| ISBN13 978-605-316-073-1 | 13x19,5 cm, 208 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Mehmet Said Aydın, "Hasarın romanı", Hürriyet, 9 Mart 2017 Elizabeth Harrower’ın özgeçmişi ilk bakışta enteresan görünüyor: Yazarlık bağlamında uzun suskunlukların tarihi gibi. 1928 Sydney doğumlu Harrower. Çocukluğunun ilk yılllarını Newcastle’da geçirip Sydney’e dönmüş ve 1951’de Londra’ya giderek yazmaya başlamış. Henüz Türkçede olmayan ilk romanı 1957’de yayımlanmış; Down in the City. 1959’da Sydney’e dönmüş ve halen orada yaşıyor. Türkçeye Deniz Keskin tarafından tercüme edilen ‘Gözetleme Kulesi’ (Metis, 2016) 1966’da yayımlanmış. Bundan dört yıl sonra, 1970’de bahsimizin konusu olan Kimi Muhitlerde'yi yazmış fakat ‘son anda’ vazgeçmiş yayımlamaktan. Okuyucuları 1970 yılından ta 2014’e kadar bu romanın gün ışığına çıkmasını beklemiş. Ve bu roman, yazarın ‘tamamlanmış’ son romanı. 1980’lere dek kısa öyküler yazmaya devam etmiş; özgeçmişinde “Avustralya’nın savaş sonrasında ürettiği en önemli yazarlardan biri” denmiş hakkında. Özde Duygu Gürkan’ın tercüme ettiği Kimi Muhitlerde'nin önemli bir kitap olduğu su götürmez. Bunu söyleyerek kitabın bahsine geçmek gerekiyor. Roman, Zoe ve Anna isimli iki karakter aksından kuruluyor. Önce Zoe’nin gözünden izlediğimiz bir aile hayatı ve biraz ‘aşırı mükemmel’ olduğunun altı fazla çizilmiş hayat. Hissimiz şu oluyor Zoe’nin ağzından duyduğumuz şeylere karşın: Yani, her şey nasıl bu kadar mükemmel olabilir? Tabii ki bu mükemmellik aritmetiği uzun sürmüyor. Akademisyen ve lokalde mühim anne babanın iki çocuğundan biri Zoe. Ağabey Russell ise daha en baştan ‘savaş’la yaralıdır. Ağabey figürü Russell ile sınırlı kalmaz. Russell’ın ‘tuhaf’ arkadaşı Stephen da Anna’nın ağabeyidir. Stephen ve Anna ise iskambil kâğıdının öteki yüzünü temsil eder gibi, Zoe ve Russell ikilisinin zıddı bir geçmişten gelirler. Bu tarafın hayatı ne kadar sofistike ve zenginse, öteki taraf o kadar sıradan ve fukaradır. Bu taraftaki ebeveynler neredeyse mükemmeldir, o taraf öksüzdür. Öksüzlük tek imtihanları da değildir üstelik; onlara bakan dayı ve dayının eşi delilik sınırındadır. Bu tarafın hayatla ilgili hayalleri uçuktur ama mümkündür. Sözgelimi Russell evlenmek için İngiltere’ye gidebilir yahut Zoe Paris’e yerleşip göçmen yerleşimine paraşütle atlar ve gazetede haber olur. Anna ve Stephen sıkıcı çok sıkıcı işler yaparlar. Didişirler de; Anna tabii ki o aileye hayrandır. Ağaneyi Stephen’ın söylediklerini günlüğüne kaydeder Anna: “Bu kadınların, Zoe’yle annesinin vahşi bir özgüveni var. Onlardan uzak dur. Seni ezip geçerler.” Stephen yetinmez, şunu da ekler öfkeli bir sesle: “Minnettar ve hayran... Tam da olmanı istedikleri gibisin.” Zoe de ‘sorunlu’ olmanın neden bir erdeme dönüştüğünü sorgular. İki ağabey ise kimileyin gölge, kimileyin başrol olarak hikâyeye sokulurlar. Kimi Muhitlerde bir ‘hasar’ romanı. İlişkilerin, akrabalığın, memleketlerin, seyahatlerin, bakışların... açtığı hasarların. Çok parlak benzetme buluşları ve epey yalın bir bakış açısıyla. Harrower’ın öteki metinlerine merak uyandırıyor ve aslında ‘mesele’nin kapısını aralıyor. Anna ne diyor günlüğünde: “En çok düşündüğü şeyler hakkında yazmıyor insan.” |