaylara odaklı gözleri ve kesinlik takıntısıyla alışılmadık ölçüde duyarlı bir gözlemciydi: Elkitabını yazarken genellikle bahsettiği olayın tam olarak hangi saatte veya günde (periyodik kameri takvime göre) meydana geldiğini; belli bir alım satım işinde tam olarak ne kadar paranın döndüğünü; belli bir davaya karışan insanların sayısını ve rütbelerini tek tek belirtmiştir. Yerel Tarih'e ya da dönemin başka kayıtlarına bakarak karşılaştırma yapma imkânımızın olduğu durumlarda bu detayların kesinlikle doğrulandığını görüyoruz. Sonuç itibariyle Huang genellemelerle yetinmeyen biriydi; yazdığı elkitabında yasa ve yönetim konusundaki görüşlerini somut örneklerle aktarmıştı ve bu örneklerden dördü şu an elinizde tuttuğunuz kitabın çok önemli bir kısmını teşkil ediyor.
Üçüncü kaynak, Tan-çeng'le arasında eşkıyaların istila ettiği bir dizi tepe bulunan Tzu-çuan bölgesinin biraz kuzeyinde yaşamış olan deneme, hikâye ve oyun yazarı P'u Sung-ling'in yapıtı. Batı' da pek tanınmamasına rağmen P'u Sung-ling Çin'in en yetenekli ve dikkate değer yazarlarından biriydi. 1670'lerde hikâyelerini Şantung eyaletinde yazdığını, 1670 ve 1671'de de yolunun Tan-çeng'e düştüğünü öğrendiğimde, P'u Sung-ling'in bakış açısını, Feng Ko-tsan ile Huang Liu-hung'un daha geleneksel tarihi ve idari yazılarını tamamlamak için kullanmaya karar verdim. Zira Feng ve Huang bizi toplumlarının önemli bir parçası olan bireysel öfke ve sefalet dünyasının hayli derinlerine götürmelerine rağmen Tan-çeng'in bir diğer parçası olan yalnızlık, tensellik ve rüya âlemlerinin derinlerine inmekle ilgilenmiyorlardı. Oysa P'u Sung-ling'in takıntısı tam da bu âlemlerdi ve ben de onu mevcut pek çok yönünden üçüyle kendime kaynak olarak seçtim: Şantung hatıralarının yazarı, hikâye anlatıcısı ve kimi zaman göz kamaştıran bir güç ve zarafete sahip olan imgelerin yaratıcısı. Bana öyle geldi ki o kayıp dünyadan kalan diğer kaynakların ötesine geçip Wang hatunun ölümünden önceki uykusunda zihninden neler geçtiğini ifade etmeye, ancak bu imgelerden bazılarını bir araya getirip montajlayarak yaklaşabilirdik.
Böylece kitap Wang hatunla bitiyor, ki olması gereken de bu zira her şey onunla başlamıştı. Birkaç yıl önce bir kütüphanede tesadüfen rastladığım Wang hatunun hikâyesi beni Tan-çeng'e ve Tan-çeng tarihindeki acılara; zenginlik, nüfuz ve güç dağılımlarının hepsinde kaybeden durumuna düşmüş olan bu küçük bölgeyle ilk karşılaşmama götürmüştü. Wang hatunun hikâyesinin bizi bir bütün olarak Çing hanedanı konusunda ne kadar aydınlatabileceğini hâlâ bilmiyorum ama Wang hatun gibi pek çok kadının yaşadığını tahmin ediyorum zira o dönemde Tan-çeng gibi pasif bir şekilde acı çeken, vergilerini ödeyen ama karşılığında çok az şey alan pek çok bölge olması gerektiği kanaatindeyim.
Benim Wang hatuna verdiğim tepki karmaşık ve yoğundu. Bazen deniz alçaldığında suyun dibinde parlayan bir taş görürsünüz ve onu dalgaların arasından çekip alırken neredeyse pişmanlık duyarsınız çünkü birkaç saniye içinde taşın güneşte kuruyacağını, üzerindeki canlı renklerin solup yok olacağını bilirsiniz. Wang hatun da benim için işte böyleydi. Fakat benim durumumda renklerle damarlar solmadığı gibi elimde tuttuğum sürece daha da belirginleşti ve kimi zaman onu tutan canlı tene sıcaklık veren şeyin taşın kendisi olduğunu hissettim.