| ISBN13 978-605-316-181-3 | 13,5x21,5 cm, 432 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Klasik Dönem Hafıza Sanatının Latincedeki Üç Kaynağı [1], s. 15-17 Teselya’da Skopas isminde bir soylunun verdiği bir ziyafette, Keoslu şair Simonides evsahibinin şerefine lirik bir şiir okur; gelgelelim şiirin bir bölümünde Kastor ve Polydeukes’ten övgüyle söz edilmektedir. Bunun üstüne Skopas şairi tersleyerek methiye için anlaştıkları ücretin sadece yarısını ödeyeceğini, geri kalanını şiirin diğer yarısını ithaf ettiği bu ikiz tanrılardan tahsil etmesini söyler. Biraz sonra, Simonides’e bir haber gelir, dışarıda onu görmek isteyen iki genç adam beklemektedir. Şair ziyafet masasından kalkıp dışarı çıkar, fakat etrafta kimseyi göremez. O dışarıdayken, ziyafetin verildiği salonun çatısı çöker, Skopas’la birlikte bütün misafirler enkazın altında kalarak can verir. Cesetler öylesine darmadağın olmuştur ki onları almaya gelen yakınları yüzleri tanıyamaz. Fakat Simonides her birinin masada nerede oturduğunu hatırladığı için, hangi cenazenin kime ait olduğunu gösterebilmiştir. Simonides’i çağırtıp görünmez olan tanrılar, Kastor ve Polydeukes, bina çökmeden hemen önce onu ziyafetten uzaklaştırmakla methiyeden kendilerine düşen payın karşılığını gani gani ödemişlerdir. Üstelik bu deneyim şaire mucidi olarak anılacağı hafıza sanatının ilkelerini göstermiş olur. Davetlilerin oturdukları yerleri hatırlaması sayesinde cesetleri teşhis edebildiğini görerek, düzenli bir yerleşimin güçlü bir hafıza için vazgeçilmez koşul olduğunun farkına varır. Bu (hafıza) yetisini geliştirmek isteyen kişilerin birtakım yerler seçmeleri, hatırlamak istedikleri şeylere dair zihinsel imgeler oluşturmaları ve bu imgeleri seçtikleri yerlerde saklamaları gerektiğine hükmetti. Böylelikle yerlerin düzeni şeylerin düzenini muhafaza edecek, şeylere dair imgeler ise şeylerin kendisini işaret edecekti. Yerler ve imgeler balmumundan bir tablet ve üstüne yazılan harfler gibi kullanılabilecekti. [2] Simonides’in hafıza sanatını nasıl icat ettiğine dair bu çarpıcı hikâyeyi Cicero De oratore (Hitabet) yapıtında, belagatin beş kısmından biri olarak hafızayı tartıştığı sırada anlatır. Hikâye Romalı hatiplerin kullandığı, “yerler” ve “imgeler”e dayanan hafıza tekniğinin kısa bir tanımını sunar. Klasik hafıza tekniğine dair Cicero’nun önerdiğinden başka iki tanım daha günümüze ulaşmıştır ve bunların her ikisi de belagat konulu bir risalede, belagatin bir parçası olarak hafızanın tartışıldığı sırada gündeme getirilir. Bunların biri, yazarı meçhul Ad C. Herennium libri IV içinde, diğeri ise Quintilian’ın Institutio oratoria’sında (Hitabetin İlkeleri) yer alır. Klasik hafıza sanatının tarihiyle ilgilenen öğrencinin akılda tutması gereken ilk temel bilgi, hatibin hafızasını geliştirmesine olanak veren bir teknik olan bu sanatın belagatin alanına dahil olduğudur. Bu teknik sayesinde hatip uzun söylevleri hiç takılmadan ezberden okuyabiliyordu. Hafıza sanatının Avrupa geleneği içinde nesilden nesle aktarılmasını, asla unutulmadan, daha doğrusu modern zamanlara kadar unutulmadan gelmesini sağlayan şey de belagat sanatının parçası olmasıdır. Her tür insan faaliyetinin şaşmaz rehberi olan Antikçağ düşünürleri, belagat sanatının parçası olan hafızayı geliştirmek için de kurallar ve ilkeler belirlemiştir. Hafıza sanatının genel ilkelerini kavramak güç değildir. İlk adım hafızaya bir dizi locus, yani yer kaydetmektir. Hafıza yerleri sisteminin farklı türleri olmakla birlikte en yaygın olarak kullanılan sistem mimari yerlerdi. Sürecin en açık tasvirini Quintilian’da buluyoruz. [3] Hafızada bir dizi yer oluşturmak için, der Quintilian, bir binayı akılda tutmak gerekir. Olabildiğince geniş ve farklı kısımlardan oluşan bir bina olmalıdır bu; ön avlu, oturma odası, yatak odaları, salonların yanı sıra, odaları süsleyen heykeller ve diğer süs eşyaları da bulunmalıdır. Söylevi hatırlatmak için kullanılacak imgeler ise –örnek olarak bir denizci çıpasını veya silahı kullanabileceğimizi söyler– hayal gücü aracılığıyla, binanın içinde seçilip ezberlenen yerlere yerleştirilir. Bundan sonra, olgulara dair hafızanın canlandırılması gerektiği anda, bütün bu yerler tek tek ziyaret edilerek emanetler bekçilerden istenir. Antik dönem hatibinin, konuşmasını yaptığı sırada hayalinde binanın içinde gezinerek, ezberlediği yerlerin her birinden oraya yerleştirdiği imgeleri geri aldığını hayal etmeliyiz. Bu yöntem konuşmada değinilecek noktaların doğru sırayla hatırlanmasını sağlar, çünkü bu sıra binanın içindeki yerlerin düzenine göre sabitlenmiştir. Quintilian’ın imge olarak çıpa ve silahı örnek vermesi, aklından geçen konuşmanın muhtemelen bir yerinde denizcilik meselelerinin, başka bir yerinde ise askeri harekâtların ele alındığına işaret etmektedir. Bu hafıza tekniği jimnastiğiyle ciddi olarak uğraşmaya hazırlıklı olan herhangi biri için bu yöntemin işe yarayacağına kuşku yoktur. Bizzat böyle bir işe hiç girişmedim, ancak bir profesörün çeşitli davetlerde öğrencilerini eğlendirmek için her birine aklından bir nesne tutmasını söylediğini, içlerinden birinin bütün bu nesneleri sırasıyla not ettiğini, ilerleyen saatlerde profesörün listeyi doğru sırayla tekrar ederek herkesi şaşkınlığa uğrattığını işittim. Bu küçük hafıza numarasını gerçekleştirebilmek için, her nesneyi adını duyduğu anda kâh pencere pervazına kâh masanın üstüne kâh çöp tenekesine yerleştiriyordu. Sonra, Quintilian’ın tavsiye ettiği gibi, bu yerleri sırayla ziyaret ederek orada saklanan şeyleri geri istiyordu. Klasik hafıza tekniği diye bir şeyi hayatında duymamış, kendi yöntemini kendi başına keşfetmişti. Biraz daha ileri gidip hafıza yerleri aracılığıyla kaydettiği nesneleri birer fikirle eşleştirmiş olsaydı, klasik dönem hatibinin söylevlerini ezbere verdiği gibi o da derslerini ezberden anlatarak daha da büyük bir hayret yaratabilirdi. Klasik sanatın uygulamaya dönük hafıza tekniği ilkelerine dayandığını fark etmek önemli olmakla birlikte, bu sanata “hafıza tekniği” deyip geçmek yanıltıcı olabilir. Klasik kaynaklar neredeyse inanılmaz keskinlikte görsel izlenimlere dayanan birtakım içsel teknikler tasvir etmektedir. Cicero’ya göre, Simonides’in hafıza sanatını icat etmesi, yalnızca düzenin hafıza açısından ne denli önemli olduğunu keşfetmesine değil, aynı zamanda görme duyusunun bütün duyular içinde en güçlüsü olduğunu keşfetmesine dayanmaktadır. Simonides’in bilgece sezinlediği veya başka birinin ondan önce keşfettiği gibi, zihnimizin en eksiksiz resimleri duyuların ona aktardığı ve üstüne nakşettiği şeylerden oluşur. Duyularımızın en keskin olanıysa görme duyusudur, dolayısıyla kulaklarla veya düşünme yoluyla edinilen algılar ancak aynı zamanda gözler aracılığıyla da zihnimize aktarıldığı zaman daha kolay akılda kalır. [4] Notlar [1] Burada kullanılan üç Latince kaynağın İngilizce çevirileri, Loeb klasikler dizisindendir: Ad Herennium H. Caplan tarafından çevrilmiştir; De oratore E. W. Sutton ve H. Rackham tarafından, Quintilian’ın Institutio oratoria’sı ise H. E. Butler tarafından çevrilmiştir. Bu çevirilerden alıntı verirken kimi zaman, özellikle hafıza tekniğine özgü terminolojiyi korumak adına, düz anlamı verecek biçimde değişiklikler yaptım.
Antik dönem hafıza sanatının bildiğim en iyi tarihi H. Hajdu’nun Das Mnemotechnische Schrifttum des Mittelalters yapıtıdır (Viyana, 1936). Yapıtın kısa bir özetini “The Ciceronian Art of Memory” makalemde sunmaya çalıştım (Medioeve e Rinascimento, Studi in onore di Bruno Nardi, Floransa, 1955, II, s. 871 vd.). Genel olarak baktığımızda tuhaf bir biçimde ihmal edilmiş bir konudur bu. Metne dön. [2] Cicero, De oratore, II, lxxxvi, 351-4. Metne dön. [3] Institutio oratoria, XI, ii, 17-22. Metne dön. [4] De oratore, II, lxxxvii, 357. Metne dön. |