Personville şehrine Personville zehri dendiğini ilk kez Butte'da, Koca Şilep barında, Hickey Dewey adlı kızıl saçlı bir bitirimden işitmiştim. Kaşık diyeceği yerde de kazık derdi. Personville'in adına getirdiği yorumu pek umursamamıştım o zamanlar. Daha sonraları, Ş'leriyle Z'le-rini doğru dürüst söyleyebilen insanlardan da aynı şeyi işittim. Gene de bunun anlamsız bir mizah girişiminden öte bir şey olabileceğini aklımdan geçirmedim. Birkaç yıl sonra Personville'e gittiğimde yanıldığımı anladım.
Gardan Herald gazetesine telefon edip Donald Willsson'u istedim, geldiğimi söyledim.
"Bu gece saat onda evime gelebilir misiniz?" Kulağa hoş gelen, içten bir sesi vardı. "Adresim, 2010 Mountain Bulvarı. Broadway arabasına binin, Laurel Caddesi'nde inin, batı yönüne doğru yürüyün, ikinci sokak."
Geleceğimi söyledim. Sonra Great Western Oteli'ne gittim, bavullarımı bırakıp şehre bir göz atmaya çıktım.
Güzel bir şehir değildi. Şehri yapanlar, gösterişli bir yer olsun istemişlerdi. Önceleri başarılı olmuşlardı belki. Ama o zamandan beri, tuğladan bacaları güneydeki kasvetli dağa karşı yükselen haddehanenin sarı dumanı biteviye bir pisliğe boyamıştı her şeyi. Sonuç olarak, madenciliğin kirlettiği, iki çirkin dağ arasındaki çirkin bir vadiye yerleştirilmiş, kırk bin kişilik çirkin bir şehirdi. Bütün bunların üzerinde, haddehane bacalarından çıkmışa benzeyen pis bir gökyüzü yayılıyordu.
Gördüğüm ilk polisin sakalı uzamıştı. İkincisinin leş gibi üniformasından iki düğme eksikti. Üçüncüsü kentin iki ana caddesinin birleştiği yerde, Broadway'le Union Sokağı köşesinde, durmuş trafiği yönetiyordu — ağzının kenarında bir puroyla. Ondan sonra polislere bakmaktan vazgeçtim.
Dokuz otuzda bir Broadway otobüsüne binip Donald Willsson'un dediği gibi yaptım. Çitle çevrili bir bahçe içinde, bir sokak köşesinde bir eve vardım.
Kapıyı açan hizmetçi, Bay Willsson'un evde olmadığını söyledi...