Mustafa Eroğlu, “Küreselleşmenin Değiştirdiği Dünyamıza Dair”, Remzi Kitap Gazetesi, Ağustos 2006
“Irak Dünya Mahkemesi” süreci, birbirinden kilometrelerce uzak ülkelerde yaşayan, konularında uzman yüzlerce aydının ve bilim insanının çabalarıyla ortaya çıkmış bir hareket. Bu oluşumla aynı adı taşıyan kitap, 24-27 Haziran 2005 tarihleri arasında, İstanbul’da gerçekleştirilen nihai oturum tutanaklarını ortaya koyan bir belge niteliğinde. Esin kaynağını Vietnam savaşı sonrasında yapılan Bertrand Russell mahkemesinden alan “Irak Dünya Mahkemesi”, yalnızca Irak halkına karşı işlenen suçları değil, tüm insanlığa ve canlılara karşı işlenen suçları da tarihe not düşüyor.
İnsan hakları ve demokrasi kavramlarının, büyük güçlerce müdahale aracı olarak kullanıldığı bir çağı yaşıyoruz. Öyle ki, demokrasi getirmek uğruna ülkeler işgal edilebiliyor. İnsan haklarını korumak iddiasıyla, bir canlının en temel hakkı olan, yaşama hakkı elinden alınabiliyor! Hatta bu satırları kaleme alırken, İsrail, iki askerinin kaçırıldığı gerekçesiyle Lübnan’ın sivil yerleşim bölgelerini bombalıyor ve onlarca sivilin ölmesine neden oluyor. Yaratılmış krizler sonucu tavan yapan petrolün varil fiyatı, 75 dolar seviyelerinde. Ülkemizde ise, 380 YTL olan asgari ücret IMF tarafından yüksek bulunuyor ve düşürülmesi isteniyor.
Peki bütün bu gelişmeler ne anlama geliyor? Gerçek şu ki, yeryüzünde zengin ve yoksul arasındaki uçurum giderek büyüyor. Bu uçurum ülke içinde, sosyal yaşamda ve toplumsal beklentilerde farklı algılamalara yol açarken, uluslararası platformda da merkez-çevre ülke ayrımını belirginleştiriyor. İletimin olduğu ama, iletişimin olmadığı bir zamanda insanlar, birbirlerine karşı güvensizlik içindeler. Belki de bu nedenle güvenlik şirketleri ve güvenlik sistemleri günlük yaşantımızın bir parçası haline gelirken, uluslararası alanda da silah teknolojisine daha çok kaynak ayrıldığına şahit oluyoruz.
İnsanların belli hedefler doğrultusunda ırk, din ve mezhep çatışmalarıyla birbirinden uzaklaştırıldığı günümüz dünyasında, iletişim teknolojisindeki gelişmelerin insanları birbirlerine dokunabilecek kadar yakınlaştırması ise çağımızın ironisi olmalı. Çünkü küreselleşme, egemen güçlerin kollarını dünyanın her bölgesine uzatabilmesini sağladığı gibi, bilinçli bireyler arasındaki mesafeleri kaldırarak onları bir araya getiriyor öte yandan.
İşte bu noktada, küreselleşmenin yarattığı mesafe tanımazlık durumu, yeryüzünde farklı konularda çalışan birçok uzmanı buluşturarak, “Irak Dünya Mahkemesi” oluşumunu ortaya çıkardı. Bu sıradışı organizasyonun tutanaklarını içeren “Irak Dünya Mahkemesi-Nihai İstanbul Oturumu” kitabı, Müge Gürsoy Sökmen’in yirmi yedi değerli çevirmenin katkısıyla hazırladığı bir çalışma. Kitap yaşanılan süreci üç bölüm olarak okuyucuların ilgisine sunuyor.
Birinci bölümde savaşın sorumluluğunu taşıyanlara değiniliyor. İlk olarak uzmanlar, bu konuyla bağlantılı olarak uluslararası hukukun ve kurumların rolüne değiniyorlar. Özelikle Tanzanyalı akademisyen Issa G. Shıvjı’nın “Hukukun İmparatorluğu ve İmparatorluğun Hukuksuzluğu” adlı sunumunda, egemen güçlerin oluşturduğu hukukun meşruluğu tartışılıyor. Hükümetlerin sorumluluğuna değinilen ikinci oturumda ise, akademisyen Baskın Oran, “1 Mart Tezkeresi’ni” ele alıyor. Birinci bölümün son oturumu olan üçüncü oturumda ise Türkiye’den Ömer Madra ve Mete Çubukçu’nun da katılımlarıyla, medyanın savaştaki sorumluluğuna değiniliyor.
Kitabın ikinci bölümü, Irak’ın istilası ve işgaline ayrılmış. Bu bölümde savaş suçlarından Birleşmiş Milletler’in tutumuna, iktisadi sömürgeleşmeden uranyum içeren silahların kullanılmasına kadar işgal, tüm ayrıntılarıyla masaya yatırılıyor.
Üçüncü bölümde ise Irak’taki kültürel mirasın yok edilişine tanıklık ediyoruz. Bu bölümdeki katılımcılardan Amerikalı bilim adamı Joel Kovel, savaşın yarattığı ekolojik tahribat üzerinde duruyor. Iraklı çevre mühendis Su’ad Naci Azzavi, Irak’taki askeri operasyonların yarattığı çevre zararları konusunda aydınlatıcı bilgiler veriyor. Altıncı ve son oturumda küresel güvenlik ortamı sorunu tartışılıyor. Küreselleşmenin getirdiği değişimin insan üzerindeki olumsuz etkilerinden hareketle, insani değerlerin erozyona uğraması ve en önemlisi hoşgörünün ortadan kalkmasına değiniliyor.
Charles Dickens “İki Şehrin Hikâyesi”nde şöyle demektedir:
“Tüm zamanların en iyisiydi bu...
En kötüsü de!
Bilgeliğin çağıydı. Aptallığın çağıydı.
İnançların dönemiydi. İnançsızlığın da.
Mevsim aydınlığın mevsimiydi. Mevsim karanlığın mevsimiydi.
Umut’un baharını, umutsuzluğun kışını yaşıyordu...”
Ortadoğu’daki savaş Dickens’ın nedenli haklı olduğunun belgesi değil mi?