Ayesha Jalal, "Manto ve “Toba Tek Singh” öyküsü", K24, 29 Şubat 2024
“Her gün böylesine bir merhametsizlikle dökülen kan kimin kanı?” diye hayıflanmıştı Urdu yazar Saadat Hasan Manto 14 Ağustos 1947’de Bombay’daki bağımsızlık kutlamalarına anlam vermeye çalışırken. Pakistan ile Hindistan bağımsızlıklarını iki ayrı ülke olarak ilan etmişti. Halk coşku içindeydi: “Hindustan Zindabad” (Hindistan sen çok yaşa) ve “Pakistan Zindabad” (Pakistan sen çok yaşa) tezahüratları, din namına işlenen cinayetler, tecavüzler ve kundaklamalar silsilesiyle çelişen bir görüntü veriyordu. Manto şaşkındı, ne düşüneceğini bilemiyordu. Yurdunun Hindistan mı yoksa Pakistan mı olduğuna bir türlü karar veremiyordu. “Din etinin akbabalar tarafından koparıldığı kemikleri nerede yakmayı ya da nereye gömmeyi düşünüyorlar?” Madem artık esaret altında değillerdi, Hindistan alt kıtasının insanları hangi hayalleri kuracaktı? Şimdi de bir başkalarını mı kendilerine köle edeceklerdi? Bütün bu büyük sorulara Hindistanlıların bir cevabı, Pakistanlıların başka bir cevabı, Britanyalıların ise onlardan ayrı bir cevabı vardı. Batwara yani bölünme insanların hayatını ikiye bölerek kalplerde ve zihinlerde kandan hatlar çizmiş olabilir. Fakat Britanyalıların haritada çizdikleri keyfi hatlar gözle görülür değildi. Bazı şeyler asla bölünemezdi, alt kıtanın ortak edebi mirası ve dostluk bağları gibi. Bölünmenin talihsiz olmasının asıl sebebi bir ülke yerine iki ülke olması –bağımsız Hindistan ve bağımsız Pakistan– değildi; “her iki ülkedeki insanların köle olması, bağnazlığın kölesi … dinî galeyanların, hayvansal içgüdülerin ve barbarlığın kölesi olmasıydı”.
Üzerine methiyeler düzülen özgürlüğün salıverdiği hiddet dalgası karşısında afallayan Manto, 1948’in Ocak ayında Bombay’dan yanında cevaptan çok soruyla ayrıldı ve Lahor’a yerleşti: “Bundan böyle insanlıktan elimizi eteğimiz çekmeli miyiz?” diye soruyor, “Vicdan denen şeye olan inancımızı yitirdik mi?” diye merak ediyordu. Bölünmenin yol açtığı affedilemez korkunç olaylar insanlığın üzerine bir lekeydi. Resmî milliyetçiliğin debdebesi bölünmenin trajedisini örtüyor ve böylelikle insanların canavarlığının gelişerek daha da cüretkâr hale gelmesine zemin sağlıyordu. Gün geçmiyordu ki bir insan bir başka insan tarafından katledilmesin. “Neden bu bir avuç insan bu denli caniydi” ve “cinayetle şiddet neden kalplerini ve zihinlerini böylesine ele geçirmişti?”
Manto’nun sömürgecilik sonrası geçiş sürecine ilişkin gündeme getirdiği bu temel sorular tıpkı onun gibi bölünmenin hayaletini kovmaya çalışıp bunu bir türlü başaramadığımız şu günlerde bile güncelliğini koruyor: Hindistanlılarla Pakistanlıların çatıştığı temel sorunlar aynıları değil miydi? Hindistan’da Urduca konuşan kimse kalmayacak mıydı? Bu dil Pakistan’da nasıl bir şekle bürünecekti? Pakistan bir din devleti mi olacaktı? Devlete yönelik sadakat yurttaşlara hükümeti özgürce eleştirme hakkı tanıyacak mıydı? Hindistan alt kıtasında Manto’nun keskin edebi bakışının böylesine canlı bir şekilde yakaladığı sömürge yönetiminden özgürleşmenin paradoksu, geçtiğimiz 75 yılda şaşırtıcı değişimlere uğradı ve farklı şekillere büründü. Bölünme çoğu kişi için artık uzak bir hatıraya dönüşmüş olabilir ve kamusal söylemlerde bahsinin açılması yurtseverlik puanları toplamakla sınırlı bir çabadan ibaret görülebilir. Ancak yokluğunun varlığı, 1947’deki büyük bölünme çizgisinden bugüne dek, özellikle de günlük hayata yansımasında, bunun 75 yılı aşkın bir süre önce meydana gelen bir olaydan ziyade halen devam eden tarihsel bir süreç olduğunun bir göstergesi. Ne bir sonu ne de bir başlangıcı olan bu bitmeyen süreç Güney Asya’daki sömürgecilik sonrası deneyimi biçimlendiriyor. Bölünme, kurumsal bir bölme ve bağ koparma formu olarak sömürgecilik sonrası ulus-devletlerinin kurucu mitine dönüştü ve bir zamanlar tarihleri gereği bölünemez olan halkları, toplulukları ve dilsel kültürleri meydana çıkardı. Eğer 75 yıl önce gerçekleşen büyük bölünmeyle ilgili anlatılarda birtakım sapmalar, yok sayışlar ve itirazlar varsa, Güney Asya’daki sömürgecilik sonrası kurulan ulus-devletlerin tekrarla diriltilmelerine ilişkin garip suskunluklar da var.
Manto’nun uluslararası çapta ilgi toplayan ve Urducadan Türkçeye Arzu Çiftsüren tarafından çevrilerek geçtiğimiz aylarda Metis Yayıncılık’tan çıkan Toba Tek Singh adlı öyküsünde bu suskunlukların birçoğu incelikle bozuluyor. Yaratıcı yazarlığının en üretken döneminde, 1954’te yazdığı ve sömürgecilikten çıkan bu iki devletin Lahor’da bir akıl hastanesinde yatan kişileri dinî inançlarına göre ayırma politikalarını anlatan bu metin bölünmenin absürdlüğü üzerine iğneleyici bir tanıklık sunuyor. Bölünmenin mantığını sert biçimde eleştiren bu hikâyenin çizdiği tabloda akıl hastanesinde yatan kişilerin akıl sağlıkları, onları tımarhaneden çıkarıp başka yere götürme kararını verenler kadar bozuk değil. Örneğin bu hastalardan biri ağaca tırmanıp Hindistan’da yahut Pakistan’da yaşamaktansa ağacın üzerinde yaşamayı yeğleyeceğini söylüyor. Hikâyenin ana kahramanı Beşen Singh, Pencap’taki Toba Tek Sing adlı kasabadan bir Sih. Akıl hastanesine yatırıldığı günden beri 15 yıldır hiç uzanmadan ya da oturmadan ayakta duran Singh, doğduğu kasabanın Pakistan’da kaldığını öğrendiğinde Hindistan’a göç etmeyi reddediyor. Ailesinin güvenli bir şekilde Hindistan’a taşındığını duyduğunda bile Beşen Singh arsasının ve mülkünün olduğu kasabasına geri dönmekte ısrar ediyor. Mübadele günü akıl hastanesinde yatanlar Wagah sınır kapısından Pakistan’a naklediliyor. Beşen Singh kaçmaya çalışıyor ama sınırdaki güvenlik görevlileri tarafından yaka paça yakalanıyor. Hindistan’a geçmeyi inatla reddederek iki ülke arasında kimseye ait olmayan bölgede ayakta durmaya başlıyor, ta ki bitkinlikten yere serilene kadar.
Birçok yorumcu tarafından Manto’nun bölünmeyle ilgili en başarılı öyküsü olarak değerlendirilen Toba Tek Singh okurlara çarpıcı bir teşbih sunuyor: Akıl hastanesinin dışında betimlenen cinnet geçirme hali içerideki delilikten çok daha ciddi. Manto’nun insanların yerlerinden ve yurtlarından zorla göç edilmelerine dair mülteci kamplarında dinlediği acı ve perişanlık dolu birinci elden tanıklıklara dayalı bölünme hikâyeleri arasında Toba Tek Singh’i de saymak mümkün. Nitekim Manto yerel dilde pagalkhanna diye adlandırılan ve alkolizm tedavisinin yapıldığı tek tesis olan Lahor akıl hastanesinde bir süreliğine yattıktan sonra bu öyküyü yazmaya karar vermişti. Akıl hastanesine kaldırılmasından sonra Manto’nun akıl sağlığının bozulduğu rivayet ediliyordu, ancak mustarip olduğu tek delilik alkolizmdi. Bölünme öncesinde de çok içki içmesiyle bilinen Manto 1947’nin travmasıyla zorlu göçlerinin yarattığı zihinsel anksiyetenin etkisiyle alkolik oldu ve 43 gibi genç bir yaşta aramızdan ayrıldı.
Manto özellikle Hindistan’ın bölünmesinde yaşanan insanlık trajedisini hassasiyetle temsil etmesiyle hatırlanıyor. Ancak bölünme dışında da, bölünmeden önce kaleme aldığı “Hakaret” ve “Yeni Kanun” gibi öyküler [1] Manto’nun önemli Urdu öykü yazarları katında yer almasını sağlayacak nitelikteler. [2] Bölünmeden önce de Manto meraklı bakışı, korkusuz zihni ve canlı kalemiyle yaşanan post-kolonyal sürece ilişkin saptamaktan ve tüm çıplaklığıyla teşhir etmekten kendini alıkoyamadığı çok sayıda büyük çelişkiyi ortaya çıkardı. “Toba Tek Singh” öyküsüne içten içe bağlı olan bu çelişkilerden biri de, hastaların iyiliği için çalıştıklarını öne sürüp onlara haklarını vermeyi reddeden Lahor akıl hastanesindeki yetkililerin ve personelin riyakâr tutumuydu. Akıl hastanesinde hastaların faydalanması amacıyla öngörülen hizmetler, örneğin taze yumurta ve süt tedariki için tesiste bulunan inek ve tavuklar asla onlara sağlanmıyor. Yetkililerin suç ortaklığıyla hastalar için sağlanan bu tür imkânlar personel tarafından gasp ediliyor. Çiçeği burnundaki post-kolonyal devlet kurumlarına çok yakında nüfuz edecek bu manzara karşısında duyduğu usantıyla Manto, Lahor akıl hastanesindeki yolsuzluğu ifşa eden yazılar yazdı. Bunu yaptığı için hastanede çalışan bir aile büyüğünden azar işitti. Yine de yılmayan Manto, bölünme sonrasındaki ilk yıllarda çalıştığı Imroze gazetesi gibi Urduca yayınlara bu tarz makaleler yazmayı sürdürdü.
Manto’nun ardında bıraktıkları klasikleşen eseri Toba Tek Singh’den ibaret değil. Eserlerindeki hayranlık uyandıran ama aynı zamanda hayli ürkütücü zamansızlığın temelinde yatan toplumsal, siyasi ve entelektüel eğilimleri önceden kestirebilme konusundaki o benzersiz sezgisi nedeniyle Manto daha geniş bir uluslararası okura ulaşmayı hak ediyor. “Toba Tek Singh” öyküsündeki şu sözlerin tesir gücünü değerlendirin mesela:
Gelgelelim, [Pakistan] nerededir, hangi mevkidedir, bununla alakalı hiçbir fikirleri yoktu. Akıl sağlığını tamamen yitirmemiş olanlar Hindistan’da mı yoksa Pakistan’da mı oldukları konusunda ikilem yaşıyordu. Eğer şimdi Hindistan’da iseler o halde Pakistan neresiydi? … Belki de Hindistan alt-kıtasının bütünü Pakistan olacak – ya da kim elini vicdanına koyup da Hindistan ve Pakistan’ın her ikisinin de bir gün haritadan silinmeyeceğini söyleyebilir? [3]
Manto yaşananları kıyamet gibi görmektense dinî inanca dayalı yapay bir bölünmenin geçerliğini sorguluyor. Gelecek nesillerin nükleer güce sahip, birbirine düşman iki devlet tarafından gerçekleştirilen ve yâd edilen bu kana bulanmış bölünmeye dair Manto’nun kâhince uyarısını okuyup okumayacağını bize zaman gösterecek.
Çeviren: Özgün Özçer
Notlar
[1] Çevirmenin notu: Bu hikâyeler Metis’in Toba Tek Singh başlığıyla yayımladığı öykü derlemesinde yer alıyor. Metne dön.
[2] Hamid Jalal, Blackmilk, Lahore: Sang-e-Meel, 1997. Metne dön.
[3] Saadat Hasan Manto, “Toba Tek Singh”, Toba Tek Singh’in içinde, çev. Arzu Çiftsüren, Metis Yayıncılık, 2023, s. 20 ve 23. Metne dön.
* Bu yazının bazı bölümleri Ayesha Jalal’in şu kitabından alınmıştır: The Pity of Partition: Manto’s Life. Times and Work Across the India Pakistan Divide, Princeton: Princeton University Press, 2013.