| | Hüseyin Karabey: "Bir film, bir gerçek" Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 27 Ocak 2002 Sizi bu filmi yapmaya yönelten neydi?
Doğduğumda sanatçı değildim ve ileride sanatçı olacağıma dair bir belirti yoktu, ama maruz kalacağım bazı sorunlar belliydi. Bir işçi babanın dört erkek çocuğundan ikincisiydim. Ailem Kürt'tü ve ben, diğer dört kardeşim gibi, onların büyük fedakârlıkları sonucunda okuyacaktım. Bu ülkede bu üç kimlik, sizin hep potansiyel suçlu konumunda değerlendirilmenize yol açar ki, bende de böyle oldu. Kardeşlerim, ben ve arkadaşlarım üniversite yaşamımızda devamlı bu tür sorunlar yaşadık. Yani ben aslında kendi hikâyemi anlatıyorum. Yani ileride ben ya da kardeşlerimden biri, kendisini aniden o cezaevlerinden birinde bulabilir. Hatta bu filmi çektiğim için ben de orada olabilirim. Bu sebepler neden bu filmi yaptığımı anlatıyor herhalde... Ayrıca insan olmanın temel zorunlulukları var, bence bunlardan en önemlisi yok saymamak, yadsımamak; yani gördüğünü, duyduğunu, öğrendiğini başkalarıyla paylaşmak...
"Sessiz Ölüm", giderek yoğunlaşan sessizliğin içinde gösterime girdi. Bu sessizliğin, birey ve toplumda düşünce, duygu ve davranış olarak, gelecekteki yansıması sizce ne olacak?
Ben dahil (Tecrit karşıtı bir film ve kitap çalışması yaptım) hepimiz çok ciddi anlamda bir erozyona uğradık, uğruyoruz. Geçen üç yıl içinde yitirdiğimiz maddi ve manevi kayıplar o kadar büyük ki, bence, tecrit bunun sadece son halkası. Böylece neyi yitirdiğimizin bilincinde bile olamayacağız. Tecrit topluma dayatılan bir model. Şiddete maruz kalan ve bunu yok sayan, yadsıyan toplumların yaşama modeli... Son 15 yılı düşünün, sadece yadsıdık, yok saydık, ama bunun da bir bedeli var. Bu bedeli birey ve toplum olarak iki taraflı ödeyeceğiz.
Filminiz tecritin dünyanın meselesi olduğunu anlatıyor ama cezaevleri operasyonu Türkiye'yi farklı kılmıyor mu?
Bu soruya vereceğim yanıtınTürkiye'nin Batı'yı algılama biçimini görünür kılacağını düşünüyorum. Yani Batı'daki devletler, Türkiyeli meslektaşlarına akıl veriyor ve diyor ki "Bak ellerini kullanmana gerek yok, bırak bu işleri senin yerine duvarlar, soğuk 5 yıldızlı hücreler yapsın! Bak geçen sene bizde cezaevlerinde intihar oranlarına! Yılda 80'den az değil. Ama bir tek eleştiri var mı? yok!"... Ama Türkiye özünde sanki insani gibi gözüken bu uygulamayı bile hayata geçirmek için Cumhuriyet tarihimizin en kanlı cezaevi operasyonunu gerçekleştiriyor ve ismini de "Hayata Dönüş" koyuyor. Acaba bizle dalga mı geçiyorlar? Yani ileride, biz olası demokratik haklarımızı savunmak isterken bu günü mü hatırlatacaklar? Keza uygulama, yaşanan sürece tepki veren bazı aydınlarımızı da deşifre ediyor, çünkü birçok kişi Batı'yı tek taraflı algılıyor. Uygulamaya karşı olurken sırtını Batı'ya dayamak istiyor ve eleştirilerini de aslında "Bu sistem Avrupa'da da uygulanmıyor" diye dile getiriyorlar... Avrupa Birleşik Devletleri (!) F tiplerine karşı değil. Onlar sadece, sisteme geçişin bu kadar kanlı olmasını eleştiriyorlar... Oysa, bir uygulamaya karşı oluşumuzun tek kriteri olabilir; insan haklarına aykırı mı, değil mi?
Tehdit aldınız mı?
Bu tür çalışmalar yapan insanların başına gelenlerden daha fazla değil. Filmimin gösterimi sadece Bursa'da engellendi. Bu ülkede insan gibi insan olmanın bedeli bile o kadar ağır ki, kalkıp sanatçıların karşılaştığı baskıları ön plana çıkarmak, bana, gerçeği eksik anladığım izlenimini veriyor. Bir örnek vereyim, bir genç arkadaş, 19 Aralık operasyonunu protesto gösterilerinde tutuklandı. Yani hepimizin göstermesi gereken tepkiyi gösterdi, sonra da protestosunu içerde sürdürdü. İlk mahkemede salıverilmesi gerekmesine rağmen, tavrını sürdürdüğü için tahliye edilmedi ve "Ölüm Orucu"nda hayatını yitirdi. Bu gerçeklik, her zaman aklımda bulunuyor...
Filminizin, kamuoyunun akıl ve vicdanı üzerinde etki yarattığını düşünüyor musunuz? Bu konuda düş kırıklığı yaşadınız mı?
Düş kırıklığından öte bir umut var içimde. Çünkü filmi seyreden insanların yüzde 95'i çok etkilendi. Tecrit Türkiye'ye bir günde gelmedi, onlarca yılın birikimi ve bir o kadar da maddi harcama var. Bu yüzden böylesine devasa bir uygulama, ne yazık ki bir filmle sona ermeyecek. Beni bu filmi yapmaya iten "Birey olarak ben, Hüseyin Karabey, tecridi anlatmak için ne yaptı" sorusuydu. Umarım filmim, her seyircilere de, bu soruyu sordurtabilir.
Filmi yaparken siz tecride dair neler öğrendiniz?
Ben ne yazık ki hayata, sisteme ve insana dair çok şey öğrendim. En önemlisi bence, tecridin bir insanın diğerine yapacağı en büyük kötülük, en korkunç işkence olduğunu kabullenmemdi. Düşünün, eskiden tiran ceza için kişinin gözünü oyuyordu, bugün ise beyazdan başka bir şey görmesine izin vermiyor... Düşünün kulağınız sağlam, ama ortada duyulacak bir ses yok, yani sağlıklı olmanızın da bir anlamı yok. Yine bu filmle, insanlığın her koşulda nasıl onurluca yaşadığını gördüm. İnsan, insanlığa bu yüzden güvenmeli, ama bu acılara ne gerek var diye de düşünüyor... Kahramanların ve hainlerin olmadığı bir dünya özlemi duyuyorum, çünkü kahramanlar ve hainler yoksa, baskı da, savaş da yok demektir.
Hâlâ kameranız yok mu?
Evet, hâlâ bir kameram yok. Benim durumum bir eski Çin atasözünü anımsatıyor: En iyi okçu, oku ve yayı olmayan okçudur. Belki, en iyi film de kamerasız yapılan filmdir, ama ben henüz bu aşamaya gelmedim. Okuyabileceğiniz diğer Hüseyin Karabey söyleşileri |