İbrahim Varelci, "Yaratıcı Süreçle İlgilenen Bir Psikanalistin Samuel Beckett Okuması", edebiyatburada.com, 29 Haziran 2020
Yazmak bir tedavi biçimi midir? Peki ya konuşmak? “Ben buna inanmıyorum, konuşmak başka şeylerden daha çok acı veriyor.”
Kitapta geçen bu kısacık diyalog, bana kalırsa, kitabın özeti. Konuşmayı, bir tedavi şekli olarak, yazmaya tercih ettiğinin kanıtı elimizdeki bu kitap. “Beni bu kadar boğmasına rağmen neden Beckett okumaya devam ediyorum? Beni rahatsız eden yazıları okumaya neden bu kadar düşkünüm?” Bu soruları yazar kendine yöneltiyor. Beckett okumaktan kendini alamayanlar adına yapılan bir sorgulama bu. Kişi kendisine ıstırap veren metinleri neden okur? İnsanlar neden kendileri için zararlı kişilere, yaşam biçimlerine bağlanırlar? İnsanlar ilk yaşam deneyimlerine bağlanırlar. Burada psikanaliz devreye girer. İnsanın kendisiyle kökensel bir karşılaşmaya girişmesi. Kitabın özü burada yatıyor. Psikanalist talimat vermez. İzleri takip eder. Bu izlerden bir yere varan kendisi değildir, danışandır. Didier Anzieu, Beckett’ın eserlerinde işte bu kökü arar.
Beckett’ın yazdığı metinlerin psikolojik bir iyileşmeye etkisi olabilir mi? Dahası Beckett’ın yaşama ve kendisine dair sarf ettiği cümleler bir nevi zihnin, ruhun ve muhayyilenin eksiklerini, çatlaklarını ve defolarını haber veriyor olabilir. İnsanın kendini rahatsız eden yazılara olan bu düşkünlüğü, ruhunda var olan eksikliği gidermeye yönelik olabilir. Didier Anzieu, bu muhteşem Beckett analizinde harika bir işe imza atıyor. Beckett’ın romanlarından, öykülerinden ve tiyatro eserlerinden yola çıkarak onun nezdinde psikanalist bir çözümleme arayışına giriyor. Yazma eylemi ve yaratıcılığın birlikteliğinden hareketle, bireyin iç dünyasına dair çıkarımlar yapıyor. Beckett’ın eserlerinden yola çıkarak, onun ruhunun en karanlık dehlizlerinde bir gezintiye çıkarıyor bizi. Bu karanlık yollarda kendimizle, kendi geçmişimizle karşılaşmamız olası. Bu açıdan, hem yazma istenci hem de psikanalist açısından ele alınabilecek ve okuruna çok şey söyleyecek bir çalışmayla karşı karşıyayız.
Yazarımız, Beckett okumaları esnasında ve okuduktan sonra, içine doğan duygu ve düşünceleri kaleme alıyor. Düşüncelerinin yaratıcısının tam olarak kendisi olmadığını iddia ediyor. “Eğer yarattığım düşünceler varsa bile bunların yüzeydekiler” olduğunu söylüyor. Sabah kalkıp kahvaltı ettikten sonra düşüncelerinin ona gelmesini izliyor. Serbest bıraktığı düşüncelerin zihnine ve hayal dünyasına üşüştüğünü görünce, onları bilinç akışıyla kaleme alıyor. Daha sonra da yazdıklarının üzerinden düşünce üretiyor. Bu düşüncelerin yaratıcısı olmaktan çok, onların yazıcısı olduğunu iddia ediyor. Her yazar bir yankılayandır. Sesin yankılanmasını sağlar. Okur bu yankıları işitendir. Duyabildiği nispette. Böylece “hem ben olmayan hem de ben olan bu yazar” yazdıklarının ana kaynağına inince orada yankılar bulacaktır. Yaptığı şey, Beckett’ın sesinden yankılananları farklı mecralara taşımaktır. Bir nevi düşüncenin minyatürü. Düşüncelerin üzerinden zaman geçince giderek yavanlaşmaya başlar, işte o zaman ona ait olmaya başladıklarını hisseder. Gerçek düşüncenin ortaya çıkabilmesi için taşların yerinden oynaması gerekiyor. Çoraklaşan toprağın suya kavuşması, yüzeyin yumuşayarak tohumların filizlenmeye yüz tutması gerekiyor.
Beckett için delilikten, manevi ölümden, ikinci kişiliğin istilasından, aşırılıktan, şiddetli duygu patlamalarından kaçmak adına yapılabilecek tek şey yaratmaktır. Tutkuyla, dur durak bilmeyen ve sürekli kendini yeniden yaratan bir yazma istenciyle. İşte Yolunu belirlediği harita. Onu dünyayı dolaşmaya, farklı dillerle yazmaya yönlendiren unsur da bu. Hiçbir şey yaşayarak öğrenmenin yerine geçemez. Tabiri caizse Beckett her eserde kendini yeniden yaşayarak öğreniyor.
Öykü “seni uyutmak mı, yoksa uyanık tutmak için mi vardır.” Beckett’ın anlayışında uyanık tutmak vardır. Okur dikenler üstünde tutulur. Olay yoktur. Hiçbir şey anlatılmıyordur. Sadece sesler vardır. Duygular vardır. Olay olmadan her şey anlatılır. Kişiler yoktur. Ama gerekli herkes vardır.
Beckett kargaşadan beslenir ama kargaşayı açıklamayı hedefler. Kargaşaya yakın duran üslupları benimser. Çağrışıma dayalı bu üslup Beckett’ın ana damarını oluşturur. Yokluğun ve hiçliğin tarifine soyunur. Yıkıntılar, yalnızlık ve yoksunluk irdelenir. Zaman kavramı nerdeyse ortadan kaldırılmıştır. Şimdiki zaman hareketsiz bırakılmıştır. Geleceğe yönelik az da olsa umut kırıntıları vardır. Beckett’ın eserlerinde fiillere seyrek rastlanır. Seslerin bütünlüğü, cümleyi oluşturur. Şiirsel bir serazatla insana ve hadiselere ait tüm unsurlar ince ince işlenir. Bazen değişim gösterse de yer yer yinelenen unsurlar, yaşamın hem canlılığından hem de monotonluğundan alıntılanmıştır.
Metnin içinde, ölüme karşı kazanılan zaferin görüntüsü gizlenmiştir. Beckett içerik olarak kendisinden önceki yazarlardan farklı bir yoldadır. Tabiri caizse mirastan kopmuştur. Onun öykülerinde görsel olan sese, fon figüre, karakter anlatıcıya, öykü anlatıya, kurmaca söyleşiye, dramlaştırma meditasyona dönüşmüştür. Beckett’ın metinleri okuru sarar ve onu ele geçirir. Sonsuz biçimde iç içe geçişler vardır, sapmalar, geri dönüşler ve sonu gelmez bir ses yankılanır okurun zihninde.
Beckett’ın bitmek bilmeyen yazma serüveni, kitaplarından biri bitmeden başka bir hikâyeye yelken açarak bulur kendini. Diller arasındaki sıçrayışı ve hikâyeden başka hikâyelere geçişi, zihninin dur durak bilmeyen yaratma iştahından kaynaklanıyor. Düşünme etkinliğini korumak için yazar. Okuru yaratıcı hale getiren işte bu “yaratıcı temastır.” Didier Anzieu’nun bu eserde yapmaya çalıştığı tam da budur.
“Yazılar giderek katlanılmaz hale geliyor.”
“Özellikle yazma tarzı bunu daha da kolaylaştırıyor.”
Kopuk kopuk anlatım, okurun zihnindeki çatlakları görmesine vesile oluyor. Beckett’ın metinlerinde var olan soluk alıp vermeler bile belirlenmiştir. Okur Beckett’ın metinlerine göre nefes almaya başlamıştır. Didier Anzieu, Beckett’ın soluk alış verişine uygun bir ritim bulmanın peşine düşmüştür. Onun kelimelerindeki var olan hayali boşluklar okurun nefeslenmesini sağlarken bir yönüyle de okurun bağlanmasını sağlar. Beckett’ın dil şifresinin üç ana unsuru: söz, ses ve soluktur.
Beckett için bir ben vardır, fakat o ben’in kim olduğu tam olarak belirgin değildir. Yaptığı en önemli şey, o beni aramaktır. Yazarımızın Beckett’ı psikanaliz açıdan incelmesinin merkezinde bu düşünce vardır. Beckett’ın ben’i, ne kim olduğundan ne de nerede olduğundan bahseder. Beckett’ın var ettiği karanlıkta hareketsiz bir şekilde olan biteni seyreder. Işığın soğurulduğu ve karanlığa dönüştüğü bir yerdedir. Ruhun kara deliklerinde tekinsiz bir gezintiye çıkmıştır.
Beckett, insanlığın o grimsi çamurundan ortak zemini üstünde kendi kişisel mülkünü yaratıyor.