Roni Margulies, Sunuş, "Silah Ticareti ve Küresel Eşitsizlik, Kapitalizm ve Savaş: Bağlantılar Kuran Bir Hareket", s. 7-10
Bu kitap, Irak'a Savaş'tan sonra, bu dizinin savaş hakkındaki ikinci kitabı. Ve sonuncusu olmayacak. Sırada, uzayın silahlandırılması ile, Ronald Reagan'ın Stratejik Savunma Girişimi'ne takılan adı kullanırsak "yıldız savaşları" ile ilgili bir kitap da var (Yıldız Savaşları, Metis, 2003). Büyük olasılıkla başkaları da olacaktır, ama hangileri olacağını belki de George W. Bush tayin edecek. Irak'tan sonra nereye, Suriye'ye mi, İran'a mı, Kuzey Kore'ye mi saldıracaklarını şimdilik bilemiyoruz.
Antikapitalist harekete kılavuzlar sunmayı amaçlayan bir dizinin savaşa, silahlara, silah ticaretine bu kadar yer vermesi tesadüf değil. Yazar, elinizdeki kitabın son paragrafında, Silah Ticareti Kılavuzu'nun silah sektörü ile adaletsiz, eşitsiz ve sömürücü küresel sistemin ne kadar iç içe olduğunu gösterdiğini umuyorum," diyor, "uluslararası silah ticaretini kısıtlamak, hatta tamamen ortadan kaldırmak, dünyamızı herkes için daha adil, eşitlikçi, sağlıklı ve güvenli bir yer yapma çabalarının küçük ama yaşamsal önemde olan bir parçasıdır. Seattle, Prag, Cenova ve başka yerlerdeki protestocularla birlikte silah ticareti karşıtı aktivistler de, daha etkili kampanyalar düzenleyebilmek için, silah sektörüyle küresel adaletsizlik arasındaki bağlantılardan yararlanabilirler."
Hareketin temel özelliklerinden biri, tam da, bağlantılar kuran bir hareket olması. "Hareketlerin hareketi", "kampanyaların kampanyası" olma özelliğini taşıdığı için, başından beri, Seattle'dan bu yana, silah ticaretine karşı kampanya yürütenlerle çevrecileri, Üçüncü Dünya'nın Batı bankalarına borçlarının silinmesi için mücadele edenlerle sendikacıları, Filistin halkıyla dayanışma kampanyacılarıyla devlet hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı çalışanları bir araya getiren ve bütün bu farklı mücadele alanları arasında bağlantı kurabilmelerini sağlayan bir hareket – hem pratik bağlantılar (iletişim, ortak düzenlenen eylemler, ortak tartışmalar), hem de bu pratik bağlantılar sonucunda daha da pekişen teorik bağlantılar. Bu kitapta da belirtildiği gibi, "Silah ticareti karşıtı kampanya... diğer sosyal adalet kaygılarından yalıtılmış olarak düşünülmemelidir ve düşünülemez... Silah ticareti çevre tahribatı, eşitsizlik, göç ve sığınma, toplumsal cinsiyet ve kültürel haklar, özelleştirme ve işçilerin sömürülmesi gibi konularla da yakından bağlantılı."
Bu bağlantıların pek çoğunu görebilmek, anlayabilmek için sosyal bilimci olmak gerekmiyor. Örneğin, Dünya Ticaret Örgütü'nün dayattığı neoliberal yasalarla çevre tahribatı arasındaki, aynı yasalarla dev çokuluslu şirketlerin çıkarları arasındaki, çokuluslu petrol şirketlerinin çıkarlarıyla Afganistan ve Irak'a yapılan saldırılar arasındaki bağlantılar antikapitalist hareketin geniş kitlelerini oluşturan genç kuşak için çok açık. Ve nihayet, bütün bunlarla, üretimin insanların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla değil, kâr amacıyla yapıldığı bir sistem arasındaki bağlantı, hareketin tümü değilse de, çok geniş kesimleri açısından aşikâr.
Silah şirketlerinin kârları ile savaş arasındaki doğrudan ilişkiyi görmek de kolay. Irak'ın 1991'de Birinci Körfez Savaşı sırasında attığı SCUD füzelerini havada patlatan Patriot silahının üreticisi Raytheon şirketi yöneticilerinin, silahların ilk kez başarıyla kullanılması karşısında medyada sevinç ve gururla (ve gözlerinde dolar işaretleri çakarak) boy gösterdiği pek çoğumuzun aklında. Keza, George Bush'un Texaslı bir petrolcü olması, danışmanlarının birçoğunun büyük Amerikan petrol şirketlerinde çalışmış olmaları ve Condoleeza Rice'ın hükümete girmeden önce petrol şirketlerine yaptığı katkılar karşılığında bir süpertankere The Condoleeza Rice adının verilmiş olmasına bakıp Amerika'nın Irak'a saldırmasıyla petrol şirketleri arasında bağlantı kurmak da doğal.
Bağlantıların bazıları ise, belki de o kadar açık değil. Savaşın sadece şu veya bu şirketle, şu veya bu hükümetle değil, bizzat kapitalist sistemin kendisiyle doğrudan ilişkisini kurmak daha karmaşık bir adım. Kapitalizmin, iç içe geçmiş iki rekabet biçiminden oluştuğunu, bunlardan birinin şirketler arasındaki rekabet, diğerinin ise devletler arasındaki jeopolitik rekabet olduğunu ve bunların ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu kavramak, daha teorik, daha siyasi bağlantılar kurmayı gerektiriyor. Sonuç olarak, savaşın petrol şirketlerinin açgözlülüğünden kaynaklandığını düşünmek, çözüm olarak bu şirketlerin yönetici ve tüzüklerinin değiştirilmesini, bu amaçla şirketlerin faaliyetlerini denetleyen yasalar geçirilmesini gündeme getirir. Savaşın kapitalist rekabetten, kapitalist sistemin doğasından kaçınılmaz olarak kaynaklandığını düşünmek ise, bizzat sistemin kendisini değiştirmek gerektiği sonucuna yol açar.
Antikapitalist hareket, bu görüşlerin arasındaki yelpazenin, bir uçta reform ile diğer uçta devrim arasındaki çok çeşitli çözüm önerilerinin tümünü kapsıyor. Hareketin canlılığı, çeşitliliği, dinamizmi tam da bundan kaynaklanıyor zaten.
Örneğin, hareketin önde gelen isimlerinden biri, Fransa'daki Attac'ın kurucu üyelerinden Bernard Cassen, geçen Kasım ayında Floransa'daki Avrupa Sosyal Forumu'nda savaşın tüm diğer konuları gölgede bırakmış olmasından şikâyetçi: "Floransa'da 'Başka Bir Avrupa Mümkün' temasının yanı sıra savaşın da başlıca temalardan biri olacağı konusunda hepimiz anlaşmıştık. Ama sonra baktık ki, yürüyüş için hazırlanan pankartların hepsi savaştan söz ediyor, Avrupa'ya değinmiyordu bile. Forum İtalya'da değil de Fransa'da olsaydı, böyle olmazdı. Savaş gündemde olurdu, ama böylesine saplantılı bir biçimde değil". Bir dahaki Avrupa Sosyal Forumu bu yıl Kasım ayında Paris'te yapılacağına göre, hareketin içindeki bu tartışma devam edecek kuşkusuz.
Benzer bir tartışma, yine hareketin öncü isimlerinden biri olan Naomi Klein'ın Arjantin'den yazdığı bir yazının da arkaplanını oluşturuyor. Latin Amerika'da yoksul halkın hem açlık ve sefalete hem devlet baskısına karşı zaten günlük hayatın her anında savaş verdiğini çarpıcı ayrıntılarıyla anlatan Klein, "Irak'a karşı uygulanan şiddet, Arjantin veya Güney Afrika gibi ülkelerde piyasaların açılması ve borç ödemelerinin aksamadan sürdürülmesi için uygulanan şiddetin aşırı bir biçimidir sadece. Günlük hayatın savaş gibi olduğu yerlerde, barış aktivistleri bu vahşete karşı militanca mücadele edenlerdir," diyor. Kuşkusuz doğrudur bu. Ama Klein'ın günlük mücadeleyi, aylardır özellikle Avrupa'yı kasıp kavuran savaş karşıtı kampanyanın önüne çıkaran iması en temel bağlantıyı gözden kaçırıyor: Dünyanın en büyük kapitalist gücü, Irak'a sadece küresel hegemonyasını pekiştirmek ve enerji kaynakları üzerindeki denetimini sağlamlaştırmak için değil, aynı zamanda neoliberal ekonomik siyasetlerini dünyanın her yanına dayatmayı kolaylaştırabilmek için saldırdı. Amerika'nın Irak'ta kazanacağı bir zafer, neoliberalizme karşı direnişin en yüksek olduğu Latin Amerika'da da daha saldırgan olmasına yol açacaktır. "Akıllı bombaların", B-52 uçaklarının askeri zaferi, dünyanın her yanında eşitsizliğe, yoksulluğa ve açlığa karşı mücadeleyi biraz daha zorlaştıracaktır.
Antikapitalist hareket bir yandan bütün bunları tartışırken, bir yandan da, 11 Eylül'ü izleyen çok kısa bir duraklamanın ardından ve hemen hemen hiç fire vermeden, savaş karşıtı bir harekete dönüştü. 15 Şubat 2003, kuşkuya hiç yer bırakmayacak şekilde, dünya tarihinin en kitlesel, en yaygın direniş günü oldu. Irak'a saldırının başladığı 20 Mart günü, saldırıyı başlatan ülkeler de dahil olmak üzere, tüm dünyada kitlesel protestolara sahne oldu. Tarihte hiçbir savaş, daha başlamadan önce bu şekilde protesto edilmemiş, hiçbir savaşın başladığı gün aynı zamanda bir uluslararası protesto günü olmamıştır.
Antikapitalist hareket, 11 Eylül 2001 ile 20 Mart 2003 arasında, silah ticaretiyle yoksulluk, petrol şirketleriyle küresel eşitsizlik, savaş ile kapitalizm arasındaki bağlantıları kavradığını gösterdi. Ve olgunluğunu kanıtladı.