| ISBN13 978-605-316-262-9 | 13x19,5 cm, 208 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Birinci Bölüm, Şahsi Bir Dil, s. 13-14 Daha önce çölde hiç bulunmamış, ama çölleri sık sık düşlemişti. Bu yüzden, şu anda elinde tuttuğu kartpostala her baktığında ilk içgüdüsü, orada kurak düzlüğün resmini görmek oluyor. Fotoğrafın siyah beyaz olmasının önemi yok. Kumun değişik renk tonlarını, havadaki yeknesaklığı, boşluk hissini hayalinde canlandırıyor. Resimde kimse yokmuş gibi görünüyor, on-on bir muntazam çizgi var sadece; onları zihninde hemen eski bir madenci kasabasının ıssız sokaklarına dönüştürüyor. Kartın kenarlarındaki beyaz tümsekleri görüyor, bulut olduklarını düşünüyor. Ama sonra emin olamıyor. Tekrar baktığında beyaz lekeler hafifliklerini kaybediyor ve tuz tepelerine benzemeye başlıyor. Hemen ardından da düzlük devasa bir tuzlaya dönüşüyor. Düzlüğün üzerinde görülen çizgiler, metruk fabrikadan güherçile dolu vagonların taşındığı yolların izleri; hayal gücünün son bir hamlesiyle fabrika ona kraterleri, vadileri, arkaik geometrileriyle ayın engebeli yüzeyini çağrıştırmaya başlıyor. Ancak o zaman, hayal gücü sınıra vardığında zaten bildiği şeyi hatırlıyor: Baktığı şey kirli bir camın fotoğrafı sadece; az önce çöl, tuzla, sonra da ayın yüzeyi zannettiği yerde tozdan başka şey yok. Kartpostalı ilk gördüğünde birkaç ay önce izlediği bir röportajı hatırlamıştı. Tesadüfen denk geldiği çağdaş turizm konulu belgeselin son görüntüleri onu büyülemişti. Bu son sekansta dış ses mekânın tarihini anlatırken bir drone, Uyuni tren mezarlığının altın sarısı düzlükte çizdiği manzarayı tepeden görüntülüyordu. Kamera düzlükte ağır ağır ilerliyor ve Bolivya’nın ilk demiryolu hattının yıkıntıları çıkıyordu ortaya. Şanlı bir geçmişi çağrıştırmakla birlikte, şu anda platonun üzerinde ayaza hapsolmuş hurdalar misali paslanmakta olan, terk edilmiş dört bin lokomotif iskeleti. Belgeselin anlatıcısı, üç küsur kilometre boyunca uzanan sıra sıra hayalet vagonların üstündeki grafitileri ironiden yoksun olmayan bir tonda, ağır ağır okuyordu: “Hayat böyle.” “Kalkınma burada yatıyor.” O devasa enkaz yığınlarının arasında, her gün mezarlığı ziyaret eden yüzlerce turistin kumdaki karıncaları andıran siluetleri seçiliyordu. Kamera hac sahnesini gösterdikten sonra yoluna devam edip mezarlığı geride bırakıyordu. Anlatıcı susuyor ve belgesel noktalanıyordu. Jenerik akarken video devam ediyor ve yazıların berisinde aşı boyası tonlarının yerini tuzlanın beyazı alıyordu. Şu anda çölde olan kendisi, ama aynı kartpostala bakmaya devam ediyor. Yatağa uzanmış, geceye sırtını dönmüş, kartın arkasını çeviriyor. Eserin ve sanatçının adını okuyor: Elevage de poussière,* Man Ray, 1920; üzerleri ince kırmızı bir çizgiyle çizilmiş. Yerine Humahuaca, Arjantin yazılmış. Eseri dönüştüren basit bir hareket. Bir manzara nihayet karşısındayken onu hayalinde canlandırmanın tuhaf olduğunu düşünüyor. * Fr. Toz üretimi. –ç.n. |