Psikoloji ve Metapsikoloji, s. 9-11
Merhaba sevgili dostlar, yeniden bir aradayız.
Ben’in mahiyetini tanımlamak bizi çok öteye götürecek. Biz de işte bu çok öte’den yola çıkıp merkeze geri geleceğiz – bu da bizi çok öte’ye geri götürecek.
Bu yılki konumuz Freud’un Teorisinde ve Psikanaliz Tekniğinde Ben. Ama ben (moi, ich, ego), sadece bu teoride ve teknikte bir anlama sahip değildir, sorunu karmaşıklaştıran da budur.
Ben mefhumu yüzyıllar içinde filozof denenlerin –ki burada onlardan söz etmekle itibarımızı lekelemekten çekinmiyoruz– yanı sıra, ortak bilinç tarafından işlenip inceltilmiştir. Kısacası, analiz-öncesi (yönümüzü bulabilmek için böyle diyelim aramızda) bir ben tasavvuru vardır, bu tasavvur da Freud’un teorisinin bu işlevle ilgili olarak getirdiği kökten yeni olan üzerinde belli bir çekim uygular.
Freudcu ben mefhumu, Kopernikçi Devrim ifadesinin kullanılmasını hak edecek kadar altüst edici olmasaydı, böyle bir çekime, hatta dalma-batmaya ya da tahribe şaşırabilirdik. Bu ifadenin anlamını, bu yılki söyleşilerimizin temelini oluşturan geçen yılki söyleşilerimiz sırasında şöyle bir görmüştük.
Geçen yıl ulaştığımız sonuçlar, Freud’un teorisini tekrar ele alacağımız bu yeni aşamaya hemen hemen bütünüyle dahil edilecek; seminerleri birbirine bağlayan hattı oluşturuyor bu teori – unutmayın ki bir metin semineri bu.
1
Freud’un açtığı yeni perspektifler öncekileri ortadan kaldırmaya meyilliydi. Ancak nasıl olduysa teorik terimlerin kullanımında bin bir yoldan bir şey çıktı ortaya ve belli bir ben mefhumu yeniden belirdi: Bir bütün olarak Freud’un teorisindeki dengenin içerdiği mefhumla uzaktan yakından ilgisi olmayan, aksine analitik bilgiyi bu örnekte “analiz-öncesi psikoloji” anlamına gelen “genel psikoloji” içinde eritmeye –kaldı ki açık açık söyleniyor bu– meyilli bir ben mefhumu. Bundan sonra da –çünkü teori ile pratik birbirinden ayrılamaz– analitik ilişki, pratiğin doğrultusu değişmiş oldu. Psikanaliz tekniğinin mevcut tarihi bize bunu gösteriyor.
Durum muammasını koruyor hâlâ. Mesele geri ile ileri arasındaki, Batlamyusçu ve Kopernikçi okullar arasındaki çatışmadan ibaret olsaydı, bizi müteessir etmezdi. Ama çok daha öteye gidiyor. İnsan ilişkisinin özgürleştirici, gizemden arındırıcı ele alınışı olan analiz ile insanın, en azından modern insanın, yaşantısına dair temelden bir yanılsama arasında somut, etkili bir suç ortaklığı kurulması söz konusu.
Çağdaş insan, kendisine dair –yarı-toy yarı-işlenip inceltilmiş bir düzeyde– belli bir fikir taşıyor. Kendisinin şu veya bu şekilde teşkil edilmiş olduğu yönündeki inancı, yaygınlaşmış, kültürel olarak kabul görmüş mefhumların oluşturduğu belli bir ortamın parçasıdır. Bu inancın doğal bir eğilimden kaynaklandığını sanıyor olabilir, oysa uygarlığın mevcut halinde dört bir yandan öğretiliyor ona. Benim savım şu: Özgün haliyle Freud’un tekniği, somutta bireylerin öznelliğine pençesini geçirmiş olan bu yanılsamayı aşar. O halde soru şu: Psikanaliz bir an için yarı yarıya açılmış olanı terk etmeye uslu uslu razı olacak mıdır, yoksa özgünlüğünü yeniden ve yenileyerek ortaya mı koyacaktır?
Belli bir tarzı olan yapıtlara başvurmanın yararı da buradan geliyor.
Sözlerimizi birbirini takip eden ayrı dizilere bölmenin âlemi yok, bana kalırsa. Bu cümleden olmak üzere, Alexandre Koyré’nin dün akşamki konferansında Platoncu diyalog hakkında –Menon’dan yola çıkarak– kattığı şey, şu anda burada geliştirilen öğretim faaliyetinin zincirine hiçbir zorlama olmaksızın dahil edilebilir. Haklı olarak olağan-dışı denen salı konferanslarının işlevi, aslında her birinize bu seminerde sürdürdüğümüz şeyin sınırlarında asılı duran sorgulamaları billurlaştırma imkânını vermektir.
Dün akşam, sarf etmiş olduğum o bir-iki sözde, Menoncu denklemleri dönüştürerek, doğum halinde olan hakikatin işlevi denebilecek şeyi vurgulamıştım. Nitekim hakikatin gelip düğümlendiği bilginin özgün bir eylemsizlikle (inertie) donanmış olması gerekir – bilgiye, kendisini olduğu haliyle teslim etmeye başlamasının çıkış noktası olan erdemden bir şeyleri kaybettiren bir eylemsizlik, çünkü kendi anlamını yanlış-bilmeye bariz bir eğilim gösterir bilgi. Bu bozulma hiçbir yerde psikanalizde olduğu kadar bariz değildir; bu olgu da psikanalizin insan öznelliğindeki belli bir ilerlemede işgal ettiği, hakikaten seçime bağlı olan noktayı açığa vurmaya yeter.
Bilgi ile hakikatin bu özel muğlaklığını ta başnoktasından beri görürüz (her ne kadar tam olarak başnoktasına hiçbir zaman varamasak da Platon’u, koordinatların başnoktasından söz ettiğimiz zamanki anlamıyla, başnokta kabul edelim), bunun dün akşam Menon’da açığa vurulduğunu gördük, ama hiç söz edilmemekle birlikte pekâlâ Protagoras’ı da ele alabilirdik.