Giriş, "Halk Tarih Yazıyor", s. 13-17
30 Kasım 1999 bir dönüm noktası olarak tarihe geçti. On binlerce sıradan yurttaş, Dünya Ticaret Örgütü'nün "bildiğini okumasına" (yani tüm dünya için, aslında büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet eden kurallar koymasına) son vermek için Seattle sokaklarına döküldü.
Seattle birçok açıdan dönüm noktası oldu. Şirketlerin kontrolündeki medyada daha önce hiç bu kadar çok şirket karşıtı eleştiri yer almamıştı. Los Angeles Times şöyle diyordu: "Göz yaşartıcı gaz bulutları yüzünden göz gözü görmeyen Seattle sokaklarında, demokrasinin kural tanımaz güçleri ticaret politikalarının seçkinler dünyasıyla çarpıştı. Cuma günü toplantı başarısızlıkla sona erdiğinde, seçkinler kaybetmişti ve tartışmanın içeriği geri döndürülemez bir biçimde değişmişti."
Şirket karşıtı mesajların şirket medyasına nüfuz etmesi, şirketlerin "serbest ticaret" gündemine karşı giderek büyüyen güvensizliğin bir sonucuydu. Maryland Üniversitesinin 1999 sonlarında yaptığı bir anket Amerikalıların %78'inin, DTÖ'nün çevre ve emek meselelerine daha fazla önem vermesi gerektiğini düşündüklerini ortaya çıkardı. Business Week anketi ise, protestolar sırasında Amerikalıların %52'sinin protestoculara sempatiyle yaklaştığını gösteriyordu.
Seattle, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden bu yana seçkinlerin ticaret diplomasisinin uğradığı en büyük hezimet oldu. Reagan yönetiminin ticaretin liberalleştirilmesi konusunda yeni bir müzakere turu yapılması için çalıştığı –ve başaramadığı– 1982'de bile, konferansın sonunda en azından bir bildirge ve geleceğe yönelik bir çalışma takvimi ortaya çıkabilmişti. Ama Seattle'da böyle olmadı. Ticari Ataşe Charlene Barshefsky başkanlığındaki Clinton ekibi, Seattle'daki zıtlaşma karşısında o kadar beceriksizce davrandı ki, müzakereler tam bir fiyaskoyla sonuçlandı.
Bu, dış politikasının büyük bölümünü şirketlere uluslararası alanda daha fazla imtiyaz sağlama üstüne kuran Clinton yönetimi açısından büyük bir darbe oldu. New York Times'ın 19 Şubat 2000'de yazdığı gibi, "hükümet görevlileri artık Seattle toplantısının Bay Clinton'ın ikinci dönemindeki en büyük falsolarından biri olduğunu teslim ediyorlar"dı.
En önemlisi de, Seattle yurttaş iktidarını hedefleyen yeni bir küresel hareketin meydana çıkış şenliğiydi ve bu hareketin daha büyük ve daha iyi bir şeylere doğru ilerleyeceği kesin görünüyordu. Birbirinden hayli farklı gruplar tek bir amaç için, ticaret kurallarını eleştirmek için bir araya geldi. Dünyanın dört bir yanından sendikacılar, çevreciler, insan hakları aktivistleri, kilise grupları, AIDS'le mücadele aktivistleri, çiftçiler ve taban örgütlenmeleri, büyük şirketlerin çıkarlarını insanların ve doğanın çıkarlarına üstün tuttuğu için DTÖ'ye karşı birlik oldular.
Aslında Seattle'da iki savaş vardı. Sokaklardaki muhalif hareketin ittifakı, DTÖ toplantısındaki seçkinler arasındaki ihtilafı şiddetlendirdi. DTÖ muhalifleri arasında Demokrat Parti taraftarları (özellikle de örgütlü işçiler) bulunduğundan, Başkan Clinton işçi haklarını savunmak için uluslararası standartlar olması gerektiği yolunda bir konuşma yaparak onların öfkesini yatıştırmaya çalıştı. İşçi haklarına yapılan bu vurgu, çokuluslu şirketlerle yaptığı pazarlıklardaki temel kozu ucuz işgücü sunmak olan seçkinci üçüncü dünya liderlerini korkuttu.
Üstelik, Clinton'ın konuşması uluslararası ticaret müzakerelerinde hâkimiyeti elinde tutan ve diğer ülkelere zorbalık eden bir ABD geleneğinin üstüne geldi. Bu yüzden, üçüncü dünya liderleri ABD başkanından vaaz dinleyecek ruh halinde değildi. Avrupa hükümetleri bile ABD'nin tarım ürünleri ticaretindeki engelleri azaltmak ve genetik müdahaleye uğramış gıdaların ticareti üzerindeki sınırlamaları kaldırmaktaki ısrarını destekleme konusunda çekimserdi. Bu nedenle, dışarıdaki protestocular Clinton'ın serbest ticaret düğünü planlarını bozarken, içerdeki delegeler kendi aralarında ağız dalaşına girişti ve müzakereler çöktü.
Halkın Seattle'da kazandığı zafer küresel demokrasi hareketi üzerinde aşırı dozda adrenalin etkisi yaptı. Eskiden 10 kişinin katıldığı planlama toplantılarına artık 50 kişi katılıyordu. Eskiden örgütlenmesi aylar süren gösteriler artık birkaç haftada ayarlanıyordu. Daha Seattle sokaklarındaki göz yaşartıcı gaz bulutları dağılmadan, küreselleşme karşıtı hareket Dünya Bankası ve IMF'nin 16-17 Nisan'da Washinton'da yapacağı bahar toplantılarında düzenlenecek kitlesel gösterilerin planlarını yapmaya başlamıştı bile.
İlk Küresel Devrim
Artık dünyanın en güçlü kurumlarına meydan okuma gücü olan gerçek bir küresel hareketin nasıl oluşturulacağı üzerine düşünebiliriz. Bu kitabın sonuç bölümünde de göreceğiniz gibi, ilerici örgütler küresel ekonomiyi para merkezli değil de hayat merkezli bir biçimde nasıl yürütebileceğimize dair planlar hazırlıyor. Çok uzun süredir hâkimiyetini sürdüren para paradigması kamuoyu desteğini kaybediyor. İnsan haklarına ve çevreyi korumaya vurgu yapan hayat paradigması ise destek kazanıyor. Taban düzeyindeki sınırötesi birlik güçlenirken, seçkinler düzeyindeki sınırötesi birlik yıpranıyor.
Daha yakından bakarsak, ilk küresel devrimin parçalarının bir araya gelmekte olduğunu görebiliriz. Bugüne dek gerçekleşen her devrim ulusal düzeyde, ulusal hükümeti ele geçirmeyi amaçlayarak gerçekleşmişti. Ancak IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi küresel yasa koyucu kurumların bariz şirket tarafgirliği tabana dayalı demokrasi hareketini küresel bir devrim planlamaya zorladı. Kurumlarda olduğu kadar değerlerde de bir devrim bu. Var olan sistemin paraya dair değerinin yerine, gerçek bir demokratik sistemin hayata dair değerlerini getirmeyi amaçlıyor.
Bu küresel devrimin, hepsi de baş döndürücü bir hızla büyüyen çeşitli bileşenlerine bir bakalım:
• Dünya sendika hareketi ikili bir değişim geçiriyor. Her gün daha fazla sendikacı, ulusal düzeyde örgütlenmenin artık küresel yayılmacı şirketlerle baş etmek için yeterli olmadığını, bu nedenle sendikaların sınırötesi dayanışmayı hem oran hem de içerik bakımından artırması gerektiğini idrak ediyor. Sendikalar hep işyerleriyle kısıtlı kalmış ufuklarını da genişleterek, sosyal sendikacılık ya da cemaat temelli sendikacılık diye adlandırılan ve kiliseler, STK'lar ve sivil toplumun diğer örgütlenmeleriyle işbirliğine gitmeyi hedefleyen bir yaklaşımı benimsiyorlar. Seattle'daki zafer bu eğilime müthiş bir ivme kazandırdı.
• Şirket politikalarının güvenilirliği için mücadele eden hareket, şirketlerin zararlı politikalarını değiştirmeleri için baskı yapma becerilerini çok geliştirdi ve şimdi bir sonraki düzeye ilerliyor: bu şirketlerin var olma haklarının olup olmadığını sorgulamak. Biz egemen yurttaşlar onlara yetki verdiğimiz ve egemenliğimizin bir parçasını onlara devrettiğimiz için şirketlerin var olduğunu öğreniyoruz. Verilen şey geri de alınabilir, yeter ki yeterli sayıda yurttaş bunu talep etsin. İnsanlar, ABD Anayasası'na "şirket, insan değildir" cümlesini sokabilmek için bir kampanya başlatmaktan söz ediyorlar.
• Yurttaşlık yetkileri bağlamında yerele geri dönüş için çalışan çok sayıda örgüt var. Bu çabalar siyasi yelpazenin soldan sağa her alanında görülüyor, ama ekonomik ve siyasi kararların mümkün olduğunca insanların gerçekte yaşadığı yerde, yerel düzeyde alınması gerektiği konusunda herkes hemfikir. Bu görüş DTÖ, IMF ve Dünya Bankası gibilerin gündemiyle keskin bir tezat oluşturuyor.
• Çevre mücadelesiyle sosyal adalet mücadelesi arasındaki geleneksel ayrım giderek daha çok grup tarafından aşılıyor. Aktivistler artık seçkinlerin politikalarının insan ve doğa üzerindeki etkilerini azaltmaya çalışmanın ötesine geçiyor. Bunun yerine, içeri girelim ve kötü politikaları üreten mekanizmayı değiştirelim, diyoruz. Boğulan her çocuğu kurtarmak için nehre atlamakla, nehrin yukarısına gidip çocukları nehre atanı durdurmak arasındaki farka benzetilebilir bu.
Bu farklı hareketlerin tümü, demokrasi uygulamalarını ekonomik alanı da kapsayacak şekilde genişletme hedefinde ortaklaşıyor. Demokrasi sözcüğünün kökenine dönüş yapıyorlar: halk anlamına gelen "demos" ve yönetim anlamına gelen "kratos". Kilise ve devletin birbirinden ayrılması yüzlerce yıl sürdü, şimdi de şirketlerle devletin ayrılmasını sağlama mücadelesinin içindeyiz.
Küresel ekonomi bir gün demokratik olacak. Sorun, bunun 500 yıl mı, 50 yıl mı yoksa 15 yıl mı süreceği.
Bu kitap küresel ekonomiyi demokratikleştirme mücadelesi için bir araç olarak tasarlandı. Seattle'da aslında ne olduğu konusunda, şirket medyasında kısmen ya da çarpıtılarak verilenlere çarpıcı bir biçimde ters düşen bir analiz sunuyor. Ayrıca hareketin önünde duran birçok soruya da yanıt arıyor: farklı ırk, sınıf, cinsiyet ve uyruklar arasında nasıl bir köprü kuracağız; küresel ekonomi için demokratik kuralları koyacak alternatif kurumları nasıl geliştirebiliriz; ve paranın belirlediği değerlerin yerine, her türlü yaşam formuna saygı gösteren bir sistemi nasıl geçirebiliriz?
Kitabın sonunda, bu tarihi harekete dahil olmanız için yollar ve kaynaklar sunuyoruz. Geçmişte, biz yayıncılar böyle bir kitaptaki "Ne yapmalı" bölümünü doldurmak için yeterli kaynak bulmakta zorlanıyorduk. Şimdiki sorunumuz daha farklı: bu konularla ilgilenen o kadar çok örgüt var ki, sadece örgütsel kaynaklarla bir kitap oluşturabilecek durumdayız. Küresel ekonomiyi demokratikleştirme mücadelesinde en önemli gördüğümüz konularda çalışmalar yapan temel gruplarla ilgili referanslar vermeye çalıştık. Kitaba alamadıklarımızdan özür dileriz.