Banu Yıldıran Genç, "Gerçek nerede biter? Kurmaca nerede başlar?", Agos Kitap/Kirk, 12 Aralık 2019
Hayvan Müzesi, Kosta Rikalı yazar ve akademisyen Carlos Fonseca’nın Türkçeye çevrilen ilk romanı. 1987 doğumlu yazarın böylesine görkemli bir romanı bu kadar genç yaşta yazabilmesi beni gerçekten şaşırttı. Kosta Rika’da doğup Porto Riko’da büyüyüp Amerika Birleşik Devletleri’nde eğitim görüp İngiltere’de yaşıyor ve çalışıyor olması belki de bu romanın bu denli evrensel ve kapsamlı olmasının sebebi.
Roman adını bilmeyediğimiz anlatıcıya bir akşam gelen paketle başlıyor. İlk bölüm olan Doğa Tarihi’nde geçen gerçek zaman paketin gelmesi ve anlatıcının onu açıp açmayacağını uzunca bir süre düşündükten sonra açması ve içindekileri okuması arasındaki beş altı saat. Fakat bölüm boyunca anlatıcı zarfı gönderen Giovanna Luxembourg’la tanışmalarından son görüşmelerine kadar olan biten her şeyi anımsıyor. Ünlü modacı Luxembourg anlatıcının bir zamanlar yazdığı “Quincunx ve Tropikal Yankıları” makalesiyle ilgilenmiş ve ona ortak bir projede çalışmayı teklif etmiş. Bu ikiliyi bir araya getiren quincunx şekli roman boyunca karşımıza çıkacak. Projeyi kabul eden anlatıcıyla Giovanna iki yıl boyunca konuşur, çalışırlar. Her ikisinin de ortak noktaları hayvanların bilinmeyen doğası, kamuflaj yetenekleri, kendilerini var oldukları ortamda kaybedebilmeleri ki bu da roman boyunca tekrarlanacak.
İki yılın sonunda proje ortaya çıkmadan görüşmeleri son bulur. Giovanna’yla ilgili iki şey kalır anlatıcının aklında. Biri modacının çocukluğuyla ilgili bir anıyı, onlu yaşlarının başında dönencelerde tropikal bir hastalığa yakalanıp aylarca hastanede yapayalnız kaldığını öğrendiğinde aklına takılan anne ve babanın nerede olduğu sorusu. Diğeri ise son görüşmelerinden birinde masanın üstünde gördüğü bir laboratuvar sonuç zarfı, o gün Giovanna’nın fazla zorlama neşesi ve yalanını saklama azmi anlatıcıyı meraklandırsa da konu açılmamış, sonra Giovanna yurt dışında yaşayacağını söylemiş ve projeyle beraber hayatından çıkmış gitmiş.
Daha ilk sayfada öğrendiğimiz bilgi var bu kez elimizde. O laboratuvar zarfının hangi kötü haberi ilettiği anlatıcıya paketin gönderilmesinden bir hafta önce anlaşılmıştır, gazetelerde “ Giovanna Luxembourg, modacı, 40 yaşında öldü.” haberleriyle. Ve işte o paketler, üç zarf, Giovanna’nın anlatıcıya mirasıdır. Bölümün sonunda anlatıcı artık zarfları açar, ilk zarftan eski birçok kadın fotoğrafı, madenci köyü fotoğrafları, ikinci zarftan Yoav Toledano imzalı fotoğraf üstüne beş makale, üçüncü zarftan ise bir madenci köyü yangınıyla ilgili gazeteden kesilmiş haber kupürleri çıkar.
Romanda her bölümün sonunda farklı bir metin yer alıyor. Bu bölümün sonunda Giovanna’nın gerçek adını, neden adını değiştirip yeni bir kimlik yarattığını anlattığı, yayımlanmamış üç soruluk bir söyleşi var. Böylece anlatıcının zaten fotoğraflardaki benzerlikten anladığını artık biz de biliyoruz. Kendi seçtiği adıyla Giovanni Luxembourg, gerçek adıyla Carolyn Toledano, 1977 yılında Latin Amerika’ya yolculuğa çıkıp kendilerinden bir daha haber alınamayan fotoğrafçı Yoav Toledano ve manken Virginia McCallister’ın kızı. İkinci bölüm sonunda ise anlatıcıya yazılmış ama gönderilmemiş bir mektup var ve niye bu mirasın gönderildiğini bu sayede anlıyoruz: “Bu mektubun sana asla ulaşmayacağının ve onu bir şekilde sezmenin sana kalacağının da bilincindeyim. Miras böyle bir şey: şimdiki zamana asla ulaşmayan, geçmişte yazılmış bir mektup. Senin görevin bu eksik diyaloğu kurmak.”
Latin Amerika edebiyatı çok uzun yıllar büyülü gerçeklikle anıldıktan sonra genç yazarların artık bambaşka anlatım biçimlerine dümen kırdıkları çok net. Bu biçimin öncülerinden biri Bolaño ama son yıllarda Zambra, Bellatin, Luiselli gibi yazarlar kurmaca ve gerçeğin sınırlarını, sanatın formlarını bambaşka biçimde aradıkları eserlerle ortaya çıktılar. Bazen çağdaş sanat sergileri, bazen performanslar bu arayışlara dahil oldu. İşte Carlos Fonseca da romanında asıl olarak bunu irdeliyor ve bu nedenle gerçek hikâyelerin bu denli dahil olduğu bir kurmaca bizi zaman zaman zorluyor. Fonseca’nın bölüm sonlarına yerleştirdiği farklı metin türleri de sanki okuru azıcık rahatlatmak için, bölüm boyunca kafamızda oluşan soru işaretlerini biraz olsun cevaplıyor. Üçüncü ve en kafa karıştırıcı bölümün sonunda anlatıcının arkadaşı Tancredo’nun düşünceleri aslında bu yeni Latin Amerika romanını betimliyor sanki “Bu hikâyede bağlantısız ipuçları çok fazla, öksüz anlatılar çok fazla. (...) Her anlatı tanımı gereği eksikti, her hikâyeyi sonunda bir sır örtüyordu.”
Romanın ikinci bölümü Enkaz Koleksiyoncusu’nda bir yıl sonraya gidiyoruz, anlatıcı Giovanna’nın mirasının ona getirdiği sorumluluğu anlamış ve Yoev Toledano’yu bulup hikâyesini dinlemek üzere bir yangınla mahvolup terk edilen madenci köyüne gitmiş. Yoev’in yolculuğu 1960’larda Tel Aviv’den ayrılmasıyla başlıyor, önce kökenlerini aramak için Toledo’ya uğruyor, fotoğrafa iyice merak sarıyor, sonrasında ise uzun bir gemi yolculuğuyla Amerika’ya gidip bir şekilde önce gazeteci sonra moda fotoğrafçısı oluyor. Anlatıcı Yoev’den tüm hikâyeyi dinliyor, Virginia McCallister’la tanışmaları, evlenip mesleklerinde parlamaları, uyuşturucu, halüsinasyonlar, sonrasında McCarthy döneminin baskısıyla özellikle Virginia’nın kendini kaptırdığı ezoterik kuramlar, Carolyn’in doğması, Virginia’nın sanrılarının ve çılgınlıklarının iyice artması, yine uyuşturucuya dönmesi, Latin Amerika’nın derinliklerinde, Ateş Topraklarında kıyamet gününü bildiği söylenen kâhin çocuk ve onu bulmaya gitmek için 1977’nin 23 Kasım’ında çıktıkları yolculuk... Bu yolculuğun sonucunda bir daha haber alınamayan bir aile, birbirinden ayrılmış ve kopmuş anne, baba ve kızları.
Kitapta sanat kuramlarını alt üst eden, kurmaca ve gerçek arasındaki ince çizgiyi didikleyen üçüncü bölüm Sanat Yargılanıyor’a geldiğimizde bir yıl daha geçmiş. Bir gün anlatıcının önüne bir manşet düşüyor: “Kayıp Eski Manken Hayatta, Birçok Suçla İtham ediliyor.” Virginia McCallister ya da yeni adıyla Viviana Luxembourg’un otuz yılda üç bini aşkın sahte olay üretip borsanın milyonlarca dolar kaybetmesine sebep olduğu söyleniyor. Sanığın savunması ise bambaşka. “Suçunu kabul edip etmediği sorulduğunda sanık en ufak bir suçluluk duymadığını, çünkü onun düşüncesine göre bütün bunların sanatının bir parçası olduğunu, sanatın ise, Greklerden beri bilindiği gibi, iyiliğin ve kötülüğün fevkinde, ahlakın ve adli yargılanmanın fevkinde egemen bir sistem olduğunu söylemişti.”
İşte Vivian’ın bu yargı süreci bize roman içinde roman okutuyor diyebilirim. Anlatıcı bu kez olaylara dahil değil, gazeteci arkadaşı Tancredo mahkemeyi izlemeye Arjantin’e gitmiş ve bize olan biteni Tanrı anlatıcı aktarıyor. Merkezde Vivian ve Tancredo’dan başka polis memuru Alexis Burgos, avukat Luis Gerardo Esquilín gibi kahramanlar var. Olayı çözmeye çalışan, yüzlerce defterle boğuşup sanat kuramlarında boğulan avukatın çabalarına, işin içine girdikçe kaybolan, en sonunda kaçıp giden bir polise ve Vivian’ın mektup yazarak mahkemesine dahil olmaya çağırdığı birçok aykırı sanatçıya tanık oluyoruz. Vivian kendini kamufle edebilmiş, kayboluşu eserin kendisine dönüştürmüş sanatçıların peşinde. Bu nedenle bu bölümde Kafka’dan, Dante’ye, yazılan defterler nedeniyle Gramsci’den hayatıyla ilgili her şey müphem olan B. Traven’a kadar pek çok isme rastlanıyor. Fonseca bu bölümde onlarca hikâye anlatıyor ve bunların gerçekliğini sürekli sorgulamak, gerçekse bilgilenmek gerekiyor. Yazarın yaşı nedeniyle şaşkınlığımın sebebi asıl bu bölüm diyebilirim. “Sanat nerede başlar, nerede biter?” sorusu iliklerimize işliyor. 2002’de Moskova’da bir tiyatroya yapılan Çeçen terör saldırısının “bile” sanattan esinlenmiş olabileceğini okumak, bu bölümün en çarpıcı savıydı bence.
Dördüncü bölüm Güneye Yürüyüş, sonu nasıl bittiği bilinen o hac yolculuğunun iç yüzünü, bir çocuk kâhin uğruna yola çıkan ve aslında yolun yarısında onlara önderlik eden havarinin de bu yolculuğun da sahtekârlık olduğunu anlayan ama bunu kendilerine bile itiraf edemeyen kandırılmış müritleri anlatıyor. Tüketim toplumundan ve mutsuzluktan kaçtıkları Amerika’nın da, her şeyini üç kuruşa satabilen Ateş Toprakları’nın da özünde aynı olduğunun anlaşıldığı bölümde Yoev’in ve Virginia’nın tepkilerinin farklılığı ise işte romanın karakter derinliğini kurduğu yer.
Son bölüm Sondan Sonra’da artık 2014 yılına geliyoruz. Porto Riko’da Giovanna’nın bir sergisinin açılacağı haberini okuyan anlatıcıya hemen ardından modacıdan imzalı davetiye geliyor. Ölümünden seneler sonrayı bile planlamış Giovanna’nin mirası ne durumda, anlatıcı diyaloğu tamamlayabilmiş mi, bu bölümde ortaya çıkıyor. Sebald’vari bir biçimde fotoğraflarla süslenmiş bu bölüm bir son mu? İşte ondan emin değilim.
Hayvan Müzesi kolay okunmayan ama içinde kayboldukça çıkmak istemeyeceğiniz çok katmanlı bir roman. Günümüzdeki sahte haberleri düşününce özellikle önemli bir roman, zaten yazar da “Teşekkür” bölümünde Donald Trump’ı bu vesileyle anıyor. Latin Amerika’nın yeni romancılarını sevenlere, Roza Hakmen’in mükemmel çevirisiyle...