Metin Celâl, “Walter Benjamin’in Düş Kırıklıkları”, Radikal Kitap, 15 Haziran 2001
Yirminci yüzyılın en önemli düşünce adamlarından biri. Frankfurt Okulu'nun estetik kuramcılarından. Sanat üzerine ufuk açıcı, sorular soran, çözümler arayan eserlerin sahibi. Walter Benjamin'den söz ediyorum. Benjamin, birçokları gibi benim de hem sanata bakışımda hem de sanatın siyasetle ilişkisini anlamaya çalışmamda kılavuzum olmuş yazarlardan. Dünyaya bakışındaki sorgulayıcılık, sanatın önemini kavrayışı, onun estetik niteliklerini öne çıkartan düşünsel tartışmaları ile Türkçede yayınlanan tüm eserlerini izlemeye çalıştığım bir yazar.
Moskova Günlüğü'nü de aynı heyecanla okudum. Adındaki "günlük" ibaresi özellikle çekici kılıyordu kitabı. Çünkü düşünce dünyasını ne kadar yakından tanımaya, öğrenmeye çalışsam da özel hayatı hakkında pek fazla bilgi sahibi olmadığım bir yazardı Benjamin. İnsan, ister istemez, yazdıklarını önemsediği birinin hayat öyküsünü merak ediyor. Hele kırk sekiz yıllık kısa ömrünü Fransa-İspanya sınırında, faşistlere tutsak düşmemek arzusuyla trajik bir intiharla noktalamışsa...
Günlükler, ne kadar genelleştirmeye çalışılırsa çalışılsın insanın kendi özelini, duygularını ve en azından gündelik hayatının ayrıntılarını ele verir. Bir kişinin kabataslak da olsa bir günü nasıl geçirdiğini belleğinizde canlandıracak verilere sahip olmanız bile onun nasıl yaşadığını, nasıl biri olduğunu anlamanızda önemli bir adımdır diye düşünüyorum. Benjamin özel hayatı hakkında ayrıntılar vermemeye özellikle dikkat etmiş bir yazar. Sonradan yayımlanan mektuplarında bile bu prensibini özenle korumuş.
On Yaşındaki Devrim
Bu açıdan önemli bir kaynak Moskova Günlüğü. Ama tabii bu kadarla kalmıyor. Yazıldığı yerin ve dönemin de ayrı bir çekiciliği var. Benjamin bu günlüğü 1926 Aralık'ı ile 1927 Ocak'ı arasında, 7 haftada, Moskova'da tutuyor. Sovyet Devrimi yapılmış ve aradan yaklaşık on yıl geçtiği için uygulama ilk önemli meyvelerini vermeye başlamış. Gönlünü sosyalizme vermiş herkes gibi düşlerinin gerçekleştiği yeri görmek istiyor. Bu gerçekten de önemli bir sınav, insanın düşleriyle gerçeğin ne denli birbiriyle uyuştuğunu görmesi, karşılaştırması.
Teorinin hayata/pratiğe geçtiği yerde olmak ister istemez kişinin inançlarını sorgulamasını gerektirir. Bu sorgulamaya girişen kişi bir de kuramcıysa onun hesaplaşması ister istemez daha da ilgi çekici olur. Çünkü onun daha sonra ileri süreceği tüm düşüncelerde, kuramlarda orada yaşadıklarının, gözlemlerinin olumlu ya da olumsuz yansıması olacaktır.
Walter Benjamin, kendisinden umulacağı gibi ayrıntılara inen, iyi bir günlük tutmuş. Hemen her gün neler yaptığını, yaşadığını, onların uyandırdığı düşünceleri kaydetmiş. Daha ilk sayfalardan itibaren Benjamin'in Moskova'ya gidişinin tek bir nedeni olmadığını hissediyorsunuz. Benjamin, Moskova'ya görevli olarak gelmiştir. Bir dergiye Moskova izlenimlerini yazacaktır. Belki de bu nedenle hem gündelik hayatı hem de onu oluşturan düşünsel yapıyı belki de normaldekinden daha dikkatli gözlemler. Bunun tek nedeni yazar sorumluluğu değildir. Benjamin, aynı zamanda bir kararın arifesindedir. Alman Komünist Partisi'ne üye olup olmamak, yani siyasi bağlanma konusunda bir karar verecektir. Bu kararı almasında buradaki izlenimlerin çok önemli etkisi olacağı açıktır.
Tatil Aşkının Peşinde
Ama tüm bunlara vesile olan özel bir neden vardır; aşk. Aşkının izini sürmek amacıyla gelmiştir Moskova'ya. Belki de Moskova'yı görüp yazmak bu amaç için bir araçtır.
Âşık olduğu kadın, sıkı bir sosyalist olan Letonyalı bir tiyatrocudur, Asja Lacis. 1924'te İtalya'da Capri Adası'nda tanışmışlardır. Birlikte bir tatil aşkı yaşarlar. Altı ay boyunca İtalya'yı birlikte gezerler. Benjamin, Berlin'e döndükten birkaç ay sonra belki de ani bir kararla, Lacis'i tiyatrosunun bulunduğu Riga'da ziyaret eder. Tatil aşkı geride kalmıştır, ilgi görmez. Gerisin geri Berlin'e döner. 1926 sonlarında Asja Lacis'in depresyon geçirdiğini ve Moskova'da bir sanatoryumda kaldığını öğrenince Moskova izlenimlerini yazmak üzere Rusya'ya gider.
Anlatılanlara bakılırsa Asja Lacis zor bir kadındır. Hırçındır, tartışmayı sever, kolaylıkla kavga eder, karşısındakini kırar. Ama sanıyorum Benjamin'in aşkını karşılıksız bırakmasının nedeni bu değildir. Moskova Günlüğü'nde Benjamin'in yazdıklarına bakarsak, çiftin zaman zaman çok duygusal anlar yaşadığını da görürüz. Ama bu anlar çok kısa ve geçicidir. Daha çok bekleyişler, umutlar ve karşılıksız bırakılan hislerle yaşar Benjamin. İlişki yeni bir boyut kazanacağı her aşamada sekteye uğrar. Asja Lacis'in sıkı bir entelektüel olduğu söylense de düşünsel anlamda hemen hiçbir şeyi paylaşamazlar ve bu yüzden sık sık kavga ederler. Benjamin, bir aşk üçgeninin dar açılı köşesini oluşturmaktadır. Üçgenin diğer köşesinde dönemin tanınmış yönetmenlerinden, günlükten anladığımız kadarıyla Benjamin'in de yakın arkadaşı olan Bernard Reich vardır. Asja Lacis'in hayatında Reich daha ağır basmaktadır. Onunla ilişkisi daha yoğundur ve birlikte çok şey paylaşmaktadırlar. Düşünsel açıdan Benjamin'de Reich'la daha yoğun ilişkidedir. Özellikle Moskova'da yaşanan birçok şeyi anlamasında Reich'ın anlattıklarının, onunla konuşmalarının, tartışmalarının büyük etkisi olmuştur.
Aşk Üçgeninin Dar Köşesi
Benjamin, bu yolculuğa çıkarken ne gibi bir beklenti içindeydi? Herhalde, öncelikle aşkına karşılık bulmak istiyordu. Günlük'ten anladığıma göre, bu karşılığı alamamış. Bu ilişkide belirleyici olan Asja Lacis onun üçgenin bir köşesi olarak kalmasını uygun görmüş. Teorinin pratikteki hali de onu hayal kırıklığına uğratmış. Tüm iyimser ve olumlayıcı bakışına rağmen devrimin başarıya ulaşıp ulaşamayacağı konusunda kuşkuya düşmüş. Kendi ilgi alanı olan edebiyat ve tiyatro ile ilgili izlenimleri, devletin sanata bakışı, denetleyici ve kısıtlayıcı tutumu da bu hayal kırıklığını artırmış olmalı. Komünist Partisi'ne katılmak konusundaki kararsızlığına da cevabı bulmuş, kesinlikle bağımsız kalmaya karar vermiş. Bu karar da izlenimlerinin ne yönde olduğunun önemli bir göstergesi.
Moskova Günlüğü'nün Türkçe baskısının başında ve sonunda yer alan ekler de Benjamin'in bu üç boyutlu yolculuğunu anlamamızda önemli katkılarda bulunuyor. Orhan Koçak'ın "Sunuş"u ve Gershom Scholem'in "Önsöz"ü Günlük'ü okurken ayrıntılara boğulup tam olarak anlam veremediğimiz önemli konularda aydınlatıcı işlevler yüklenip kitabı tamamlıyorlar. Daha da önemlisi, kitabın sonundaki eklerde yer alan, karşı yanın yazarı nasıl gördüğünü örnekleyen Asja Lacis'in anılarındaki Benjamin'le ilgili bölümler ve dönemin devlet yöneticilerinden Lunaçarski'nin Benjamin'in Goethe ile ilgili çalışması hakkındaki olumsuz görüşünü içeren mektubu. Benjamin'in bakışındaki iyimserliğin,Günlük'ün yapısını oluşturan olgular konusunda karşı taraftan nasıl olumsuz bir tepki aldığını görmemiz açısından ilginç belgeler bunlar.
Sonuç olarak, önemli bir kuramcının önemli bir tarih kesitinde, o yıllarda en çok merak edilen yerlerden biri olan Moskova'da, yaşadığı aşkın ve düşlerin izinden gitmek hangi boyuttan yaklaşırsanız yaklaşın okumaya değer.