Burcu Aydoğan, "Nerdesin anne?", Birgün Kitap, 13 Mayıs 2021
Birgül Oğuz son kitabı İstasyon’da, bu topraklardaki kadının annelikle imtihanını, anne kız ilişkisindeki durakları ele alıyor. Anneliğini reddeden bir kadını, terk ettiği kızında bıraktığı travmayı anlatıyor. Kızın büyüdüğünde reddettiği annesinin rolüne bürünüşünü, bu defa annesi gibi kendisinin de çevresi tarafından kabul görülmeyişini içeriden bir bakışla dile getiriyor.
Birgül Oğuz ilk öykü kitabı Fasulyenin Bildiği (2007, Varlık) ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü; ikinci kitabı Hah (2012, Metis) ile de 2014 Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nü aldı. İstasyon, (2020, Metis) yazarın ilk romanı.
İstasyon’un -ilk başlarda ismi verilmeyen ve varoluşunu ortaya koyduğunda ismi ile birlikte cinsiyetini de öğrendiğimiz- ana karakteri Deniz; çocukken geliştirdiği, ‘annesine iyi gelen şeyler arasında olmadığı’ düşüncesini yıllar içinde pekiştiriyor. Karakterin kendisiyle yüzleşme yolculuğuna çıkmasını sağlayan da kendi yaşamına benzeyen bir başka kişi. Bu kişi de onunla aynı yaşta terk ediliyor. Onun da adını sonradan öğreniyoruz.
Kurmacanın olay örgüsü şöyle gelişiyor: Deniz üniversiteden arkadaşı Nihal’ın ricası üzerine, bir süreliğine İstasyon diye adlandırılan barınakta kalarak, Nihal’ın görevini üstlenmeyi kabul eder. Bunun için, ani bir kararla bulunduğu şehri terk edip bir adaya taşınır. Başlarda kimseyle ilişki kurmayan Deniz’in ilk arkadaşı bir sokak köpeğidir. Köpeğin adını bir süre sonra Arkadaş koyar. Sabahları beraber yürüyüşe çıkmak ve ona özel mama almak için bakkala gitmek gibi alışkanlıklar edinir. Yavaş yavaş birbirlerine alışmaya ve bu alışkanlıklarla aralarında, karşılıklı sorumlu oldukları bir anne kız ilişkisi doğar.
Roman günümüzde geçmektedir. Buna rağmen Deniz, bir akıllı telefon kullanmayı reddeder. İstasyon’da bilgisayarını internete bağlayamaz ve bunu da sorun etmez. Nasıl olsa oraya kitabını yazmak ve biraz yürüyüp yalnız kalmak için gitmiştir. “Düşüncelerimin, rotasını şaşırmış ve hafiflemek isteyen bir gemiden bırakılan yükler gibi kestirilemez bir derinliğe alçalmalarından hoşlanmıyordum,” (sayfa 27) der, “Bir uğraş, bir istikamet ve anlamla düzenli temas; güvence altına alınması gereken bu.” Böyle söyleyerek çizdiği rotasını açıklar okura.
Deniz, kurgu boyunca yaşadığı serüvene dâhil eder bizi ve dönüşüm geçireceği sürece girmeden önce Albert Camus’nün Yabancı romanındaki gibi, varoluş sebebi olmayan, kimseyi ve hiçbir şeyi umursamayan tarafıyla kendini tanıtır.
“Hiç kimseye karşı bir sorumluluk hissetmediğimin sürekli farkındaydım ve bu, bana hiç kimse tarafından hiçbir sınır konmayacağı anlamına geliyordu. Böylece kendimi yabancılığımın ve dalgınlığımın pelur kağıdına sarıp dilediğimce dokunulmazlaşabiliyordum,” (sayfa 20) diyerek insanlarla neden ve nasıl ilişki kurmak istemediğini bize anlatır.
Yazar, diyalogları doğrudan vermek yerine, Deniz’in onları anladığı ve belirtmek istediği noktalarla sınırlayarak iletir. Nihal’den gelen e-postadan bahsederken; “Uçuşu iyi geçmişti. Yeni dairesi fena değildi. Peki ben nasıldım, odaya ve eve alışabilmiş miydim?” gibi ifadeler kullanır. Diyaloglar ve diyaloğun üzerine verilen tepkilerle atmosferi kurar ama bu sırada eli, kolu, tavrı gibi detaylara girmez.
Birgül Oğuz’un karakteri Deniz’in çocukluğuna döndüğü sahnelerde kullandığı bilinç akışı yöntemindeki tarzı, konunun ustası Virginia Woolf ile benzerlik gösterir. Bölümleri kısa tutarak, mekân değiştirir. Bu da kurguya tempo kazandırır.
Dil yapısı, Bilge Karasu’nun Kılavuz kitabındaki sözcüklerle cümleleri akla getirir. Ünlemek, kağşamış gemiler, raptetmek bunlardan birkaçıdır. Ayrıca her iki kitapta da karakterlerin geçirdiği değişim ve dönüşüm kurgusal olarak benzerlik gösterir. Karakteri Deniz ile Birgül Oğuz’un özgeçmişine bakınca ortak yanları olduğunu görürüz; ikisi de edebiyat mezunu ve edebiyat dersi vermiştir.
İstasyon’da karakterlerin neredeyse tamamı kadın. Marketi işleten Bahar, eczacı, restoranı işleten iki kadın, Nihal. Arkadaş da dişidir. Deniz’in babası ve erkek polisler ise rolleriyle kurgu sahnesinde görünür. Bir karakter olarak değil, rolün temsilcisi olarak çıkar karşımıza. Böylece işlevlerini tamamlar ve sahneden çekilirler. Kadınlar ise herhangi birine gerek duymadan kendi yaşantılarını kurmaya muktedir görünürler.
Deniz’in adaya gitmesiyle başlayan ve roman boyunca işlenen kar; bütün sınırları kaldıran, köşeleri, kenarları örten olarak tasvir ediliyor. Kar, kişilerin eşitlenmesinde ve rolleri önemsizleşmesinde etkili oluyor.
Deniz’in içsel yolculuğu, konfor alanından ayrılıp adaya taşınmasıyla başlıyor. Arkadaş ile kurduğu ilişki sonrasında yavaş yavaş yaşadığı yer barınaktan eve dönüşür ve adaya da sakinlerine de alışır. Tipili bir günde yalnız çıktığı bir yürüyüş sırasında, kendi içinde annesi ve çocukluğuyla yüzleşir. Bu sırada Deniz’in neyi neden yaptığını ve nasıl reddettiği annesine dönüştüğünü yazar bize soğukkanlılıkla aktarır. Deniz’in insanlarla kalıcı bağ kurmaya, tekrar kırılmaya ve hatta terk edilmeye hazır hale gelmesi sürecinde yaşananlar Deniz’in kendine olabildiğince dürüst bakması ile gerçekleşiyor. Benzer tavrı, biz okurlara da öneriyor yazar.
İstasyon’u okuyunca, “güvendiğimiz koza, annemiz bizi terk ederse biz kime güvenecektik ve kendimizle nasıl buluşacaktık?” diye sordum kendime. Yanıtı kolay verilmeyecek bir soru bu.