Kerem Gürel, “Enseyi Karatmayalım Ama Uykuyu da Kaptırmayalım!”, Gazete Pencere, 20 Aralık 2020
Bütün orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, hayatı pornografik bir edayla saydamlaştırılıp sosyal medyaya, tiktok videolarına kurban edilmiş insanlığın, son kalesi uykuyu da yavaş yavaş bu küresel baronlara kurban verdiğini söyleyebilir miyiz?
Kuzey Amerika, eşsiz doğasıyla beni her zaman cezbetmiştir. Dev sekoya ağaçlarından, oluşumu milyarlarca yıl süren Büyük Kanyon’a; renkleriyle izleyenleri büyüleyen Grand Prismatic Spring’den, kovboy filmlerine ev sahipliği yapan Arizona’nın o ünlü şahit kayalarına kadar pek çok güzellik ziyaretçisini beklemektedir. Her zaman dediğim üzere Tanrı’nın Amerikalılara en büyük armağanıdır, Amerika toprakları.
Bu zengin coğrafya, benzersiz ve ilginç canlılara da ev sahipliği yapar. İşte o canlılardan biri, avucunuzun içine sığabilecek büyüklükte sevimli bir serçe kuşudur. Latince adı “Zonotrichia leucophrys” olan bu kuşu, biz “Beyaz taçlı serçe kuşu” olarak biliriz. Sonbaharda iklim şartlarının iyice sertleştiği Alaska’dan güneye, Meksika’ya doğru göç eden bu kuş, bahar mevsimiyle beraber tekrar kuzeye doğru göç eder. Onca kuş türü arasında onu özel yapan şey, göç süresi boyunca kimi zaman iki haftaya kadar uyumadan uçabilme becerileridir. Uykuya karşı olan direnci bu küçücük kuşun vahşi kapitalizmin kapanına takılmasına sebep olmuş gibi görünüyor. Zira kuşun bu ilginç davranışı sadece yorulmak bilmez askerler yaratma gayretindeki Amerikan ordusunun değil, daha uzun vardiya saatleri yakalamaya çalışan üreticilerin ya da uykusuzluğa daha dayanıklı şoförler görmek isteyen dev nakliye şirketlerinin de radarına girmiş görünüyor.
Uyku bir saçmalık
İnsanoğlunun son kalesi olarak gördüğüm uyku, nicedir tüketim kapitalizminin sinsi saldırılarına maruz kalıyor. İnsanı üretim-tüketim sürecinde dikkate alan günümüz sistemi ne ürettiren ne tükettiren ne de eğlendiren uykuya miadı dolmuş gözüyle bakıyor anlaşılan. Ampulün mucidi Thomas Edison’un: “Uyku bir saçmalık, kötü bir alışkanlık.” dediği rivayet edilir.
Aristo’nun bile üzerine kafa yorduğu uykunun ne olduğu modern bilimin ilgi alanına girene kadar daha çok felsefenin bir uğraşı olarak görülmüş. Yakın zamanda ise elektroensefelogramın (EEG) kullanımıyla beraber uyku üzerine araştırmalar daha da yoğunlaşmış durumda. Dilimize bu alanda kazandırılmış değerli eserlerden biri olan 7/24:Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu kitabının yazarı Jonathan Crary girişte kısaca bahsettiğimiz “Beyaz taçlı serçe kuşu”na karşı gösterilen ilgiye değiniyor ve devam ediyor: “Tarihte de görüldüğü gibi, savaşla ilintili yenilikler kaçınılmaz biçimde daha geniş bir toplumsal çevreye asimile edilir ve uykusuz asker de uykusuz işçi veya uykusuz tüketicinin öncüsü olacaktır. Uykusuzluk ürünleri, ilaç firmalarının agresif satış taktikleriyle önce bir hayat tarzı seçeneği olarak sunulacak, nihayetinde ise pek çok insan için bir zorunluluk haline gelecektir.”
Crary’ye göre gelişen teknoloji ve mevcut yapı 7/24 üretime ve tüketime yönelik küresel bir altyapıyı yarattı, şimdi ise sıra bunlara tam olarak uyan bir insan özne yapmada.
Peki insanoğlunun bu vahşi cangılda elindeki son kale diyebileceğimiz uykuyu bu kadar kolay teslim edebilir miyiz?
Bütün orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, hayatı pornografik bir edayla saydamlaştırılıp sosyal medyaya, tiktok videolarına kurban edilmiş insanlığın, son kalesi uykuyu da yavaş yavaş bu küresel baronlara kurban verdiğini söyleyebilir miyiz?
Mavi ışık/Sarı Işık
İtiraf edelim pek çoğumuz telefonumuza, tabletimize bir güncelleme ile “Şık!” diye geliveren nightshift moduna tav olduk; etrafındakilere “Bu mod geceleri ekranı sarartıyor, böylece mavi ışığa göre daha az uyku kaçırıyormuş.” diye bilmiş bilmiş konuşanlar bile oldu. Oysaki ekranımız ister mavi ister sarı renge bürünsün, bizden istenen daha uzun süre ekrana bakmamızdı. Gece su içmeye ya da tuvalete kalktığımızda biri yarı açık gözümüzle telefonun ekranına bir bakış atıp gelen bildirimlerin yarattığı heyecanla cin gibi olduğumuzda da uysallıkla bizden istenen davranışı göstermiş oluyoruz üstelik.
Oysaki bilim, bize yaptığı her araştırma ile uykunun insan yaşamı için önemi konusunda pek çok veri sunuyor. National Geographic’in Ağustos 2018 sayısında yayımlanan bir makalede günümüzde ortalama bir Amerikalının 7 saati bulmayan gece uykusunun, yüz yıl önceye kıyasla iki saat daha kısa olduğu ifade edilmekteydi. Yine aynı makalede uyanık haldeyken beynimizin dış dünyadan gelen uyarıları toplamakla, uyku hâlindeki beyninse toplanan bilgiyi bir araya getirmekle görevli olduğuna dikkat çekiliyor ve gündüz yaşanan yoğunluğun, bilgi ve uyarıcı bombardımanının ardından tıpkı cefakâr bir anne gibi uykudayken beynimizin ortalığı toparlayıp atılması gerekenleri attığını gösteriyor.
Uykudan değer namına bir şey elde edemeyen kapitalizm, bu güçlü rakibini şu an için devirememiş olsa da bir hayli yıprattığı aşikâr.
Bakışlarını bu alana çeviren tüketim kapitalizminin bizi uğratacağı zarar bu nedenle çok büyük. Yıllar önce üniversitede bir öğrenciyken tanışma fırsatı bulduğum çok değerli Emre Kongar’ın Kızlarıma Mektuplar kitabında anlattığı bir anısı geliverdi aklıma bu satırları yazarken. Sayın Kongar’ın anlattığına göre, tam bir külliyat olan kitabı 21.yüzyılda Türkiye’yi yazarken eşi de çalıştığı için geceleri hem kitabı üzerinde çalışmak hem de daha bebeklik dönemindeki ikiz kızlarıyla ilgilenmek durumunda kalır. Çalışma temposunu arttırmak ve daha verimli olmak için günde yedi saatlik uykusunu kendi ifadesiyle “tedrici” olarak azaltır. Ta ki günde dört saatlik uykuyla yetinebileceğini düşünen kadar. Ama uykuya muhtaç beden, her zaman arzularımıza ayak uyduramaz ve Kongar’ın vücudu da buna içten içe isyan eder. Bu isyanı o henüz fark etmese de öksürük şikayetiyle oğlunu götürdüğü bir hastane ziyaretinde doktor arkadaşının “Yahu çoktandır akciğer filmi çektirmedin, gel bir de sana bakalım.” demesi üzerine tamamen tesadüfi olarak ciğerlerinden birinin delindiğini öğrenir ve alelacele ameliyata alınır. Sonrasında yapılan tetkiklerde az uykuya dayalı yorgunluğun bunu tetiklediği ve sabah sporlarını eksik etmeyen Kongar’ın farkında olmadan zorlanan bedeninin böyle bir tepki verdiği görülür.
İnemuri
Günümüzde sadece Amerika’da değil, pek çok sanayileşmiş ülkede uykuya ayrılan süre ciddi manada azalmakta. Japonya’da pek çok şirket geçtiğimiz yıl çalışanlarına uyku molası verebilmeleri için izin verdi. Çalışmaya olan düşkünlükleriyle bilinen Japonlarda bu durum “İnemuri” olarak adlandırılıyor. Aynı şekilde daha çok çalışabilmek ve çoğu zaman eve gitmek istemeyen çalışanların ihtiyaçlarını karşılamak için “Kapsül Otel” uygulaması da yine bu ülkede yaygın durumda.
Uykudan değer namına bir şey elde edemeyen kapitalizm, bu güçlü rakibini şu an için devirememiş olsa da bir hayli yıprattığı aşikâr. Bunun temellerini ise 17.yüzyılda aramak yanlış olmasa gerek. Aydınlanmanın nirengi noktalarından sayılan Locke, uykuyu çalışkanlık ve rasyonelliğin kaçınılmaz da olsa acınası bir kesintiye uğrayışı olarak görürken, Hume ise uykuyu delilik ve hummayla aynı kefeye koyuyordu. Makinenin hiç kapanmamasını, geri planda “Hazır ol! ”da beklemesini ifade eden “uyku modu” insanlar için de geçerli kılınmaya mı çalışılıyor yoksa? Crary bu durumu “İnsanın dinlenmesi için gereken zaman günümüz kapitalizminde yapısal bakımdan mümkün olamayacak kadar pahalıdır artık.” sözleriyle ifade ediyor. Marx’ın kapitalizmin tam anlamıyla gerçekleşmesinin önündeki doğal bariyerlerin sonuncusu olarak gördüğü uykuya yapılan tecavüzlerin altında kapitalist güçlerin ütopik bir dünya hayali yatıyor olmasın? 24 saat boyunca uyumayan, ya üreten ama çokça da tüketen insanların dünyasını bir düşünün.
Netflix’te, Youtube’da ya da benzer platformlarda izlememizi bekleyen diziler, filmler, videolar; buluta yükleyip bir gün göz atarım dediğimiz makaleler, yazılar; kütüphanemizde sırasını bekleyen kitaplar; sorumluluklar, telaşlar, arzular, beklentiler... James Bridle’ın “Taşma” dediği durum bu. Tüketilmeyi bekleyen onca içerik, kaçırmamamız istenen onca kampanya, indirim, taksit fırsatı varken hâlâ on binlerce yıl öncenin insanları gibi uyuyor olmamızın huzursuzluğunu görür gibiyim yüzlerinde.
Büyük usta Çetin Altan’ın ‘umudunuzu kaybetmeyin’ babındaki sözünden esinlenerek ben de diyorum ki: “Enseyi karatmayalım ama uykuyu da kaptırmayalım!”