Peter Orban, Sunuş, s. 11-16
Psikanalitik tarzda düşünmeyi öğrenmiş olanlar, bastırılmış şeylerin içlerinde hep gizli bir özlem barındırdığını bilir: Bir zamanlar içinden çıkarılıp atıldığı bir ışığa, bilincin ışığına dönebilme özlemi. Bize ait olan (ve içimizde bulunan) her bilinçsiz ruh parçası, ruhun diasporasındaki gezginliği sona ermedikçe rahat vermez bize – bütün hastalık semptomlarının ispatlayıp durduğu gibi. Tek bir ruh için düşünüldüğünde bugün artık sıradan bir bilgiçlik sayılacak bu tespit, çok daha büyük ölçekte de geçerlidir: Bastırılmış olan, grup süreçlerinin, toplumsal olguların, hatta genel olarak kültürel gelişmenin motorudur kesinlikle. Bunun böyle olduğu sayısız psikanaliz çalışmasıyla gösterilmiştir.
Tabii psikanalizin kendisi için de durum farklı değil.
Bütün olarak her bilim dalının altında bastırılmış, koparıp uzaklaştırılmış, kovulmuş bir şey yatar, içindeki birtakım parçalar bütüne geri dönmek ister. Psikanalizi kendi nam salmış kanepesine yatırırsak, eninde sonunda tuhaf bir öykü çıkacaktır karşımıza. Psikanalizin sislerle örtülü çocukluk evresinden süzülüp belirecek öykü kahramanı da, Otto Rank adında biridir.
Kimdi bu adam, başından neler geçmişti?
Yaşamöyküsünü esaslı bir şekilde ele almama gerek yok, çünkü zaten iki mükemmel biyografisi yazılmış durumda(1) ve üstelik biri de Almanca. Onun için, kabaca özetliyorum:
Otto Rosenfeld 21 Nisan 1884'te Viyana'da doğdu. Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğuydu. Orta tabakadan bir aileydi bu ve baba alkolikti. Orta okuldayken hastalıklı bir çocuktu Otto ("Doğduğumdan beri zayıf ve çürüğüm ben..."). 21 yaşında orta öğrenimini tamamlamış, bir meslek okuluna girmişti. O dönemde karşılaştığı Freud'a bir yazısını verdi. Freud'un deyişiyle "alışılmadık bir kavrayışı (psikanaliz konusunda) yansıtan" bir yazıydı bu.
Rank'ın (yazar olarak kullandığı müstear addı bu) Psikanaliz Birliği sekreterliğine gelişi görece hızlı oldu. Freud lise diploması alıp üniversiteye başlaması için teşvik etti onu. 1911'de Lohengrin Efsanesi hakkındaki doktora tezi tamamlanmıştı bile.
Hiçbir zaman psikanaliz eğitimi görmediği halde, Rank peşpeşe kitaplar, makaleler yayımlıyor, yazılarıyla psikanalizin geçerlilik alanını edebiyat, sanat ve mitoloji alanlarına doğru genişletiyordu.
Freud'la Rank arasındaki ilişki, biyografisinde de belirtildiği gibi, "babayla en sevdiği oğlu arasındaki ilişkiyi andırmaktaydı. Ve Freud' un bu eliaçık tutumuna Rank da gereğince teşekkür etmeyi biliyordu."
1912'de Rank (Hanns Sachs'la birlikte) en önemli psikanaliz dergilerinin yayımcılığını yapmaya başladı (Imago ve Internationale Zeitschrift für ärztliche Psychoanalyse). Ayrıca, Viyana'da Uluslararası Psikanaliz Enstitüsü'nü kurup yöneticiliğini üstlendi.
1907'de Freud psikoloji okumaya yöneltmişti Rank'ı, 1920'de ise bir psikanaliz muayenehanesi açıp hasta kabul etmesi için ısrar etti. Tıp eğitimi olmayan ve öğrenme amacıyla analiz edilmeye kesinlikle yanaşmayan Rank, yine de psikanalist olarak çalışmaya başladı böylece. Hastalarının büyük kısmı doğrudan Freud tarafından gönderilmekteydi. Hiç şüphesiz, o sıralarda Freud'un "veliahtıydı" Otto Rank.
Ancak, babanın diğer "oğullarıyla" ilişkisi her zaman sorunsuz değildi: Özellikle 1922 dolaylarında Rank'ın Psychoanalytischer Verlag'ın [Psikanalitik Yayınevi] yöneticisi olarak faaliyeti konusunda anlaşmazlıklar ve saldırılar başladı. İşleri yürütürken herkesi memnun edemiyordu. Freud korudu Rank'ı, hatta sağlığının çok kötü olduğu bir sırada halifesi yapmayı düşündü.
İşte durum böyleyken, Doğum Travması bir bomba gibi düştü ortaya. Bu eserinde Rank doğum sürecinin (ayrılış travmasıyla birlikte) insana özgü bütün ruhsal hallerin biyolojik olarak kavranabilecek nihai nedeni olduğunu ileri sürüyordu. Ruhsal yapının ortaya çıkması doğum travmasıyla başetme girişiminin bir sonucuydu ona göre. Öyleyse, her türlü nevrotik rahatsızlığın anahatları bu ilk çatışmada yatıyor demekti, yani kısacası: Her nevroz doğumla birlikte oluşmaya başlıyordu.
Böyle bir formülasyon o zamana kadarki nevroz kuramında merkezi öneme sahip bulunan hususu, yani Oidipal dramda babanın yerini sarsıyor, ikincil bir konuma itiyordu. Büyük bir öfke dalgası patladı. "Yakın çevre"nin birçok mensubu şaşkınlık içindeydi (genellikle yapılanın tersine, yayımlanmadan önce kitabın içeriğinden haberdar edilmemişlerdi) ve Rank'ın kitabını şiddetli bir eleştiriyle karşıladı. Suçlamalar nedeniyle derin bir üzüntüye kapılan Rank ise New York'a gitti. Amacı bu kentte terapist olarak çalışmaktı. Hâlâ itibar sahibiydi orada. Hemen psikanaliz çevreleriyle ilişkiye geçti. Kendi analizini Otto Rank'a yaptırmak isteyen birçok analist vardı. Ama çok geçmeden sorunlar gelip orada da buldu onu.
Viyana'ya döndüğünde ortalık biraz yatışır gibi oldu, ama ancak bir süre için. Her tarafta güvensizlik ve temkin dolu bir yaklaşımla karşılaşıyordu. Örneğin "yakın çevre" birtakım garantiler istiyor, bundan sonra Rank'ın –önceden "düzelti okuması" yapılmadan– yeni bir çalışma yayımlamamasını talep ediyordu.
Yitirdiği oğlunu tekrar yanına almaya çalışan Freud ise Rank'ın kendisini ona "analiz" ettirmesi için ısrar etti bu kez. Böylece öğrenme amaçlı analiz konusundaki eksiği giderilmiş olan Rank bir daha Oidipal denemelere girişip babanın iktidarını elinden almaya kalkışmayacaktı.
Ne var ki, ayrılık kaçınılmazdı artık. Oğul kısa bir süre sonra "hain" ilan edildi, tası tarağı toplayıp ortadan yok olmuş bir "kaçak" sayıldı ("uslu oğulların" yargısı böyleydi). Rank 1926'dan itibaren bir yandan yazıp bir yandan terapi yaparak Paris'le New York arasında mekik dokudu ve sonunda 1935'te kesin olarak New York'a yerleşti. İçerik olarak klasik psikanalizden bir hayli farklı olan, ama yine de temel özellikleri bakımından psikanalizin yolunda yürüyen kendi terapi yöntemini geliştirdiği yıllardı bunlar. Otto Rank 31 Ekim 1939' da, 55 yaşında New York'ta öldü – kendisine hem öğretmenlik hem de babalık etmiş olan Sigmund Freud'dan tam 40 gün sonra.
Olup bitenler hakkında anlatacaklarım bu kadar. Geriye, 1906'dan 1924'e kadar bütün bir bilimin tarihi ve kaderi üzerinde bariz etkisi bulunan bu adamın Avrupa'da neredeyse hiç tanınmadığını söylemek kalıyor. Adı unutulmuş, düşünsel izleri silinmiş durumda.
Amerika'da ise öyle değil: Hem erken hem de geç dönem eserleri bulunuyor kitapçılarda (bende The Trauma of Birth'ün 1974 tarihli bir baskısı var, ama o zamandan beri birçok kez yeniden basıldı.)
Doğum Travması'nı –yazılışından 60 yıl sonra– arada oluşan yeni bilgiler ışığında ele alıp değerlendirmeye çalışınca gördüğümüz, bu kitabın ürkütücü derecede aktüel olduğudur.
Bir de, ancak bugün gereğince takdir edilip tartışılabilecek nitelikte bir eser olduğunu saptıyoruz: Yazıldığı dönemde zamanının çok ötesindeydi. Tabii bugün birçok başka alandan destek gelebiliyor kitabın savlarına. Oysa 1924'te sırtını duvara dayamış, yapayalnızdı.
Son on yıllar boyunca ortaya çıkmış yeni kanıtlara bakalım şimdi:
– 1970'lerin başından beri bütün ülkelerde hastalar terapi sırasında doğum travmalarını o zamanki ilk şekliyle yeniden yaşamaktadır. Arthur Janovs'un "bulgularından" hareketle, travmayı takılıp kalmış enerjileriyle birlikte organizmadan çekip çıkartmak için doğum sürecine kadar bütün acı verici deneyimleri yeniden yaşatmayı amaçlayan "birincil terapi" denilen şey ortaya çıkmıştır.(2) Bu uygulamada hastalar bir yandan da günlük yaşamda söz konusu travmayı gerçek bağlamlarda ele almanın sayısız yolu bulunduğunu öğrenir.(3)
– Tamamiyle farklı bir yönde faaliyet gösteren Çek psikiyatrist Stanislav Grof –ruh hastalarının LSD deneyimlerinden hareketle– doğum sürecine bağlı olan ve aslında her terapide zaten görülen yeniden yaşantılanabilir aşamalardan oluşmuş bir terapi sistemi ortaya attı. Önceleri sadece ilaç etkisi altında elde edilen malzeme bugün artık –sadece nefes alıp verme teknikleri kullanılarak– birçok değişik tedavi biçiminde sürekli yeniden yaşantılanmaktadır.(4)
– Leonard Orrs'un çalışmalarından etkilenerek geliştirilen ve bütün dünyaya yayılmış bulunan "Rebirthing [Yeniden doğuş]" adlı terapi biçiminde doğruca eski doğum sürecinin yaşantılanması ve bir yandan da değiştirilmiş şekliyle bir tür yeniden doğuş olarak, yeni bir yaşam projesiyle bütünleştirilmesi amaçlanmaktadır.
– Çok farklı bir bağlamda psikotarihçi Lloyd de Mause tarafından Amerika'da (ve son zamanlarda Almanya'da da)(5) sürdürülen tartışmalarda doğum travmasının çeşitli biçimleri ve politik sistemlere varana kadar (bu Rank'ın hiç değinmediği bir konuydu) ele alınma tarzları üzerinde durulmaktadır. De Mause'a göre bugüne kadarki politik tarihin önemli bir kısmı çeşitli doğum süreci tiplerine dayanarak açıklanabilir.
– Fransız hekim Frederick Leboyer yaptırdığı doğumlarda edindiği deneyimden yola çıkarak hızla bütün dünyayı saran bir hareket başlatmıştır: Her tarafta doğum travmasından daha başladığı yerde kaçınabilmek için yepyeni teknikler geliştirmiş tıp merkezleri, klinikler ve muayenehaneler açılmaktadır.(6)
Bunlar günümüzde Rank'ın çalışmalarına dayanmadığı halde onu doğrulayan deneyim ve sonuçlardan sadece bazıları. Anlaşılması pek kolay olmayan bazı örneklere (örneğin ayaktaki refleks bölgelerinden yararlanarak rahim içi deneyimleri canlandırma) hiç değinmiyorum.
Kısacası, "doğum travması" bugün en çok üzerinde durulan konulardan biri; ama hiç kimse ona Otto Rank kadar derin bir kuramsal ilgi göstermiş, hayatın türlü çeşitli alanlarındaki türevlerini izlemiş değil. Rank'ın çıkış noktası yaptığı tez şöyle:
...Bilinçdışını bütün yönleriyle, ruhsal içerikleri ve bilince dönüşmesinin karmaşık mekanizmalarıyla araştırdıktan sonra, hem normdışı hem de normal insanları analiz ederek psikofizik dünyadaki ruhsal bilinçdışının ilk kaynağına ulaştık; artık biyolojik açıdan da kavrayabiliyoruz onu. Salt bedenselmiş gibi görünen doğum travmasının bütün insanlığın gelişimi açısından muazzam ruhsal sonuçlarını analiz deneyimlerine dayanarak tasarlamayı deniyoruz ilk kez. Bu travmada ruhsal olanın nihai ve somut biyolojik esasını buluyoruz ve böylece bilinçdışının temeline ve çekirdeğine ulaşmış oluyoruz. Bilinçdışının anlaşılması sayesinde Freud, geniş kapsamlı ve bilimsel psikolojiyi kurmuştur.
Bu tez Freud'un "her türlü kaygı halini temel olarak fizyolojik doğum kaygısına (nefes alamama) bağlayan" sözlerine dayanmaktadır doğruca, ama bir yandan da analizi babanın yaptığından da daha derine taşıyan oğulun cüretini yansıtır: "...ve böylece bilinçdışının temeline ve çekirdeğine ulaşmış oluyoruz" (daha sonra babanın üstünde ev kurabildiği bir temel).
Rank'ın bu kitapta kendi Oidipal durumuna el atmış olduğunu düşünen Freud haklıydı aslında (krş. Zottl, 1982:39). Ama tabii bu, kitabın içeriği bakımından hiçbir şey ifade etmez. Rank'ı harekete geçiren itki gerçekten de babanın iktidarına el koymak da olsa, ileri sürülen görüşlerin doğruluğu etkilenmez bundan.
Bugün artık ikisinin de doğru olduğunu biliyoruz: hem psikanaliz çevreleri tarafından ileri sürülen, Rank'ın (nevrotik bir itkiyle) psikanalizin bazı esaslarından uzaklaşmış olduğu savı; hem de ruh dünyasında ancak son yirmi yıldır haritasını çıkarmaya başladığımız ve hâlâ pek az tanıdığımız yeni bir ülke keşfetmiş olduğu.
Felsefe, sanat, din, mitoloji ve psikopatoloji alanlarında korku temasını ele almış olan bu eski tartışmadan çok şey öğrenebiliriz, çünkü başka hiç kimse –en azından kuramsal anlamda– araştırmayı bu kadar derinlere götürmüş değil henüz.
Tabii kitabın zayıf yanından da bahsetmemiz gerek burada. Doğum travmasında ruhsallığın ve bilinçdışının nihai (ya da ilk) kaynağını gören Rank'a bugünkü bilgimize dayanarak itiraz etmek zorundayız. İnsan ruhunun oluşumunun çok eskilere gittiğini ve zamanın derinliklerine (hatta zamanın ötesine) uzandığını gösteren belirtiler durmadan artıyor. Yani bireysel doğum olayı ruhun başlangıç noktası değil de, kopuş anlarından biri yine. Doğumdan çok daha önce rahim içi dönemi (o da travmatik olarak düşünülebilir) ve insanlığın bireysel ruhta izlerini bırakmış bütün bir gelişim tarihi var.
Ama bu bambaşka bir konu. Ve bu konuyu baştan sona ele alıp –babaların inançlarına karşı çıkarak– yazıya dökecek bir Otto Rank henüz ortada görünmüyor. Kesinlikle bir gün çıkacaktır böyle biri ve o da yine ruh sürgününe gönderilmek istenecektir (umarız 60 yıllık bir sürgün olmaz bu kez).
Frankfurt am Main, İlkbahar 1988
Notlar
(1) Zottl, 1982 ve Taft, 1958. Yukarı
(2) Arthur Janov, Der Urschre; Anatomie der Neurose; Das befreite Kind; Frühe Prägungen, Revolution der Psyche; Gefangen im Schmerz; ve Das neue Bewußtsein, hepsi S. Fischer Verlag, Frankfurt am Main. Yukarı
(3) Krş. Peter Orban, 1988 ve 1980; ayrıca Werner Gross, 1982. Yukarı
(4) Stanislav Grof, 1978. Yukarı
(5) Lloyd de Mause, 1982 ve 1988. Yukarı
(6) Frederick Leboyer, 1974. Yukarı
Kaynakça
Grof, S. (1978), Topographie des Unbewußten, Stuttgart.
Gross, W. (1982), Was erlebt ein Kind im Mutterleib, Freiburg.
Leboyer, F. (1974), Der sanfte Weg ins Leben, Münih.
Mause, L. de (1982), Hört ihr die Kinder weinen, Frankfurt am Main.
—— (1988), Grundlagen der Psychohistorie, Frankfurt am Main.
Orban, P. (1980), "Disco", Kindheit, yıl 2, 1980, s. 1 vd.
—— (1988), Psyche und Soma, Frankfurt am Main.
Taft, J. (1958), Otto Rank, New York.
Zottl, A. (1982), Otto Rank, Münih.