| ISBN13 978-605-316-212-4 | 13x19,5 cm, 112 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Açılış bölümünden, s. 7-9 Olur, dedim, gelirim. İki saat sonra bavulum hazırdı. Gara vardığımda trenin kalkmasına hâlâ bir saat vardı. Ne ilçeden ayrılmak duygulandırıyordu beni ne başkente gidecek olmak. Yine de vagona yürürken acele ediyordum; bir elde bilet diğerinde bavul etrafa şaşkın şaşkın bakan yolcular beni sinirlendiriyordu ve vagon girişindeki demir kulplara sımsıkı tutunup kendini basamaklardan yukarı çekmeye çalışan kadını sırtından içeri ittirmemek için kendimi zor tutmuştum. Yolda olmanın verdiği teyakkuz halindeydim, en azından on altı numaralı koltuğa ulaşıp yükümü bavul raflarına yerleştirinceye kadar. Ama tren hareket ettiğinde, ki o sırada en az on beş dakikadır öylece oturuyor olmalıydım, biri arkamdan hadi uyan diye dürtmüş gibi sarsıldım. Kalp atışlarımın sakinleşmesini gözlerim kapalı bekledim. Aniden havalanan büyük bir sığırcık sürüsü hayal ettim. Düzensiz öbekler halinde bir süre döndüler havada. Sonra tane tane kondular yere, sonbaharda yağmur sonrası dökülen kızıl yapraklar gibi acelesiz. Gözlerimi açtığımda yumuşak doygun kış ışığına doğru hızlanıyordu tren. Az sonra tarlaların arasına girdik. Gökyüzü kocamandı, aylar sonra ilk kez açık havaya çıkmışım gibi ürperdim. Bulut kümeleri patladı yüzümde. Uzakta bir noktaya yağmur yağıyordu. Daha da uzakta bulutları delip tarlaya saplanan ışık değnekleri gördüm. Ne kadar uzaklaşırsam her şeyin o kadar netleşeceği düşüncesi ilk kez o an çaktı zihnimde. Bu düşünce hemen belli belirsiz bir hisse dönüştü; kaynağını tespit edemediğim için savuşturmak isteyeceğim bir his. İnsanın anlamını tam olarak kavrayamadığı davranışları olabilir. Başkente gitme kararımı öyle hızlı vermiştim ki gerekçelerim üzerine ancak şimdi kafa yoruyordum. Akla yatkın nedenlerim vardı. Son aylarda olanları belli bir düzen içinde anımsamaya çalışıyordum. Ama hiçbiri acelemi açıklamıyordu. İlk kovuşturmalar bittikten, sendikalı arkadaşların hepsi toplu olarak işten ihraç edildikten ve davalar açıldıktan kısa süre sonra, üniversite yönetiminin beni işten ihraç etmekle uğraşmayacağını, sözleşmemi yenilememekle yetineceğini anladığımda derhal çekip gitmeliydim ilçeden. Ama yirmi yıllık düzenimi öyle bir çırpıda, yangından mal kaçırır gibi bozmayı aptalca buldum. Ayrıca durumun en azından benim için değişeceğine dair bir umudum vardı. Bölümün benden kolay kolay vazgeçmeyeceğinden neredeyse emindim. Orada değilse başka bir yerde mutlaka bana ihtiyaç duyacaklardı. Ama hiçbir şey beklediğim gibi olmadı; kadrolar hızla değiştirildi, bölümlerin içi boşaltıldı, bazıları kapatıldı. Hesapta olmayan şeyler başıma geldiğinde hep olduğu gibi sinirlerim hızla yıprandı. Başkalarının zayıflığı ve beceriksizliğine tahammülsüzlüğüm iyice arttı, sık sık küstahlaşıyordum, bazen alelade bir fikri dillendirirken bile. Yine de olduğum gibi, yani soğuk ve umursamaz olmakla suçlanmamak için hiç değilse bazı eylemlere gitmeye özen gösteriyordum. Öyle ya da böyle, haklı bir öfke içindeydi herkes, yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuz söyleniyordu, dolayısıyla yeni bir pozisyon almamız gerekiyordu. Değişimin yönü tamamen bize bağlıydı, böyle diyorlardı. Bense çok güçsüz olduğumuzu düşünüyordum, yenik düşmüş bir haklılık içindeydik, beceriksiz bir iyilik. Bu görüşümü saklamıyordum da. Zaten hiçbir şey olduğundan kötüye gitmemişti, kaybettiğimiz maaşları saymazsak. Hatta üniversitenin bitmek bilmeyen idari işlerinden, başkalarıyla sürekli dirsek temasında olma zorunluluğundan, sızlanmaktan başka bir şey yapmayan vasat öğrencilere katlanmaktan, vasat ders notları hazırlamaktan, vasat sınav kâğıdı ve ödev okumaktan kurtulduğum için seviniyordum bir bakıma. Arkadaşlarım benimle karşılaşmak bile istemediklerini açıktan açığa belli etmeye başladıklarında da pek bir şey hissetmedim. Soğuk, umursamaz, küstahtım. Ee? Param vardı, kira derdim yoktu, ev benimdi, ister atar ister satar ister kocardım içinde. |