Giriş, s. 7-11
Yönetim yanlısı Rusya'nın Seçimi blokunun Aralık 1993’teki parlamento seçimi kampanyasında kullandığı sloganlardan birisi "Vida çekiçle çakılmaz"dı. Rusya'nın Seçimi'nin sözcülerinin seçmenlere anlatmak istedikleri şey şuydu: adil bir toplum düşlemek anlamsızdır, dolayısıyla yeni düzenle uzlaşmak zorundasınız. Bu slogan, baştaki niyetten farklı bir biçimde, ironik bir anlam kazandı. Yeltsin, Gaydar ve diğer Rus "reformcular"ın, ne normal bir burjuvazinin, ne de piyasanın altyapısının olduğu bir ülkeye liberal kapitalizmi getirmeye çalışmaları "vidayı çekiçle çakmaya çalışmak"tan farksız bir eylem oldu.
Tarih komedya olarak tekrarlanmakta. Pek orijinal olmayan bu ifade gerçeği dile getiriyor. Rusya'da 1990'ların ilk yıllarında yaşanan ürkütücü gelişmelerin gülünç bir yanı da var. İyi örgütlenmiş politik gruplar, çıkarların yeterince ifade edilmediği düzensiz bir toplumda, hiçbir kurala uyulmayan çatışmalara girdiler. Bu noktada, sınıfsal çatışmalardan ancak çekincelerle söz edilebilir. Hükümet içindeki kavgalar bir çocuk bahçesindeki itiş-kakışa benziyor daha çok.
Olup biteni anlamakta, psikoloji en az ekonomi kadar önemli. Toplumsal yapıların zayıflığı, eski kurumların çöküşü, geleneklerde yaşanan kriz gibi nedenlerden dolayı, sosyal psikoloji önemli bir başvuru kaynağı haline geldi. Aynı şey ülkeyi yönetenler için, muhalefet için, adları ve sınırları belirsiz olan, kimsenin isimlendiremediği topraklarda yaşayan milyonlarca yurttaş için de söylenebilir. Bu topraklar hâlâ "eski Sovyetler Birliği" olarak bilinmekte.
Bu baş döndürücü gelişmeler 1990'da yapılan seçimlerle başladı. Bu tarihten önce her şey az çok öngörülebilen bir "denetim altında reform" senaryosuna uygun olarak gerçekleşiyordu. Komünist Parti, gücün elinden kayıp gitmesine meydan vermeden, denetimi ağır ağır gevşetiyordu. Batı'nın tam desteğini alan Gorbaçov, parti genel sekreterliğinden sınırsız yetki sahibi devlet başkanı mevkiine geçmeye hazırlanıyordu. Ne reformların gerekliliğinin 1980'lerin sonundan itibaren dile getirilmeye başlandığı parti toplantıları, ne Yeltsin-Gorbaçov çatışması, ne Halk Temsilcileri Kongresi'ndeki tartışmalar, ne de kitlesel protesto gösterileriyle madencilerin grevleri henüz devletin dağılışına işaret ediyordu. Ancak, reformcuların durumun denetimini yitirmeye başladıkları da açıktı. Aldıkları kararlarla, Sovyet yönetiminin ilkelerini kendi önlerinde birer engel olarak gören yeni toplumsal güçler yaratmışlardı.
1990'daki seçimler bir dönüm noktası oldu. Tüm cumhuriyetlerde, Moskova'dan bağımsız yerel otoriteler belirdi. O güne değin gölgede kalmaya mahkûm olan yerel bürokratlar bir anda özgüven sahibi oluverdiler. Çeşitli yörelerdeki ve cumhuriyetlerdeki görevlilerin büyük çoğunluğu yerlerine seçimle gelmemişler, seçmenlerden oy toplamak için kampanya düzenlemek zorunda kalmamışlar, rakip adaylarla miting alanlarında yarışmamışlardı; ama gene de esas olarak kazanan onlar oldu. Halk tarafından seçilen temsilciler bir anlamda onların rehineleriydiler çünkü birlik merkezine muhalefet edebilmek için yerel yönetimlerden destek almaları zorunluydu. Reformun ideologlarından Gavril Popov'a göre bu durum "demokratların ve yönetim aygıtının ittifakı" idi. Şöyle ya da böyle değişim gerçekleşti: ülkedeki durumu denetiminde tutan, reformların önderi Gorbaçov bir anda ordusuz bir komutana dönüştü. Batılı dostları Yeltsin'i "Rusya'nın yeni önderi" olarak alkışlamaya hazırlanırlarken, kısa bir süre öncesine kadar Gorbaçov'un destekçisi olan kimseler de onu terk ettiler.
Gorbaçov'un deneyini tekrarlayan Yeltsin, kendisini devlet başkanı seçtirdi. Daha alt görevlerde olanlar belediye başkanlıklarıyla yetindiler. Çeşitli düzeylerde yönetici konumunda olanlar merkezden olabildiği kadar çok güç koparmaya baktılar. Bu yöneticiler bir yandan kendilerinin astı olan ve güçten pay almaya çalışan rakipleriyle de uğraşmak zorunda kaldılar. Tüm bu insanların tek bir ortak noktası vardı: demokrasiden ve özgürlükten söz etmelerine karşın, yurttaş çoğunluğuna herhangi bir yönetim kademesinde yetki vermek gibi bir niyetleri kesinlikle yoktu.
Tüm bunlar Ağustos 1991'de nihayete erdi. Birlik düzeyindeki kimi Sovyet bürokratları, güçler ilişkisini kendi lehlerine çevirebilmek için, yenileceği önceden belli olan "Acil Durum Devlet Komitesi"ni kurdular. Komite üyelerine kamuoyunda "darbeciler" dendi. Kendisini darbecilerden ayrıştıran Gorbaçov, mevkiini birkaç ay daha koruyabildi; ancak Ağustos'ta bir siyasi mevta haline gelmişti bile.
Bu noktada olayların gidişi biraz olsun açıklık kazandı, iktidara gelenler basit ve nihai bir seçim yapmıştı: kapitalizmden, "güçlü bir yürütmeden" ve Batı yanlısı politikalardan yanaydılar. Özgürlük yalnızca kendilerine mahsustu, bu özgürlüğü her şeye karşın korumakta kararlıydılar. Artık ne yasaların koyduğu sınırlamalar, ne de varolan kurumlar tarafından engellenmek istiyorlardı. Açlık çeken, kafası karışmış olan büyük çoğunluğun taleplerini dikkate almak niyetinde ise hiç değillerdi.
Bunu izleyen dönemde, tüm kurumsal yapılar sistemli bir biçimde ortadan kaldırıldı. Aralık 1991'de, üç cumhuriyetin başkanlarının onayıyla Sovyetler Birliği Belovezkaya Puşka'da lağvedildi. Komünist Parti kapatıldı, tekrar ortaya çıktı, bu kez yasaklandı. Parti bir kez daha canlandırıldı, yine yasaklandı, en sonunda yasallaşabildi. Ancak bu artık üye yapısı farklı ve amaçları değişik, bambaşka bir örgüttü. Eylemcileri sakin bir biçimde ticarete atılan Komsomol, az çok kendi isteğiyle dağıldı. Silahlı kuvvetler parçalanmaya başladı.
Sıra sovyetlere ve devlet yatırımları sektörüne gelmişti. "Tüm halkın mülkiyeti"nde olan işletmeler bireysel zenginleşmede kullanılan sınırsız birer fon kaynağına dönüştü. Yeltsin'i iktidara getiren sovyetler totaliterliğin kalıntıları olarak nitelendirildiler. Bu yapılar, sistemin basit öğeleri değildiler yalnızca. Politik ve ekonomik sorunlarla ilgilenmenin yanı sıra çok sayıda toplumsal, hatta kültürel işlevi yerine getirerek alışıldık biçimiyle gündelik yaşamın birer parçası olmuşlardı. Bu işlevleri kendilerine göre, kaba ve yetersiz bir biçimde yerine getiriyorlardı gerçi, ancak ortadan kalkmalarından sonra insanlar bu işlevleri artık hiçbir kurumun yerine getirmediğini gördüler.
Çok geçmeden, 1991 güzünde SSCB'nin dağılmasını olumlayanların büyük çoğunluğu muhalefet saflarına geçmişti. Kimisi seçmenlerin memnuniyetsizliğine tepki veriyordu, kimisi bir bilinç uyanması yaşamıştı, kimisi ise artık SSCB'ye değil kendilerine, yani Rusya'ya ait olan yapıların çözülüşünden rahatsızdı. Böylece, Yeltsin'in eski silah arkadaşları olan başkan yardımcısı Aleksandr Rutskoy ve parlamento başkanı Ruslan Hasbulatov, Yeltsin'in amansız düşmanı kesildiler.
Sovyetlerden gelen direnişi kırmak zaman aldı. Yeltsin Aralık 1992'de Yüksek Sovyet'i dağıtma tehdidinde bulundu, ancak bu tehdidini yerine getirmedi. Daha sonra "özel yönetimi" yaşama geçirmek istedi, yine geri çekildi. İlk gerçek güç denemesi Nisan 1993'te yönetim tarafından ülkeye dayatılan referandum oldu. Referandum televizyon yayınlarının sansür edilmesi ve kamuoyunun manipüle edilmesi açısından Sovyet döneminde bile benzeri görülmedik koşullarda gerçekleşti. Referandumun sonuçları belirsizliğe yol açtı; seçmenlerin üçte biri oy kullanmamış, erken milletvekili seçimi önerisi onaylanmamıştı. Ancak yönetim halkın başkana verdiği güvenoyuna dayanma olanağına kavuştu yine de.
Nisan seçimleri Ekim ayında gerçekleşecek olan katliamın habercisiydi. Hükümet 1993 yılı boyunca bir tek soruyla uğraştı: Yönetimin bağımsızca hareket etmesini engelleyen milletvekillerinden, yasalardan, Anayasa Mahkemesi'nden nasıl kurtulunur? Oyunun son perdesi Eylül'de oynandı. İlk olarak, milisler sokaklarda insanlara dayak attı, daha sonra tanklar parlamento binasına ateş açtı.
Zaferin sağlama bağlanması için, başkan ve ekibine kendilerini her tür sorumluluktan bağımsız kılacak, en önemlisi de yeni mülk sahiplerinin haklarını güvence altına alacak bir anayasa ve serbest seçimler gerekliydi.
Merkezi Seçim Komisyonu'ndaki karmaşaya, süre ve kural ihlallerine karşın, seçimler 12 Aralık 1993'te yapıldı. Reklamcılık diliyle söyleyecek olursak, alınan sonuçlar tüm beklentilerin ötesinde oldu. Seçmenlerin yarısı oy kullanmadı, sandıklara gidenlerin ezici çoğunluğuysa oylarını yönetim karşıtlarına verdi.
Yetkililer "demokrasinin zaferi"ni sağlayabilmek için paradan da, çabadan da sakınmamışlardı. Yönetim yanlısı Rusya'nın Seçimi ittifakının seçim öncesinde yaptırdığı bir toplumsal araştırmanın parası devlet tarafından karşılanmıştı. Moskova'daki seçmen listelerinde çoktan ölmüş olan kimselerin, uzun süredir boş duran binalarda oturuyor görünen insanların isimleri vardı. Şaşılacak bir rastlantıyla, bu "seçmenler"in bir kısmı, bir on dokuzuncu yüzyıl klasiği olan Ölü Canlar'ın yazarı Nikolay Gogol'un bir zamanlar oturduğu bir binada kayıtlı görünüyorlardı. Seçimlerden bir gece önce, Moskova'daki seçim komisyonlarından birinin başkanı, akrabalarına, "Tüm sevdiklerime: Halkı öyle feci şekilde aldattım ki bağışlanmam mümkün değil artık," mesajını bırakıp kendini asmıştı.
St. Petersburg'da, caddelerde protesto için imza toplayan muhalefet yanlıları, kentin sokaklarında elden düşme Volvo'larla dolaşan iri kıyım gençleri karşılarında buldular. Gazetelerin yazdığına göre, bu devriyeler imza toplayanları metro istasyonlarından kovdular, dilekçeleri yırttılar, kendilerine inatla karşı çıkanları ise son derece profesyonel bir biçimde dövdüler. Her nedense, hükümet yanlısı adaylar için imza toplayanlara dokunan olmadı.
Moskova'nın güneyinde bir kent olan Voronej'de sandıklardan seçmenlere verilen toplam oy pusulası sayısından üçte bir oranında fazla oy çıktı. Askerler oy vermek isteyip istemediklerine bakılmaksızın, birlikler halinde seçim merkezlerine götürüldü. Muhalefet adaylarının sandık gözlemcileri oy sayımına alınmadı. Tüm ülkede bunlara benzer yüzlerce olayla karşılaşıldı, olaylar basına, hatta televizyona yansıdı. Hiçbir şey görmemiş gibi davranan, yolsuzluk yapıldığı anlaşılan yerlere gitmeyi reddeden yabancı gözlemcilerdi yalnızca.
12-13 Aralık gecesinde, yeni siyasi dönemi karşılamak üzere, Kremlin'den şaşaalı bir televizyon yayını planlanmıştı. Yeltsin ve Gaydar programa konuk olarak katılacaklardı. Rusya televizyonunun sansürlü yayınları arasında kölece bağlılığıyla öne çıkan "bağımsız" televizyon haber programı İtogi, çoktan Rusya'nın Seçimi'nin zaferini ilan etmişti bile. Ne yazık ki, beklenen zafer gerçekleşmedi. Seçmenlerin yarısı sandıklara gitmedi, Rusya'nın Seçimi'nin oy oranı ise %20'nin altındaydı. Çizgisi Rusya'nın Seçimi'ne en yakın grup olan Rusya Demokratik Reformlar Hareketi %5'in de altına düşerek Federal Meclis'te temsil hakkını yitirdi. Dahası, askerlerin ve alt rütbeli subayların çoğunluğu oylarını muhalefet partilerine verdiler. Bu durum parlamento saldırısına katılan birlikler için de geçerliydi.
Halkı uzun süre aldatabilirsiniz. Koskoca bir ülkeyi göz kamaştırıcı deneylerin yapıldığı bir laboratuvara, o ülkede yaşayanları da kobaya dönüştürebilirsiniz. Ancak yönetenlerin bağımsızlığının sınırsız olmadığı gerçeği er ya da geç ortaya çıkar. Bir gün, milyonlarca insan, kendi çileli deneyimlerine dayanarak, yönetenlerin özgürlüğü ne denli kısıtlı olursa, yurttaşların özgürlüğünün o denli artacağının farkına varırlar.