Önsöz, s. 9-12
Her şeyi baştan düşünme zamanı geldi. Her şeyi. Yazmanın anlamını, bir okur kitlesi için yazmanın anlamını - hangi okur kitlesi için? Yazmaktan ne bekliyorum? Para mı? Kariyer mi? Takdir mi? Toplumda bir yer mi? Yönetimde değişiklik mi? Dünya barışı mı? Yazmak bir hüner mi, terapi mi? Hüner olduğu için mi, yoksa ona rağmen mi terapi? Bir kimlik inşa etme, toplumda bir yer inşa etme çabası mı? Yoksa amacı sadece kendimi eğlemek, başkalarını eğlendirmek mi? Karşılığında para almasam yazmaya devam eder miyim?
Okumanın anlamı ne peki? Başka insanlarla konuşabilmek için onların okuduğu şeyleri mi okumak istiyorum? Hangi başka insanlar? Onlarla niçin konuşmak istiyorum? Zamanımın adamı olabilmek için mi? Yoksa başka zamanları, başka yerleri tanımak için mi? Dünya görüşümü doğrulamak için mi okuyorum, sorgulamak için mi? Yoksa görüşümü sorgulamak için okumak, gerçekten düşündüğüm gibi cesur bir adam olduğum yolunda teskin edici bir doğrulama mı? Okuduğum kitaplar ne kadar zorlayıcıysa kendimden o kadar memnuniyet duyuyorum.
Tek dünya, tek kültür fikri hepimizin aynı kitaplara yönlendirildiğimiz anlamına mı geliyor - eğer öyleyse, eninde sonunda kaç yazar olabilir ki? Yoksa herkes yazar olacak, ama yazdıklarına para ödenmeyecek mi? “Kimse ölümsüzlük taklidinden vazgeçemez” demişti Emil Cioran. “Ölüm mutlak son olarak kabul edildiğinden beri herkes yazıyor!”
Okuduğumuz kitaplarla ilgili olarak niçin bu kadar sık anlaşmazlığa düşeriz? Bazılarımız iyi, bazılarımız kötü okuduğu için mi? Hocayla öğrencileri gibi mi? İyi ve kötü kitaplar olduğu için mi, yoksa farklı çevrelerde yetişmiş insanlar farklı kitaplardan hoşlandığı için mi? Eğer öyleyse, kimin neden hoşlanacağını tahmin edebilir miyiz?
Kitaba ilişkin konuşmaların çoğu basmakalıptır ve on yıllardır böyledir. Ortalama kitap incelemesinde, sütunun tepesinde birden beşe yıldızlarla özetlenen hızlı bir değer yargısı sunulur. Devamını niye okuyalım? Tema açıklanır (önemlidir), anlatı becerisi değerlendirilir, karakter ve mekâna değinilir (hepimiz bir yaratıcı yazı kursundan geçmişizdir), bir miktar övgü ve bazı çekincelere yer verilir. Her şeyden önemlisi, kitapların TV ve sinemadan artakalan şöhret kırıntıları için kıyasıya rekabet halinde olduğu bellidir. Yola tam gaz çıkmak zorundadırlar. Sonlara doğru, yayıncının karton kapak edisyonunda kullanabileceği değerli bir alıntı olabilir de, olmayabilir de. İncelemelerin yüzde 99,9’unda eleştirmen kitapların ne işe yaradığını, niye yazılıp okunduğunu, neyin edebiyat neyin tür romanı olduğunu gayet iyi bilir. Kalıp bir inceleme üzerinde madde madde ilerler. Gazetelerin kitap bölümlerini posta pulu boyutlarına indirmiş olması anlaşılırdır.
Geribildirim için internet var. Bazen hepsi geribildirimmiş, hiç bildirim yokmuş gibi geliyor. Okurların kendi incelemelerini yazdıkları sitelerde en şaşırtıcı olan şey, gazete incelemelerine çok benzemeleri. Amazon yıldızlarını dağıtmaya itirazları yok. Övgüyü de, cezayı da nasıl dağıtacaklarını çok iyi biliyorlar. Sorgusuz ölçütleri var. Mecra tonu belirliyor. “Kitabı okumadım aslında, ama...”
Hâlâ kitap incelemelerine yer veren haftalık dergilerde, yazarla söyleşiler herkes için aynı on soruyu içeriyor. En son ne zaman ağladınız? En büyük pişmanlığınız nedir? Seçkinliği acayiplikte aramayı teşvik ediyorlar. Genellikle e-postayla. Yazdığınız romanlar arasında en sevdiğiniz hangisi? Şu sıralar gündüzleri ve yatakta ne okuyorsunuz? Belli ki söyleşileri yapanlar bütün yazarların yatakta başka şey okuduğunu biliyor. En sevdikleri bir roman, en büyük bir pişmanlıkları olmamasına izin verilmiyor. Yazının yan tarafında yer alan küçük fotoğraf, yazarın Facebook sayfasından alınıyor, dergiye maliyeti sıfır.
Edebiyat ödüllerinin çoğalması da buna paralel bir gelişme. Ödüllerin ulusal edebiyattan kopması, önemli olanın belirli bir toplumdaki yazarların desteklenmesi değil, ödülün şöhreti olduğuna dair bir işaret. İnsanlar buna yatırım yapıyor. Biraz daha reklam olsun diye finalistler listesine yarıfinalistler listesi de ekleniyor. Ödül yemeğinde bir yazar panteon katına yüceltilirken, diğerleri dışarıdaki karanlığın içine atılıyor. Ödülü kazanan yazarın hiç kimsenin ilk seçimi olmaması, jüri üyelerinden ikisinin kahrolası kitabı bitiremediklerinden yakınmaları önemli değil. Artık o ödüllü bir kitap. Demokratik süreç sonucu. Kazananın satışları kaybedeninkini, kaybedenlerinkileri geride bırakıyor.
Bu arada üniversitelerde edebiyat öğrenimi anlaşılır gibi değil; yapısalcılık ve postyapısalcılığın ayrıcalıklı altın çağında olduğu kadar heybetli bir çapraşıklık sergilemiyor belki, ama bunun sebebi, günümüzde okunmamak için o kadar sıkı çalışmaya gerek olmaması muhtemelen. Bayatlamış jargonu ve edebiyat araştırmalarını kültür tarihi çalışmalarıyla karıştırma eğilimi yeterli zaten.
Şu ya da bu eğitmenlik sözleşmesinin bahşedilmesi dışında herhangi bir amacı olmayan yüz binlerce akademik makalenin üretilmesi akıl alır gibi değil; ne çok çaba, ne az macera.
Bütün bu gevezeliğin ve ritüelin altında geçmişin edebiyat efsanelerine, Dickens ve Joyce gibi, Hemingway ve Faulkner gibi dev şahsiyetlere müthiş bir nostalji yatıyor. Günümüzde bir yazar bu tür bir hale edinmeyi amaçlayamıyor bile. Ama edebiyat girişiminin tamamının itici gücü bu hayali dehaya özlem. Bir de yayıncının işi döndürmek için gerekli bir çoksatan üretme yolundaki çılgınca çbası. Deha fikri bir pazarlama aracıdır. Bakınız Franzen.
Belki de aslında kitaplara, edebiyata verdiğimiz değer gülünç bir şeydir. Belki hepsi kolektif bir özsaygı, bir kendini tebrik döneminden ibaret; tıpkı yeni idolü edebiyat ödülünü almak üzere podyuma davet eden jüri üyelerinin kendilerinden memnuniyeti gibi. Aslına bakarsak, kitaplar herhangi bir şeyi değiştiriyor mu? Dillere destan liberalliklerine rağmen, dünyayı liberalleştirdiler mi? Yoksa eskisi gibi okumalarımızda liberal, yaşayışımızda tutucu olmamıza izin veren incir yaprağını mı sundular bize? Belki de sanat çözümden çok sorunun bir parçası; cehenneme gidiyor olabiliriz, ama bakın konuyu ne güzel yazıyoruz, resimlerimize, operalarımıza, trajedilerimize bakın.
Edebiyat ölüyor mu diye endişelenmemize gerek yok aslında. Hiç bu kadar çok edebiyat olmamıştı. Ama belki artık musibete bir sağlık uyarısı eklemenin zamanı gelmiştir.
Milano, Mayıs 2014