ISBN13 978-605-316-113-4
13x19,5 cm, 168 s.
Liste fiyatı: 204.00 TL
İndirimli fiyatı: 163.20 TL
İndirim oranı: %20
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
Zeynep Sayın diğer kitapları
İmgenin Pornografisi, 2003
AYIN ARMAĞANIAYIN ARMAĞANI
Diğer kampanyalar için
 
Ölüm Terbiyesi
Yayıma Hazırlayan: Semih Sökmen
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Ocak 2018
4. Basım: Ocak 2021

Zeynep Sayın Ölüm Terbiyesi için şunu söylüyor: “Bu kitabı yazmış olmamın nedeni, mezarı esirgenen, mezarına saldırılan ölülere yapılan kabalığa, üstüne silgi çekilen tarihe, uzun (aynı zamanda İslami) bir geleneğin bilinçaltıyla yanıt vermeyi, unutulmuş bir nezaket ve ölüm terbiyesini hatırlatmak istemiş olmamdır."

Zeynep Sayın imgeler üzerinden bu geleneğin izinin sürülebileceğini, başka tür bir insan topluluğuna duyulan umut ve özlemlerin tarihsel zaman içinde günümüze kadar geldiğini düşünüyor:

"Baş/sız ve başkan/sız, hüküm/süz ve hükümran/sız bir sarsılmaya teslim olanların, başsızların bir araya geldiğinde oluşturduğu bir cemaat mitosu. Yolda Buda ile karşılaşırsan, Buda’yı öldür diyen öğreti gibi, hiçbir tanrıya, hiçbir öndere, hiçbir akla, hiçbir puta tapmayan, bu dünyayı bir yukarıdakine, bir ötesine teslim ederek varoluşu içinde değersiz kılmayan bir mitos...

"Kıyametin kopması aslında insanlığın doğrulmasına, uyur iken uyanmasına, uyur iken uyarılmasına, isyan etmesine bağlıdır. İsyan eden, bu dünyayı ve ahireti temellük ve temsil etmeyi bırakacak, tığ-ı teber şah-ı merdan olacaktır. Hiçbir kusur, mülkiyetçilik kadar kötü değildir ve bu mülke, en başta kişinin kendi başı ve kimliği dahildir.”

Zeynep Sayın’ın imgelerin tarihselliği ve ölüm ile ilişkisi üzerine araştırmalarının uzun bir geçmişi var. 2003 yılında Metis’te İmgenin Pornografisi kitabını yayımlamıştık. Bu iki kitap birlikte, yazarın sıradışı düşünceleri için değerli bir kaynak oluşturuyor.

OKUMA PARÇASI

Giriş bölümünden, s. 9-11

Vilcabamba’da bu kitabı yazmamın üstünden bir sene geçti. Sonra annem öldü. Yatıyordu, nefesi kötüleşti, ayaklarından kan çekildi, terledi, elini tutmama tepki vermedi. Son nefesini verdiğinde hâlâ sıcaktı. Evdekiler çenesini bağladılar, karşı çıktım. Her zaman güzel bir kadındı, bırakın güzel kalsın. Gereği yoktu, ama dinlemediler. Mum yaktılar. Karnına bıçak koydular, kapıya ayakkabılarını. Geleneklerin bir bildiği vardır, karışmadım.

Annemin yatağına annem değil, bir ceset uzanmıştı. Kendi değil, başkasıydı. Canlı değil cansızdı. Ölüm değil ölüydü. Çenesindeki beze söylene söylene fotoğrafını çektim. Ona rağmen güzeldi. Tuhaf olan şuydu ki artık annem değildi. İnsanlararası ilişkiye girebilecek durumda da değildi, ceset olan annem artık insan değildi. Yine de annem olan kadının dönüştüğü ceset olarak –yaşamış ve ölmüş olan her insanın cesedi gibi– haysiyeti vardı, bundan şüphemiz yoktu. Ona sarıldık, öptük, şarkılarla uğurladık, çiçeklerle gömdük.

Ölüm, insanı kendisinden alıp götürür. Ölü, artık insan değildir. Ayrım çizgisi, insana dair bütün diğer ayrımların öncesinde ve ötesinde olan ayrım çizgisi, hayvanla insan arasında değil (çünkü hayvan da hayy’dan, hayat ile aynı kökten gelir: hayvan, hayattadır) cesetle insan arasındadır: Ceset insan olmadığı için ayna evresi (Lacan) aslında aynada kendi imgemizi gördüğümüz, kendimizi bir imge olarak üretebileceğimizi keşfettiğimiz, kendimiz

Devamını görmek için bkz.
ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER

Emek Erez, "Ölüm ahlâkına davet", Gazete Duvar, 25 Ocak 2018

Son yıllarda yaşama dair olan her şeyin daha fazla zarar gördüğünü söyleyebiliriz. Yaşamın zarar gördüğü yerde ölümün zarar görmesi, ölüye yüklenen anlamın değişmesi normal elbette. Ölünün mezar hakkı bile tartışma konusu olabiliyorsa, ölüme dair sürecin, bilindik anlamda bir yas dönemi olamaması kaçınılmaz. Hele ki konu egemenin dışında kalanın ölüsü ise. Devlet kendi sınırlarında tanımlayamadığının yaşamını her alanda nasıl gasp ediliyorsa, “ötekileştirilmiş” olanın ölüsünü de değersizleştirmeye çalışacak, yeri geldiğinde mezar taşını bile elinden almaktan çekinmeyecektir. Dünyanın yeni tanık olduğu bir durum da değil bu geçmişe baktığımızda, “kimliklendirilmiş” ölülere, gaz odalarında, toplama kamplarında, toplu mezarlarda çokça rastlıyoruz.

İnsan türü geçmişinin belleğini bugüne taşıyabilseydi bir şeyler belki değişirdi diye düşünmek istesem de, içerisinde bulunduğumuz durum, devamlı savaş, “başk”aya dair her türlü ayrımcı politika, nefret, maalesef sadece bunun yeterli olmayacağını söylüyor. Dünyanın ve insan türünün içerisinde bulunduğu durum büyük bir ceset imgesinde vücut bulurken, “öteki” olarak kurulmuş halkların hakları, yalnızca yaşarken değil, öldüğünde de gasp edilmeye devam ediyor.

Ölüm Terbiyesi

Bunlardan bahsetme sebebim Zeynep Sayın’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan Ölüm Terbiyesi adlı kitabı, metin ölüme dair “ahlâkın” nasıl bi...

Devamını görmek için bkz.

Halim Şafak, "Ölüm Terbiyesi", bireylikler 79. sayı, Mart 2018

Felsefenin, dinin, antropolojinin ve daha başka disiplinlerin ölüm ve öldürme dışında tam bir ikilemle hatta iki yüzlülükle tartışma konusu ettiği başka bir şey daha vardır ki o da doğrudan ölünün/ölenin/öldürülenin kendisidir yani ölenin ya da öldürenin/öldürülenin cesedi ya da “leşi”dir. İkilem dememiz de bu ceset ya da “leş” olmayla ilgilidir. Bu noktada özellikle dinlerin pratikte ikilem içinde olduğunu ve bunun tarih boyunca ağır bir çatışma olarak yaşandığını ve sonuçlarının her zaman ağır ve vahim olduğunu söylemek mümkündür. Baştan beri ölene/öldürülene dönük onu koruyan/ kollayan/gözeten bir kutsallık söz konusu ise de bunun hem de tarihte hem de bugün aynı şekilde sürdüğünü/ sürdürüldüğünü pratiğe yapılıp edilene ve yazılıp söylenene bakarak iddia etmek zordur hatta imkânsızdır. Ölenin/öldürenin/öldürülenin baştan beri iki yanlı ve birbirinin zıddı bir muameleye uğradığı ve verili dünyanın bu temelde oluşturulduğu söylenebilir.

Bu dediğimizin baştan beri hem tanrı hem de din meselesinin ortak bir sorunu olduğu ve egemen olanın ya da otoritenin bu noktada şiddete başvurmaktan hiç çekinmediği bunu tanrı ya da dinle açıkladığı ölen ve öldürülene bu temelde son bir muamele yaptığı ve başta sözünü ettiğimiz ikilemin de burdan kaynaklandığını yazabiliriz. Tabii bu tartışmada insan olmayan canlılar ayrım yapmaktan imtina eden birkaç düşünce ve dar bir kesim dışında doğrudan”...

Devamını görmek için bkz.

Mustafa Günay, "Bir imgebilimcinin incelikli eleştirileri", İnsancıl Dergisi, Sayı: 335, Haziran 2018

Yakın bir tarihte kaybettiğimiz değerli felsefeci Prof. Dr. Ömer Naci Soykan, “Felsefe Hayata Ne Yapar” adlı yazısına şöyle başlar: “Hayat, her şeyi içine alabilen bir kavram; hatta ölüm bile hayattan sorulur. Ölümü hayat açısından bakarak anlamlandırmaya çalışırız.” Ben de bir yazımda yaşadığımız zamanda, “şiddet ve ölüm kültürü”nün egemenliğini dile getirmeye çalışmıştım. Gerçekten de son yıllarda en çok karşılaştığımız ve düşündüğümüz olayların başında “ölüm” gelmektedir. Ölüm Terbiyesi adlı yeni kitabında Zeynep Sayın da “ölüm”e odaklanarak tarihi, insanı ve yaşamı ele alıyor.

Yaşamın ve Ölümün Siyasallaşması Sorunu

“Ölüm, insanı kendisinden alıp götürür.”(s.9) diyen ve ölümün ceset ve insan arasında bir ayrım çizgisi olduğunu söyleyen Sayın’a göre, “İnsanlık tarihi, insanlığın ötekisinin, cesedin de tarihidir. İmge üretimi tarihi, insanın iki ayağı üzerine basmasından beri artık ayağa kalkamayan cesede bakmasının tarihidir.”(s.10) Bu bağlamda Antik Yunan tragedyalarından, Osmanlı tarihinden ve dünya tarihinden de etkileyici örnekler veren Sayın, tehlikeli bir siyasallaşmanın altını çizer: “Memleketimde sadece yaşam değil, ölüm de siyasallaşmıştır.”(s.12) Sayın yaşamı ve ölümü siyasallaştıranların aynı zamanda memleketi işgal etmiş olduklarına da dikkat çeker. Onun kitabı aynı zamanda unutturulmak ve izleri s...

Devamını görmek için bkz.

Arman Tekin, "'Ölüm Terbiyesi' Hakkında", gorgondergisi.org, 22 Ekim 2018

Ölüm, yaşam döngüsü içinde kaçınılmazımız olan bir olgu ve bir o kadar da bizden bir gerçek. Yadsıyanların beyhude dahi olsa bir çabaya giriştiği ama yadsımayan ve durumu kabullenenlerin ise buna göre belli bir yaşam sürmesinde doğrudan ve dolaylı etkilenmesinde rol oynayan ölümü irdeliyor yazar. Öyle ki “ölümü” birçok açıdan değerlendirmesi yanında, etimolojik açıdan bildiğimizi düşündüğümüz tüm kelimelerin altında çok önemli ayrıntıların gizli olduğunu gösteriyor. “Hayvan” ile “hayat”, “mezar” ile “ziyaret” ve “hicret” ile “muhacir” gibi aynı kelime kökünden gelen ve adventure (macera), architecture (mimarlık) ve anarşi (anarche) gibi kendi içinde belli bir doğrultuda birleşerek/birleştirilerek oluşmuş birçok kelimeyi bu minvalde örnek verebiliriz. Kendisini herhangi bir aidiyet noktasında görmeyen birçok grup ve oluşum üzerinden ölümün ve yaşam-ölüm dengesi içinde baş/başta olma arzusu yazıda dile getiriliyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminden günümüz Türkiye’sine kadar olan süreçte toplumun geçirmiş olduğu süreci de birçok kavram ve kullanım üzerinden irdelemiştir. Örnek vermek gerekirse “mülk” kavramı bazı gruplar tarafından bir “hiç” olarak görülmesine rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun bunu önemsediği gibi kendisini “mülk-ü devlet” olarak tanımlaması ve günümüzde ise devletin mülkü yazarın tabiri ile ülkemizin yerli bitki örtüsü TOKİ olmuştur. Belirli bir otoriteye karşı olan...

Devamını görmek için bkz.
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X