Feridun Andaç, “Radyo günlerini aramak”, Dünya, 16 Mayıs 2005
Radyonun bugün de etkinliğine, gücüne inanırım.
Yirminci yüzyıla adımda teknolojik gelişmenin bir göstergesi olarak hayatımıza giren radyo, neredeyse bir yüzyıldır varlığını koruyor.
Hayatın dünyaya açılan penceresi olarak görebileceğimiz radyo, sesin anlamını, sözün gücünü getirip hayatımıza katarken; bir bilgi, zaman zaman da eğlence aracı olmasıyla önem kazanmıştır.
Gündelik yaşantımızın ayrılmaz parçası durumuna gelmesinde haber/yorum, eğlence, bilgilendirme vb. kaynakları getirip bize sunmasının etkisini yadsıyamayız.
Uzağı yakın kılmak deyimini radyo için söyleyebiliriz.
İletişim ağının, teknolojinin alıp başını gittiği bu günlerde sözünü ettiğim kaynaklara insanların erişmesi daha da kolaylaştı elbette. Ama tüm bunların, radyonun, yani o 'büyülü kutu'nun tümüyle yerini aldığını söyleyebilir miyiz? Sanmıyorum!
Gelinen yerde radyonun sözünü ettiğimiz anlamı/yeri, hatta değeri, bir ölçüde de amacı farklılaşmıştır.
Meltem Ahıska'nın önemli bir çalışması okuyorum bu günlerde: Radyonun Sihirli Kapısı.
Radyo üzerine yapılmış övünülesi bir çalışma.
Ahıska, radyonun çıkış noktası ile geldiği yeri anlatırken; değişimin içerikte ve uygulamada neleri karşımıza çıkardığını da dile getiriyor.
Şu tesbiti önemlidir onun: "Radyo yayıncılığı 1930'ların sonundan 1990'ların başına kadar devletin kontrolünde gerçekleştirildi. Bunu sağlayan hukuki çerçeve özel ve bağımsız radyo yayıncılığına izin vermedi. Türkiye'de radyo yayıncılığının tarihi özellikle büyük kent -Ankara, İstanbul, İzmir- odaklı son derece merkezi bir yapı sergiliyor. Bu merkezi özelliğiyle radyo, en başta, yayıncılar, devlet insanları ve kısmen de izleyiciler tarafından 'milletin sesi' olarak görüldü ve değerlendirildi. Radyonun böyle bir işlev yüklenmesinin Türkiye'ye özgü olduğunu söylemek mümkün değil elbette. Avrupa ve ABD kaynaklı birçok araştırma radyonun 1950'lere kadar milletin 'inşa'sında ve milli hayatın oluşturulmasında oynadığı rol üzerinde durur. Türkiye'de radyo yayıncılığı tarihi de benzer bir dönemleştirilmeyle, yani 1950'lere kadar, ve böyle bir çerçevede, milletleştirme 'projesi' ile iletişim teknikleri arasındaki ilintiyi kurarak değerlendirilebilir. Ancak millet ve iletişim bağımsız değişkenler olarak ele alınabilir mi?"
Bir bakıma bu sorusunun da yanıtını arar, Ahıska.
Radyonun gücü, "kulakla görme"yi sağlamak. Diğer bir yanıyla da imgeleminizi geliştiren bir yanı var. Daha birçok özellik de sayabiliriz.
Geçmişteki gücü ve etkisi tartışılmaz. Bugünkü durumu ise asıl ele alınması gereken bir sorun!
Radyolarımız çoğunlukla eğlence aracına dönüştürülmüş. Birçok televizyon kanalından farkı yok. Dinleyip programlarını izleyebileceğiniz radyo sayısı o kadar az ki!
Bunlara bakınca ister istemez eski radyo günlerini arıyorsunuz. Bugün haber deyince NTV Radyo veya BBC Türkçe Servisi'ni, program sürekliliği ve içeriği açısından Açık Radyo'yu, klasik müzikte TRT FM'i (88.2) dinlenebilecek radyolar olarak görüyorum.
Ötesinin durumu içler acısı. Türkçe adeta katlediliyor! Mikrofonun önüne geçen programcı olarak radyonun canına okuyor.
Böylesi bir görünüme bakınca radyo günlerini özlemek bir nostalji değil, radyonun işlevinin ne olduğunu derinden hissetmek.
Edebiyatın önündeki karanlık örtü gibi radyonun önündeki bu parazitleri kaldırmak gerekir diye düşünüyorum!