Aynur Kulak, "Nuri Bilge Ceylan Sineması: Türkiyeli Bir Sinemacının Küresel Hayal Gücü", arakatsanat.com, 24 Aralık 2018
Nuri Bilge Ceylan’ı bağımsız bir cumhuriyet olarak algılamam Uzak filmine kadar dayanır. Bağımsız ve Uzak bir cumhuriyet aslında Nuri Bilge Ceylan benim için. Tüm filmlerini izlediğim, tüm fotoğraflarına tek tek baktığım, kendisi ve sineması üzerine yazılmış olan çoğu kitabını okuduğum bu adamla aramda adlandırıp, çözemediğim, ismini koyamadığım bir mesafe var. Nuri Bilge Ceylan sinema anlayışından bahsetmeniz için öncelikle her bir filmini izlemeniz; bunları yapmadan önce de artık (Ceylan’ın geldiği noktayı düşünürsek) üç isim olan Nuri, Bilge ve Ceylan’ı da atlatmış olmanız gerekiyor ki sinemasına ulaşabilesiniz, yaptığı filmlerden bahsedebilesiniz. Görünmeyen, göremediğimiz fakat varlığından da şüphe etmediğimiz bir mesafesi var aslında; sizce de öyle değil mi? Şehirlere uzak bir kasabada büyüyüp, o kasabadan hayallerinin peşinde yola çıkma zamanından tutun da Ahlat Ağacı’na kadarki geçen sürede ne kadar çok övgü, ödül, bağımsızlık ve küresel hayal gücü unvanı kazansa da uzaklığını omuzlarında bir palto gibi taşımış bir adamdan bahsedebilmek olası mı sorusu ile başlayacağım bu yazıya.
Gelişme
Üç akademisyen ve araştırmacı yazar Bülent Diken, Graeme Gilloch ve Craig Hammond tarafından yazılan Nuri Bilge Ceylan Sineması: Türkiyeli Bir Sinemacının Küresel Hayal Gücü kitabı Mayıs 2018 yılında kitap raflarındaki yerini aldığında heyecanlandık. Heyecanımızın sebebi Türkiyeli bir sanatçı için ‘küresel hayal gücü’ tanımlamasına gidilmiş olmasıydı. Hatta heyecanımızın yanı sıra biraz da korktuk; tanımın ideası ve büyüklüğü karşısında. Mütevazi kasabasından hayallerinin peşinde yola çıkan bu adamın geldiği nokta saygıya şayandı ve Nuri Bilge Ceylan’ın yaradılışından gelen uzaklığı (mesafesi) da buna eklenince saygıya çokça heyecan, biraz korku ve -onunla konuşanların anlattıkları doğrultusuna yazarsam- karşısında düşünerek konuşma eğilimine doğru giden bir davranış şekli (Saygının en üst noktasında önünü iliklemeye benzer bir şekilde) ortaya çıkmış oldu. Çünkü aslında çektiği yedi filmde de (Ahlat Ağacı’nı henüz yazamıyorum. Kitabın yazılma sürecinde Ahlat Ağacı henüz yoktu) Koza (1995), Kasaba (1997), Uzak (2002), İklimler (2006), Üç Maymun (2008), Bir Zamanlar Anadolu’da (2011), Kış Uykusu (2014) sinema dili olarak maskülen bir tarzı benimsemiş; aynı zamanda bir otorite, bir Tanrı yönetmen olarak Türkiye’nin sanat alanındaki küresel hayal gücü oluvermişti. Bir hedef değildi belki ama bir sonuçtu bu işte. Nuri Bilge Ceylan; ne yaptığını bilen ve büyük tutkuyla yapan bir adamla karşı karşıya bırakmıştı bizi.
“Ben bunu (X bir olayı, X bir duyguyu, X bir durumu) böyle anlatırım” diyen bir yönetmen olarak karşımıza çıkmıştı. Genele bakmayan ve genel ol(a)mayan bir yönetmenden, Nuri Bilge Ceylan Sineması’ndan ve tabii ki üç akademisyenin titiz araştırmaları ve tartışmaları sonucu ortaya çıkan kitaptan bahsedeceğiz şimdi. Yirmi birinci yüzyılın en özgün ve provokatif sinemacılarından biri olarak kendini kabul ettiren Ceylan’ı tüm filmleriyle birlikte ulus ötesi olmuş kimliğinin iç içe geçmiş olmasını göz önünde bulundurarak yazılan kitabın 28 sayfalık Giriş bölümünde şu kısacık cümle bu kitabın neden yazıldığı ile ilgili bize net bir bilgi vermekte.
“Bunlar onun filmleridir.”
Yukarıda da bahsettiğim gibi ‘ben böyle anlatırım’ demek yönetmenliğin doğasıyla uyuşmak demektir ve bu o kadar önemli bir şeydir ki; yalnız karakterler, başarısız ilişkiler, istenmeyen ve yersiz yakınlıklar, garip hiç bitmeyen sessizlikler hiç bitmeyen uzun sekanslar eşliğinde anlatıldığında bile her bir film için kazanılan başarı uluslararası olmasının temellerini atmıştır bu yüzden.
Bu aşamada kitabın üç yazarı Nuri Bilge Ceylan Sineması ile ilgili yapmak istedikleri kitabın içeriğini netleştirmek adına şu cümleleri kurmuşlardır.
“Edebiyattan çok etkilendiğini özellikle Çehov’dan filmlerini yapma sürecinde her zaman çokça beslendiğini her fırsatta dile getiren Ceylan’ın sineması hakkındaki tartışmayı zaman-imgeler veya anlatı öyküleriyle kısıtlamak istemiyoruz. Bizim için en önemli olan sinemanın fikirlerle ilişki kurma tarzı”
Fikirlerle ilişki kuran yedi Ceylan filmi sinemanın inceleme alanına girebilirdi.
Bölümler
Kitap anlatılacak olan yedi filme istinaden yedi bölümden oluşmakta.
İmagoların Kökeni: Açılan Koza isimli ilk bölüm sözsüz, siyah-beyaz ve 18 dakika süren kısa film Koza’yı masaya yatırmakta. Ceylan kitabının yazarları Koza’yı minyatür bir şaheser olarak tanımlamakta. Bu tanımlamayı Koza için şu sözleri söyleyerek sağlamlaştırmaktalar:
“Koza şüphesiz Ceylan’ın sonraki tüm filmlerinde göreceğimiz temaları takdim eder ve özetler. Örneğin bu bölümden anlaşılacağı gibi, bizzat yoruma açıklığı, muğlaklığı ve müphemliği yoluyla, anlam oluşturma ve öykü anlatma faaliyetleri olarak film yapma ve izleme süreçlerini ısrarla sorgular. (…) Koza için Ceylan’ın özgün sinematik hayal gücünün mütevazi kökeni de diyebiliriz.”
Ceylan’ın ilk filmi olana Koza gelecek olan diğer filmlere doğru bir koza misali açılmakta; bir ağaç gibi düşünürsek eğer, Ahlat Ağacı da dahil on üç yıl içerisinde izleyeceğimiz filmlerin kökünü oluşturmaktadır.
Kasabamız: Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı’nda Sıla Hasreti isimli ikinci bölüm Ceylan’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı’nı ele alacak olsa da kitabın üç yazarı tarafın Ceylan’ın dört filmi olan Koza, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak bir dörtleme olarak ele alınmakta. Bu dörtlemeden ikinci olan Kasaba’nın olağanüstü uzunluktaki üçüncü sahnesinde izleyiciye, ufak ufak tepelerin orta yerinde, mısır tarlalarına bitişik ağaçlık alanda, ılıman bir akşamda yavaştan hava kararırken ateş başında toplanan taşralı bir ailenin üç nesli takdim edilmekte. Kasaba için şu tespitler yapılmakta:
“Filmin etkileyici tarafı filmi sessizce ama ısrarla kaplayan değişken ruh halleri veya atmosferleridir. Birbirine karışıp bulanıklaşan, izleyiciyi değişen duygu ve duygulanım kalıplarına zarifçe daldıran en az üç ruh hali manzarası tespit etmek mümkündür: Sessizliğin kendisi, özlem ve melankoli”
Kasaba nostaljinin sıla hasreti ve bulantısıdır.
Ve Kasaba’nın içinden Mayıs Sıkıntısı doğar. Bu durum şöyle tarif edilir:
“Nefes kesici derecede cesur bir hamleyle Mayıs Sıkıntısı yavaş yavaş kendisini başka bir filmin, bizzat Kasaba’nın yapım sürecinin kurmaca anlatısı olarak gösterir”
Kasabadaki bazı karakterler ayrılmış, Kasaba’nın boğuculuğundan kaçarak şehre gidenler geri dönmüş, varlık denen şey anlam kazanmış, var olma süreçleri yer değiştirmiştir. Bu durum şöyle anlatılır:
“Kasaba’nın sahnelerini geriye dönük bir şekilde Mayıs Sıkıntısı’ndaki film çekiminin parçaları olarak tekrar sahneleyerek, Ceylan ilk filmini yapı bozuma uğratıp sarsar. Bir andan Kasaba’nın yapay bir beleşim, karmaşık ve kurulmuş bir temsil olduğunu göstererek her türlü natüralizm eğilimini veya ideasını çürütür; diğer yandan filmin kasvetli havasını komedi ve oyunbozanlıkla dağıtır. Son derece iyi kotarılmış keskin ironilerdir bunlar.”
Sonuçta kışa girecek olan Ekim’in değil yaza girilecek olan Mayıs’ın sıkıntılarıdır mevzuu bahis olan
Uzak: Kış Masalı isimli üçüncü bölümde Ceylan’ın dördüncü filmi Uzak’tan bahsedilmekte. Uzak birbirinden çok farklı iki adamın, her ne kadar yakın olmak zorundaysalar da duygusal açıdan birbirine mesafeli, uzak kalan iki bireyin yalnızlığı mahzunluğu ve başarısızlığı hakkında bir filmdir. Filmin sözsüz, uzun kış sahneleri Ceylan’ın dönüm noktası sayılan Uzak’ın başını ve sonunu oluşturur. Yazarlar Uzak ile ilgili şu tespitlerde bulunur:
“Uzak hiç kuşkusuz şehir ve seyircilik üstüne sinemasal bir tezdir ama sadece bundan ibaret değildir. Mayıs Sıkıntısı bağlamında daha önce görmüş olduğumuz gibi, Ceylan ustalıkla bir ruh hali veya atmosferden diğerine geçmekte, sessiz tefekkür anları ile hicve dayalı absürd sahneler arasında pürüzsüzce, rahatlıkla gidip gelmektedir.”
İklimler ve Nihilizm Sorunu: Eksik Mevsim isimli dördüncü bölüm Ceylan’ın beşinci filmi olan İklimler’e odaklanıyor. İklimler nihilizmin pençesinde iki küçük burjuva olan İsa ile Bahar’ın korkularına ve hüsranlarına odaklanıyor. çiftin askıda kalan yaşamları Ceylan tarafından ustalıkla dramatize ediliyor. İklimler’de yaz, kış, güz olarak geçen sonbahar da vardır. Fakat ilkbahar? Filmin kadın karakteri Bahar hangi bahardır acaba? Şöyle yazılmakta:
“İsa’nın durumunda Tanrı ölmüştür. ‘Dünyanın olması gereken hali diye bir şey’ yoktur. Bahar’ın negatif nihilizmi hala bir istençtir.; öteki ‘hakiki’ dünyaya ait daha yüksek değerler uğruna bu dünyayı değersizleştiren bir istenç olsa bile.”
Üç Maymun ve Hayaletsi Dördüncünün Unutuluşu Ceylan’ın altıncı filmi Üç Maymun incelenir. Film gece sekansıyla başlar. Bir kaza olur. Arabayı kurnaz ve hırslı politikacı Servet kullanmaktadır ve şoförünü arayarak buluşmak ister. Şoförünü ve ailesini olmadık işlere bulaştıran Servet’in bu konuşmasında sonra iki maymun ortaya çıkar. “Görmedim” ve “Bilmiyorum” maymunları. Gelişen olaylarla “Duymadım” maymunu da devreye girer.
“Filmdeki baskın, canlı karakterler kendilerini katılaşmış, şekillendirilebilir olmayan özellikler, terbiye edilmiş ve yolunu kaybeden bir yazgıcılık gemisi biçiminde ifade edilmiş öznellikler olarak sunarken, gizli ve alternatif bir olasılık onlara musallat olur”
Bir Zamanlar Anadolu’da: Ante Rem, Öç, Hinterlant ve Dedektif Keşfi bölümü Ceylan’ın yedinci filmine odaklanır. Bir Zamanlar Anadolu’da yönetmenin janr sinemasına en çok yaklaştığı filmidir. Bir Zamanlar Anadolu’da filminin açılış sahnesinde, henüz tam çökmemiş bir akşamın alacakaranlığına buyur edilirken, dağınık bir atölyenin pervazı leke içinde, camı zamanın izini bıraktığı bir kir tabakasıyla kaplı olan penceresinden içeri bakarız; uzakta gürleyen bir fırtınanın uyarısı duyulur. Bir cinayet söz konusudur. Polisiye çeşitlemesi olan bu yavaş, uzun filmde bir ceset bulmak için yola çıkan suçlu ve polisler yol boyunca nasıl sonlanacağı bilinmeyen bir sürece başlamışlardır.
Yedinci bölüm olan Kış Uykusu: Toplumsal Topoloji Olarak Kayboluş sekizinci film olan Kış Uykusu’nu incelemekte. Cannes ödüllü film bir entelektüelin (Aydın) yaşamına ve karısı Nihal ile tahripkar, boğucu ilişkisine değinir. Filmin başarısı, toplumsal olanın tasfiyesini resmedebilmesidir. Filmde karakterlerden biri; “Biz yaşamıyoruz yani… Tiyatroda yangın sahnesi oynuyoruz.” Bu repliğe karşılık yazarlar bu filmle ilgili şu yorumu getirirler: “Setirlik sahnelerini çerçeveleyen tüm kar, buz ve rüzgara karşın, Kış Uykusu müthiş bir ateş incelemesidir.”
Sonuç olarak Nuri Bilge Ceylan sineması Türk sineması adına tartışmasız bir şekilde yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu uzak ve mesafeli adam ısrarla ve inatla ve ne yaptığını biliyor olmanın gücüyle ilerlemekte. Bu kitaba Ahlat Ağacı da eklenseydi çok daha büyük bir perspektif çıkacaktı ortaya hiç şüphesiz fakat bu haliyle de kitap son derece önemli bir kaynak niteliğinde.