Semih Gümüş, "Sartre’dan öğrenmek", Radikal Kitap, 13 Mayıs 2016
Hayatın bizi içine çektiği koşullar davranış biçimlerimizi bizden bağımsızlaştırabilir, kendimiz olmak yerine hayatın çekip çevirdiği edilgin insanlara dönüşebiliriz. Bir zamanlar sosyalizm içinde sayılanların kapıdan bile içeri sokulmaması gerektiğini görmek için kendi irademizden daha güçlü bir değişimin gerekli olduğu görüldü. Sartre da, Sartre ile Sartre Hakkında adıyla derlenen üç söyleşide, erken zamanlarındaki yanlışlarından söz ediyor. Nazi işgaline karşı hain olmakla olmamak arasındaki seçimlere karşı Direniş yıllarında söylediklerini aradan epeyce zaman geçtikten sonra şaşkınlığa veren sözleri gibi. Oysa savaştan sonraki deneyimin daha zor ve işkence altında efsanevi davranışlar göstermekten daha başka olduğunu ve toplumun yeniden inşası için çok daha zor bir sürecin başladığını belirtiyor.
Onun için gene de değişmez bir doğru var: Sonunda insan, kendisini o insan yapan şeylerden her zaman sorumludur.
Bizim kuşağın kişiliğini 1970’lerin çok zor koşuları belirlemiştir. Bir kimliğimiz ve kişiliğimiz varsa, bunda o dönemin etkisi her şeyden çoktur. Onu elbette yadsıyabilirsiniz de. Başkasının belleğini silemezsiniz ama kendi yaşadıklarınızı bir daha hatırlamamak üzere unutabilirsiniz.
Tanığı olduğumuz o yarım yüzyılın ya da dünyanın karanlığından aydınlık çıkarmak için inanılmaz savaşımların verildiği o bir yüzyılının entelektüelleri arasında akla ilk gelenlerden birisi her zaman Jean-Paul Sartre oldu. Entelektüel duruşun simgesi oldu o. Sonunda kararlılığından ödün ermeyen bir muhalif olduğu gibi, Avrupa’nın düşünce hayatına da önemli katkılar yaptı. Edebiyat ve sanattan kültürün bütün alanlarına uzanan düşünce ufkunun bugüne kalan pırıltıları, yaratıcılığın içinden gelişindendir.
Sartre ile Sartre Hakkında'da bulabileceğiniz bir Sartre dersi de şu: Felaketlerden ders çıkarılmaz. O bunu savaşta Fransa’nın yenilgisi üstüne söylüyor. Belki bir praksisin zirvesine ulaşınca “yanlış yaptım” denebilir diyor ve ekliyor: “Ama ülkeyi mahveden felaket bize hiçbir şey öğretmemişti.”
Bir benzerini arıyorum: Ortadoğu’da son altmış yılda yaşanan felaketler kime ne öğretti, sorulabilir. Bu ülkenin herkesten gizli ya da herkesin bildiği felaketleri, Dersim, 6-7 Eylül, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleri. Kürt sorununun son otuz yılda yaşadığı felaketler inip çıkan dalgalar halinde yaşanırken kime ne öğretti? Kürt halkının büyük deneyiminden çıkardığı dersleri kullanma olanağı da karşılaştığı topyekûn şiddet yüzünden kendine bir hayat kurma biçiminde gerçekleşemiyor.
Sartre, burada aynı yılları yaşarken tam öyle düşündüğümüz gibi, “Ben hep Mayıs isyanının kökeninin Vietnam devrimi olduğunu düşünmüşümdür,” diyor. Vietnam devrimi, tanımlanması olanaksız acılarla yaşanırken bütün dünyayı da ruhen kasıp kavuruyordu. Böylece “mümkün olan”ın alanının genişletilebileceği düşünüldü. Bir yanı gerçek bir yanı ütopya olan gelecek tasarımlarımız yenilgiyle sonuçlandı ama bizim ufuk çizgimiz de o güne dek gördüklerimizle karşılaştırılamayacak kadar uzayıp açıldı.
Sürekli yenilgilerin içinden bir zafer çıkmıyor. Her şeyin biçimi kadar özü de değişmeli. Bireysel özgürlükleri temel alan bir hayat tasarımı nasıl kurgulanabilir, önce bunu durup düşünmek gerekiyor. Üstelik azınlığın diktatörlüğü ve sistematik şiddeti engellenemiyorsa çürümesini beklemek zorunda kalabiliriz. Kendiliğinden değişimin beklenmesi çaresizlikten gelse de. Sonunda her şeye kültürü demokratikleştirerek varılacak, asıl olan bu. Yalnızca demokratikleştirerek de değil, nereden geldiğine bakmadan ve ayırt etmeksizin nitelikli kültürün bütün birikimini alarak.