ISBN13 978-975-342-086-0
13x19,5 cm, 240 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Siyaset Arayışı, 2000
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Giriş, "Entelektüeller: Modern Yasa Koyuculardan Postmodern Yorumculara", s. 7-13

Yirminci yüzyılın ilk yıllarında "entelektüeller" sözcüğünün türetilişi, Aydınlanma çağı boyunca bilginin üretilip yayılmasıyla bağlantılandırılmış olan o toplumsal merkeziliği ve o küresel kaygıları yeniden yakalamaya ve bir kez daha vurgulamaya yönelik bir girişimdi. Sözcük, ulusun zihnini etkileyip politik liderlerinin hareketlerine biçim vermek suretiyle siyasal sürece doğrudan müdahale etmeyi ahlaki sorumlulukları ve kolektif hakları olarak gören romancıların, şairlerin, sanatçıların, gazetecilerin, bilim adamlarının ve toplumca bilinen başka kişilerin oluşturduğu karışık bir topluluğu kapsıyordu. Sözcük türetildiği sıralarda, les philosophes [felsefeciler; bkz. 2. Bölüm] ya da la république des lettres'in [edebiyat cumhuriyeti; bkz. 2. Bölüm] torunları, kısmi ilgileri ve belli bir alanda odaklanmış kaygılarıyla, çoktan uzmanlık bölgelerine çekilmişlerdi. Dolayısıyla sözcük, meslekler ile sanatsal türlerin sıkı biçimde korunan sınırları üzerinde yankılanan bir toplanma çağrısıydı: Amacı, hakikatin, ahlaki değerlerin ve estetik yargıların birliğini dile getiren ve bunları hayata geçiren "bilgili insanlar" geleneğini yeniden canlandırmak (ya da onların kolektif belleğini ortaya çıkartmak) olan bir çağrı.

Paylaştıkları tartışma faaliyeti ve ortak konular sayesinde bütünleşmiş olan La république des lettres gibi, entelektüeller topluluğunun birliği de, çağrıya verdikleri yanıtla, çağrının ima ettiği hak ve sorumlulukların kabulüyle oluşacaktı. "Entelektüeller" kategorisi yalnızca görünüşte, betimsel bir kategori olarak düşünülmüştü. Gösterdiği alanın nesnel bir sınırını çizmiyor, böyle bir sınırın önceden var olduğunu da varsaymıyordu (bununla birlikte, içinde seferber edilecek gönüllülerin bulunacağı bir gruba işaret ediyordu). Daha çok, belli kaygılara dikkati çekerek, belli bağlılıkları harekete geçirip, kendi kendini tanımlama girişimlerini teşvik ederek ve böylece uzmanlarla sanatçıların kısmi otoritelerini, bilgili insanların oluşturduğu kolektif siyasal, ahlaki ve estetik otorite içinde daha etkili bir biçimde kullanarak, kategorinin kendi göndergesini yaratması bekleniyordu. Deyim yerindeyse, kategori, evrensel-toplumsal önemde belli bir tür pratiğe katılma yönünde oldukça açık bir davetti. Bugüne kadar da bu niteliği değişmedi. Bu nedenle, "Entelektüeller kimlerdir?" sorusunu sorup, karşılığında bir dizi nesnel ölçüt, hatta "şu şu kimseler entelektüeldir" biçiminde bir saptama beklemenin pek bir anlamı yoktur. Üyelerini entelektüellerin meydana getirdiği bir meslekler listesi oluşturmak ya da mesleki hiyerarşide bir çizgi çekerek, çizginin yukarısındakileri entelektüeller olarak tanımlamak anlamsızdır. Her yerde ve her zaman, "entelektüeller" bir hizmet için bir araya gelmenin ve kendi kendini görevlendirmenin birleşik etkisiyle oluşurlar. "Entelektüel olma"nın anlamı, kişinin kendi mesleği ya da sanat türü ile ilgili kısmi uğraşının üzerine çıkması ve içinde yaşadığı zamanın –hakikat, yargı ve beğeni gibi– küresel konularıyla ilgilenmesi demektir. "Entelektüeller" ile "entelektüel olmayanlar"ı ayıran çizgi hep, belirli bir faaliyet tarzına katılma yönünde verilen kararlarla çizilir.

Batı Avrupa sözcük dağarcığına girdiğinde "entelektüeller" kavramı anlamını Aydınlanma çağının kolektif belleğinden alıyordu. Modernitenin en belirgin vasfı olan iktidar/bilgi sendromu bu dönemde belirginlik kazanmıştı. Sendrom, modern çağın başlangıcında meydana gelen iki yeni gelişmenin ortak ürünüydü: Toplumsal sistemi, önceden tasarlanmış bir düzen modeline göre biçimlendirip yönetmek için gerekli kaynaklara ve iradeye sahip yeni tür bir devlet iktidarının ortaya çıkması; hem böyle bir modeli oluşturabilecek, hem de kullanımının gerektirdiği uygulamaları içeren görece özerk, kendi kendini yöneten bir söylemin kurulması. Bu kitap şu varsayımı araştırmaktadır: Bu iki gelişimin birleşmesi, belirli bir dünya görüşü ve onunla bağlantılı entelektüel stratejiler biçiminde dile getirilen ve "modernite" adını alacak olan deneyimi yaratmıştır. Bu kitabın araştırdığı bir başka varsayım da, devlet söylemi ile entelektüel söylem arasında daha sonra oluşan kopmanın, her iki alanın geçirdiği iç dönüşümlerle birlikte, bugün belirli bir dünya görüşü ve onunla bağlantılı entelektüel stratejiler biçiminde dile getirilen ve genellikle "postmodernite" adıyla anılan bir deneyime yol açtığıdır.

Bu ana kadar söylenenlerden şu noktanın açıklık kazanmış olması gerekir: Bu kitapta modernite ve postmodernite kavramları, genellikle karıştırıldıkları, görünüşte benzer karşıtlıkların –"sanayi toplumu" ile "sanayi sonrası toplum" ya da "kapitalist toplum" ile "kapitalizm sonrası toplum" gibi– eşdeğeri olarak kullanılmamaktadır. Keza modernite ile postmodernite, kendi kendine oluşturulmuş ve büyük ölçüde kendi konumunun bilincinde olan kültürel ve sanatsal üslupları betimlemek üzere kullanılan "modernizm" ile "postmodernizm" terimlerinin eşanlamlısı olarak da kullanılmamıştır. Bu kitapta kullanıldığı biçimiyle modernite ile postmodernite kavramları, "entelektüel rol"ün yerine getirildiği birbirinden tamamıyla farklı iki bağlamı ve bunlara yanıt olarak gelişen iki ayrı stratejiyi göstermektedir. Modernite ile postmodernite karşıtlığı burada, Batı Avrupa tarihinin (ya da Batı Avrupa'nın egemen olduğu tarihin) son üç yüzyılını entelektüel praksis açısından kuramlaştırmak amacıyla kullanılmıştır. Modern ya da postmodern olan bu pratiktir; iki tarzdan birinin ya da ötekinin egemenliği (bu, istisnaların olmadığı anlamına gelmez), modernite ile postmoderniteye entelektüel tarihin dönemleri niteliğini kazandırır. Birbirini izleyen tarihsel dönemler olarak modernite ile postmodernite fikri tartışmalı olsa bile (bazıları, haklı olarak, modern ve postmodern pratiklerin, değişen oranlarda da olsa her iki dönemde birlikte var olduğunu belirtmekte, bir örüntünün ya da ötekinin egemenliğinden yalnızca göreceli bir biçimde, eğilimler olarak söz edilebileceğine işaret etmektedirler), iki pratik arasındaki ayrımı belirtmek, –yalnızca "ideal türler" olarak olsa bile– yararlıdır; bu ayrım, halihazırdaki entelektüel ihtilafların özünü ve mevcut entelektüel stratejiler yelpazesini açığa çıkarmak açısından yararlı olacaktır.

Entelektüel pratiklere ilişkin olarak, modern ile postmodern terimleri arasındaki karşıtlık, dünyanın, özellikle de toplumsal dünyanın doğasını anlamadaki farklılıkları, aynı zamanda da entelektüel çalışmanın buna bağlı doğasını ve amacını anlamadaki farklılıkları göstermektedir.

Dünyaya ilişkin tipik modern görüş, onun özünde düzenli bir bütünlüğü olduğu şeklindedir; düzensiz olarak dağılmış olasılıkların oluşturduğu bir örüntünün varlığı, olaylara bir açıklama getirilmesine olanak sağlar; bu açıklama eğer doğruysa aynı anda hem bir önceden tahmin aracı hem de (gerekli kaynaklar mevcutsa) bir denetim aracı niteliği taşır. Denetim ("doğaya egemen olma", toplumun "planlanması" ya da "tasarımlanması"), olasılıkların yönlendirilmesi (bazı olayların daha olası, diğerlerinin daha az olası kılınması) olarak anlaşılan düzenleme etkinliğiyle hemen hemen eşanlamlıdır. Denetimin etkili olması, "doğal" düzene ilişkin bilginin yeterli olmasına bağlıdır. İlke olarak, bu tür yeterli bilgi, elde edilebilir bir şeydir. İster laboratuvar deneyinde olsun ister toplumsal pratikte, denetimin etkililiği ile bilginin doğruluğu birbiriyle yakından bağlantılıdır (ikincisi birinciyi açıklar, birincisi ikinciyi doğrular). Kendi aralarında bunlar, var olan pratikleri üstün ya da aşağı olarak sınıflandırma ölçütleri sağlarlar. Böyle bir sınıflandırma gene ilke olarak nesneldir, yani yukarıda sözü edilen ölçütlerin her uygulanışında, bu ölçütleri kamusal olarak sınamak ve kanıtlamak mümkündür. Nesnel olarak gerekçelendirilemeyen pratikler (örneğin geçerliliklerinin kanıtı olarak, belirli bir yer ve belirli bir zamanda geçerli alışkanlıkları ya da görüşleri gösteren pratikler), bilgiyi çarpıttıkları ve denetimin etkililiğini sınırladıkları için aşağıdırlar. Denetim/bilgi sendromunca ölçülen pratikler hiyerarşisinde yukarı doğru çıkmak, aynı zamanda evrenselliğe doğru ilerlemek ve "dar görüşlü", "kısmi", "sınırlandırılmış" pratiklerden uzaklaşmak demektir.

Tipik postmodern dünya görüşü, ilke olarak, her biri görece özerk pratikler dizisi tarafından üretilen sınırsız sayıda düzen modeli olduğunu öne sürer. Düzen bu pratiklerden önce gelmez, dolayısıyla onların geçerliliğinin dıştan ölçüsü olamaz. Birçok düzen modelinden her biri yalnızca onu geçerli kılan pratikler çerçevesinde anlamlıdır. Her bir durumda, geçerliliğin saptanması belli bir gelenek kapsamında geliştirilen ölçütleri devreye sokar; bunlar, bir "anlamlar topluluğu"nun alışkanlıkları ve inançlarınca savunulur ve başka meşruluk sınamalarına izin vermezler. Yukarıda "tipik olarak modern" biçiminde tanımlanan ölçütler bu kurala bir istisna oluşturmaz; en son noktada bunlar, çok sayıda olası "yerel gelenek"ten biri tarafından geçerli kılınır ve tarihsel yazgıları dayandıkları geleneğin getireceklerine bağlıdır. Geleneklerin dışında, "mevziler"in dışında konumlanmış yerel pratikleri değerlendirecek ölçütler yoktur. Bilgi sistemleri ancak kendi geleneklerinin "içinden" değerlendirilebilir. Modern bakış açısına göre, bilginin göreceliği mücadele edilip, sonunda kuramsal ve pratik olarak alt edilecek bir sorun idiyse; postmodern bakış açısına göre, bilginin göreceliği (yani bilginin, toplulukça paylaşılan ve bilgiyi destekleyen geleneğin "içine gömülmüş" olması hali) dünyanın sürüp giden bir özelliğidir.

Entelektüel çalışmaya ilişkin tipik modern stratejiyi en iyi sergileyen şeylerden biri de "yasa koyucu" rolü eğretilemesidir. Bu rol, görüş ayrılıklarını hükme bağlayan amirane ifadeler kullanmayı ve bir kez seçildiklerinde doğru ve bağlayıcı hale gelen görüşleri seçmeyi içerir. Bu durumda hüküm verme yetkisi, entelektüellerin toplumun entelektüel olmayan kesimine oranla daha kolay eriştikleri üstün (nesnel) bilgi tarafından meşrulaştırılır. Hakikate ulaşmayı, geçerli ahlaki yargıya varmayı ve uygun sanatsal beğeniyi seçmeyi güvence altına alan usule ilişkin kurallar sayesinde bu tür bilgiye daha kolay erişilir. Usule ilişkin bu kurallar da, bunların uygulanmasının doğurduğu sonuçlar da evrensel geçerliliğe sahiptir. Usule ilişkin bu kuralların kullanımı, entelektüel meslekleri (bilim insanları, ahlak felsefecileri, estetler), toplumsal düzenin korunması ve mükemmelleştirilmesinde doğrudan ve önemli bir rolü olan, bilginin kolektif sahipleri haline getirir. Bunun böyle olmasının sağlanması, "asıl entelektüeller"in, deyim yerindeyse, meslek üstü bireylerin, işidir; onlar usule ilişkin kuralların belirlenmesinden sorumlu olacaklar ve bu kuralların gereğince uygulanıp uygulanmadığını denetleyeceklerdir. Ürettikleri bilgi gibi entelektüeller de, yerel, cemaate özgü geleneklere bağımlı değildirler. Entelektüeller de, bilgileri de bu dünyadan değildir. Bu onlara, toplumun farklı kesimlerinin inançlarını geçerli kılmak (ya da geçersiz kılmak) hak ve ödevini verir. Gerçekten de, Popper'ın belirttiği gibi, yetersiz temellere dayanan ya da temelsiz olan görüşleri çürütmek, usule ilişkin kuralların en iyi becerdiği iştir.

Entelektüel çalışmaya ilişkin tipik postmodern stratejiyi en iyi sergileyen şeylerden biri ise "yorumcu" rolü eğretilemesidir. Bu rol, bir topluluğa özgü gelenek içinde dile getirilmiş ifadeleri, bir başka geleneğe dayanan bilgi sistemince anlaşılabilecek şekle tercüme etmeyi içerir. En iyi toplumsal düzeni seçmeye yönelmek yerine bu strateji, özerk (bağımsız) katılımcılar arasında iletişimi kolaylaştırmak amacını taşır; iletişim süreci içinde anlamın çarpıtılmasını önlemeye uğraşır. Bu amaçla iki gereği öne çıkarır: Tercüme edilecek olan yabancı bilgi sistemine derinden nüfuz etmek (örneğin, Geertz'in "yoğun betimleme"si); mesajın hem çarpıtılmaması (gönderenin ona yüklediği anlamla ilgili olarak) hem de anlaşılması (alıcı tarafından) açısından gerekli olan, birbirine zıt iki gelenek arasındaki hassas dengeyi korumak. Postmodern stratejinin, modern stratejinin ortadan kaldırılması anlamına gelmediği önemle vurgulanmalıdır; tam tersine, postmodern strateji, modern stratejinin sürekliliği olmaksızın anlaşılamaz. Her ne kadar postmodern strateji entelektüellerin kendi geleneklerine ilişkin evrensellik iddialarını terk etmelerini gerektiriyorsa da, entelektüellerin kendi geleneklerine yönelik evrensellik iddialarını terk etmelerini gerektirmez; kendi gelenekleri içinde entelektüeller, görüş anlaşmazlıklarında hüküm vermelerine ve bağlayıcı olma amacı taşıyan ifadelerde bulunmalarına olanak sağlayan meslek üstü otoritelerini korurlar. Bununla birlikte, karşılaşılan yeni güçlük şudur: Yasa koyuculuk pratiklerinin alanı olarak işlev görecek olan cemaatin sınırları nasıl çizilecektir? Bu, "kısmi" entelektüellerin yerine getirdiği, entelektüel pratiklerden türemiş çok sayıda uzmanlık dalı açısından pek de rahatsızlık veren bir şey değildir. Ancak, çağdaş "genel" entelektüeller, kendilerine ait olduğunu öne sürdükleri alanın tartışma konusu haline geldiğini görmektedirler. Kaldı ki, postmodern stratejinin gündemde olması sonucunda, bu tür alan iddiaları özü itibarıyla kuşkulu hale gelmekte ve meşrulaştırılmaları güçleşmektedir.

Bu kitabın amacı, modern dünya görüşünün ve modern entelektüel stratejinin oluştuğu tarihsel koşulları; aynı zamanda da bunların, alternatif, postmodern dünya görüşü ve postmodern strateji tarafından sorgulandığı ve kısmen ikame edildiği ya da en azından tamamlandığı koşulları incelemektir. Bu kitabın varsayımı, entelektüel pratikle ilgili iki farklı eğilimin nasıl ortaya çıktığını ve ne gibi etkileri olduğunu anlamanın en iyi yolunun, sanayileşmiş Batı ile dünyanın öteki ülkeleri arasındaki ilişkilerde, Batı toplumlarının iç örgütlenmesinde, bilginin ve bilgiyi üretenlerin bu örgütlenme içindeki yerlerinde ve entelektüellerin yaşam tarzlarında meydana gelen değişimleri göz önünde bulundurmak olduğudur. Başka bir deyişle, bu kitap, Batılı entelektüellerin üst-anlatılarındaki birbirini izleyen eğilimleri anlamak amacıyla sosyolojik yorumbilgisini uygulama girişimidir. Bu üst-anlatıda, anlatının üreticileri, yani entelektüeller görünmez –"şeffaf"– kalırlar. Bu çalışmanın iddiası, söz konusu şeffaflığı matlaştırmak, böylece görünür ve araştırmaya açık hale getirmektir.

Son bir noktayı belirtmem gerekiyor. Hiçbir biçimde postmodern tarzın, modern tarza oranla bir gelişme oluşturduğunu, son derece akıl karıştırıcı "ilerleme" fikrinin olası herhangi bir anlamında bu ikisinin bir ilerleme sırası içinde düzenlenebileceğini ima ediyor değilim. Üstelik, postmodernitenin gelişiyle bir entelektüel tarz olarak modernitenin tamamıyla aşıldığına ya da postmodernitenin, modernitenin geçerliliğini yadsıdığına (tutarlı bir postmodern konum alındığında, insanın herhangi bir şeyi yadsıması mümkünse) inanmıyorum. Beni ilgilendiren tek şey, iki tarzın ortaya çıkmasını mümkün kılan toplumsal koşulları ve iki tarzın değişen yazgılarından sorumlu etmenleri anlamaktır...

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X