Bilimkurguyu nasıl seçtiniz? Bilimkurguyu eğer gerçekten ben seçmiş olsaydım, size bu seçimin nedenlerini enine boyuna anlatırdım. İnsan kavramını ve varoluşu sorgulamaya, insanlığın ve insan toplumlarının geleceğine ışık tutmaya en uygun aracın bilimkurgu olduğunu söylerdim. İyi bir bilimkurgu yapıtının okurda uyandırması gereken yadırgama duygusundan ve o duyguyu yaratmaktan haz duyduğumu itiraf ederdim. "Yaratıcı bir çalışmaya en yatkın tür olduğu için varsayımsal yazını ve özellikle de bilimkurguyu seçtim," derdim. Ama bunlar benimle bilimkurgu arasındaki gerçek ilişkiyi açıklamış olmazdı. Çünkü aslında bilimkurguyu ben seçmedim. Tam tersine bilimkurgu beni seçti. Ben daha on-on iki yaşlarındayken cep kitabı formatındaki "Yeni Dünyalarda" dizisiyle, Alkazar sinemasının "32 kısım tekmili birden" Baytekin filmleriyle, altın çağ yazarlarının en usta eserleriyle beni ayartan oydu. Bilimkurgu ile aramda zımnî bir anlaşma, bir "pakt" olduğunu söyleyebilirim. Bilimkurgu, hayallere sığmayıp taşan, boyutları ve olasılıkları sonsuz ve sonsuzdan da öte bir evreni avuçlarımın içine sığdırıyor... ve karşılığında benden ruhumu istiyor. Eh, şimdi ben oturup niçin başka şeyler yazayım ki?
En çok etkilendiğiniz bilimkurgu yazarları kimler?.. Olaf Stapledon (
Sirius,
İlk ve Son İnsanlar), çünkü destansı yapıtlarında insan kavramını sorguluyor. Ursula K. Le Guin (
Mülksüzler,
Cennetin Tornaları), çünkü duygu ve düşünceleri içimde bir yerlere dokunuyor. Kurt Vonnegut Jr. (
Titan'ın Sirenleri,
Otomatik Piyano,
Şampiyonların Kahvaltısı), çünkü bilimkurgu ile ana akım arasındaki ayrım çizgilerini yokeden hınzırca zekâsına hayranım. Philip K. Dick (
Yüksek Şatodaki Adam,
Dökülsün Gözyaşlarım Dedi Polis), çünkü olağanüstü bir kurgucu ve gerçekliği ustaca sorgulamayı biliyor. Ayrıca altın çağın o unutulmaz ustaları: Arthur C. Clarke, Ray Bradbury, Frederick Pohl, C. M. Kornbluth, Theodore Sturgeon, John Wyndham, Robert Sheckley, Fredric Brown, A. E. van Vogt, Robert Heinlein, Alfred Bester, William Tenn, Stanislaw Lem ve daha niceleri... Onların öykü ve romanlarını saymakla bitiremeyiz. Ve tabii unutulmaz Yevgeni Zamyatin (
Biz) ile yüz yılın eskitemediği H. G. Wells (
Zaman Makinesi,
Dünyalar Savaşıyor).
Öykülerinizin bir kısmında tanıdık bilimkurgu temalarına rastlıyoruz. Bir kısmı ise, doğrudan satir ya da hiciv kategorisine giriyor. "Bilimkurgu"nun öteki edebi türlerle alışverişi ve etkileşimi konusunda ne düşünüyorsunuz? Bilimkurgunun başlıca özellikleri arasında belli bir tuhaflık, bir yadırgatıcılık sayılabilir. Çünkü bilimkurgu yazarı olgulara alışılmadık açılardan bakmakta, içinde bulunduğumuz süreçleri dışardan inceleyebilmektedir. Elmadaki tüm kurtlar elmanın içini anlatırken, bir tanesinin çıkıp elmaya dışardan bakmaya cesaret etmesi gibi. Bu aykırı bakış tabii ki o cür'etkâr elma kurdunun dışlanması ve bir daha içeri alınmaması ile sonuçlanacaktır. Ama bilimkurguya geniş bir "tiryakiler" tabanı kazandıran şey, daha çok bir "lezzet" meselesidir. İşte bu yüzdendir ki bilimkurgu meraklıları Jules Verne'in fütüristik romanlarına ve Orwell'in 1984'üne pek itibar etmezler de, Roald Dahl'ın pek azı bilimkurgu olan öykülerine bayılırlar.
Benim bazı öykülerim de belki teknik anlamda bilimkurgu değil, ama "lezzet" açısından bilimkurgu kültürüne seslendiğime inanıyorum. Bilimkurgu ile BK dışı edebiyat (yani ana akım) arasında alışveriş ve etkileşimden yanayım ve bunun giderek yoğunlaşmasını istiyorum. Eskiden BK akımı ile ana akım arasında büyük bir kopukluk vardı. 1930'lerde başlayan bu kopma ve karşılıklı yadsıma her iki akıma da çok şey kaybettirdi. Edebiyatta yarım yüzyıldan fazla süren bu şizofrenik bölünme bir yandan bilimkurguyu marjinalleştirirken, diğer yandan ana akım yazarlarını varsayımlardan, spekülasyonlardan uzaklaştırdı, eserlerini bilimkurgunun fantastik lezzetinden mahrum bıraktı. Artık iki akım arasındaki duvarlar yıkılıyor.
Türk edebiyatını bilimkurguyu besleyebilecek kaynaklar açısından kısaca değerlendirebilir misiniz? Bilimkurguyu besleyebilecek kaynaklar açısından Türk edebiyatının pek zengin olduğu söylenemez. Ama bunu Türkiye'nin yazarları ve has okurları lütfen bir suçlama olarak algılamasınlar, çünkü sorun Türkiye toplumunun günümüz dünyasındaki konumundan kaynaklanıyor. Türkiye insanı bilimsel ve teknolojik gelişimin içinde değil ki... Devrimlerin filiz verdiği bir yerde değiliz. Dünyadan hızla kopan ve paranoid bozukluklar geliştiren bir toplumda yaşıyoruz. Oysa Türk dili gerek ifade zenginliği gerekse akıcılığıyla bilimkurgu yazarlarına büyük olanaklar sağlıyor. Yeter ki dil yasakçılarına kulak asmayalım, Türkçenin artık öz malı olmuş sözcük, kalıp ve kullanımlara pasaport sormayalım. Yeter ki yeni sözcükler ve alışılmadık kullanımlar yaratmaktan çekinmeyelim.
Halen ne üzerinde çalışıyorsunuz? Halen bir senaryo çalışmam var, ama çok başlangıç aşamasında ve bir yere varıp varamayacağını şu anda bilemiyorum. Ayrıca kitap boyutunda içiçe bir masal üzerinde çalışıyorum. Sekiz-on bin yıl sonra yazılan ve kabaca bugünleri anlatan bir sevda masalı bu.
Öykülerinizdeki mizahî ve ironik ton, bazen bilimkurgu türünün kendisini de eleştirmeye kadar varıyor. Bazılarında ise ütopya (ya da anti-ütopya) öğesi ağır basıyor. Değişik öykülerde aslında sık sık değişik 'türler' denediğiniz söylenebilir mi?
Aslında oralarda bilimkurgu türünün değil, bilimkurgu dünyasının içine işlemiş bir ezilmişlik ve hicap duygusunun eleştirisini bulacaksınız. Böyle eleştirilerde sevecenlik dozu yüksek oluyor, çünkü bu mahcup yazarlar fasilesinin içinde ben de varım. Ama kalitesizliğini örtmek için bilimkurguya sığınanlara karşı sevecen değilim kuşkusuz. Uzay operalarına da illet olurum zaten. "Nergisler Kan Kızılı"ndaki senarist Cavit gibilerini öykülerimde feci bir âkıbet bekler hep. Bilimkurgu geleneğinin içinde farklı türleri denemeyi seviyorum. Ütopya/ anti-ütopya ikilemi bunlardan biri. Zıddından soyutlanmış bir ütopya düşünülemez ki zaten. Eşyanın doğasına aykırı olurdu bu. Nerede bir ütopya varsa, orada bir anti-ütopya vardır. Tıpkı nerede bir demokrasi varsa, orada bir diktatörlük olması gibi. İnsan (yani Homo Sapiens) denilen memeli türünün tuhaflıklarını, hem komik hem de hazin buluyorum. İnsan varoluşundaki ironinin büyüleyici mizahını, daha sonra bazı yapıtlarında bilimkurguya yaklaşan ("Hoptirinam", "Yeşil Renkli Namus Gazı"), ama onu ana akımdan ayıran duvarları aşamayan usta yazar Aziz Nesin'in öykülerinden çocuk yaşta öğrendim ve bir daha hiç unutmadım. Yazdıklarım birbirinden çok farklı görünebilir, ama çoğunun konusu ve ilham kaynağı insandır. Son olarak şunu söylemek isterim: Bilimkurgu artık kültürümüze girdi. Bu zenginliği yaşatmak için bizler gibi kırkında ellisinde yazarlar yetmez. Haydi gençler! Yolunuz açık olsun.