ISBN13 978-605-316-113-4
13x19,5 cm, 168 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
İmgenin Pornografisi, 2003
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Mustafa Günay, "Bir imgebilimcinin incelikli eleştirileri", İnsancıl Dergisi, Sayı: 335, Haziran 2018

Yakın bir tarihte kaybettiğimiz değerli felsefeci Prof. Dr. Ömer Naci Soykan, “Felsefe Hayata Ne Yapar” adlı yazısına şöyle başlar: “Hayat, her şeyi içine alabilen bir kavram; hatta ölüm bile hayattan sorulur. Ölümü hayat açısından bakarak anlamlandırmaya çalışırız.” Ben de bir yazımda yaşadığımız zamanda, “şiddet ve ölüm kültürü”nün egemenliğini dile getirmeye çalışmıştım. Gerçekten de son yıllarda en çok karşılaştığımız ve düşündüğümüz olayların başında “ölüm” gelmektedir. Ölüm Terbiyesi adlı yeni kitabında Zeynep Sayın da “ölüm”e odaklanarak tarihi, insanı ve yaşamı ele alıyor.

Yaşamın ve Ölümün Siyasallaşması Sorunu

“Ölüm, insanı kendisinden alıp götürür.”(s.9) diyen ve ölümün ceset ve insan arasında bir ayrım çizgisi olduğunu söyleyen Sayın’a göre, “İnsanlık tarihi, insanlığın ötekisinin, cesedin de tarihidir. İmge üretimi tarihi, insanın iki ayağı üzerine basmasından beri artık ayağa kalkamayan cesede bakmasının tarihidir.”(s.10) Bu bağlamda Antik Yunan tragedyalarından, Osmanlı tarihinden ve dünya tarihinden de etkileyici örnekler veren Sayın, tehlikeli bir siyasallaşmanın altını çizer: “Memleketimde sadece yaşam değil, ölüm de siyasallaşmıştır.”(s.12) Sayın yaşamı ve ölümü siyasallaştıranların aynı zamanda memleketi işgal etmiş olduklarına da dikkat çeker. Onun kitabı aynı zamanda unutturulmak ve izleri silinmek istenenleri bir hatırlatma ve belleğimizde yaşatma işlevi ve anlamı da taşır. Afrika’dan verilen örnek oldukça çarpıcıdır: “Unutturma, bilinçaltı politikasıdır. Kongo’nun demokratik yolla seçilmiş ilk başkanı olan Lumumba, 1961’de Belçika ordusu tarafından öldürülmüş, izi kalmasın diye asit küvetine atılarak eritilmiştir. Lumumba’yla beraber bir şahsiyetin değil, bütün bir kıtanın, Afrika’nın katledildiğini söyler Jean-Paul Sartre. Umulan medet, Afrika’daki özgürlük hareketine dair hatıralar bütününü silmektir. Asitte eritilmek istenen, Lumumba’nın imgesiyle beraber direnişin belleği ve bu belleğin oluşturduğu ortak bilinçaltıdır.”(s.13)

Sayın, başka ülkelerden başka çağlardan örnekler verilebileceğinin farkında olduğunu ama kendi yaşamına tanıklık eden, muhtemelen ölümünün de şahidi olacak olan ülkenin Türkiye olacağı düşüncesinden hareketle şunları söyler: “Bu kitabı bu nedenle memleketimin noksanlığını çektiği (kanımca en önemli) şey üzerine, imge ve ölüm ahlakı diyebileceğim terbiye üzerine yazdım. Ölüm, insanın sınırıdır.”(s. 14) Sayın, imgenin insanın sınırı olduğunu söyler ve söz konusu imgenin “ölümün içinde ölüm olmayan uzaklığı bugüne taşıyan yakınlık” olduğunu belirtir. “Diyalektik olmasının (Benjamin), cesede benzemesinin (Blanchot), tekinsiz olmasının (Freud) nedeni budur. Bu kitabı (…)yazmış olmamın nedeni, mezarı esirgenen, mezarına saldırılan ölülere yapılan kabalığa, üstüne silgi çekilen tarihe, uzun (aynı zamanda İslami) bir geleneğin bilinçaltıyla yanıt vermeyi, unutulmuş bir nezaket ve ölüm terbiyesini hatırlatmak istemiş olmamdır.”(s.15)

Gömülmekten mahrum bırakılan kardeşinin cesedini diri diri mezara gömülmeyi göze alarak gömmeye giden Antigone’in tragedya izleğinin, yüzyılımızda memleketimizde tekrar ettiğini ve yaşam bir yana, ölümün haysiyetinin de zedelendiğini vurgulan Sayın’a göre, “Kimlik siyasetiyle kimliklendirmenin, ölene bir kimlik vermenin, onurlandırmanın sözcüğüdür “şehit”.”(s.50)

“Yaşamın ve ölümün siyasallaşması, hangi yaşamın yaşanmaya değer, hangisinin değmediği tartışması muhtemelen Ebusuud Efendi ile başlamıştır.”(s.49) diyen Sayın, “din ile devlet arasındaki ittifakı devlet lehine çevirerek devletin simgesel babası uğruna tanıklık sözcüğünü heba etmek anlamına gelir” derken devletin yaptığı “ölüm ayrımcılığı”nı vurgular ve memleketimizde tanrının siyasallaşması ile ölümün siyasallaşmasının bizatihi aynı süreç olduğunu belirtir.(s.137)

Sayın, totaliter toplum projeleri arasında tarihsel benzerlikler kurar. “Nasyonal-sosyalizm, Yunan’la başlayan Avrupa tarihini Almanlık’a tamamlamak ve sonlandırmak arzusunda. Dolayısıyla kendini ele veren bir okuma: kurmaca bir Osmanlı’nın geçmişte yarım bıraktığını taklit ederek tamamlamak ve sonlandırmak isteyen bir Türkiye.”(s.34)

Totaliter toplum projesinin kentlerdeki ve mimarlıktaki bazı görünümleri

İnsan yüzünün bireysel özlerin ifadesi olması gibi mimarlığın da toplumsal özlerin ifadesi olduğuna dikkat çeken Sayın bu konuda bazı örnekler verir. “Topçu Kışlası, Selatin Camii, Kanal İstanbul gibi her birinden simgesel anlamlar taşan, Osmanlıca medeniyet, mutluluk, mamurluk anlamındaki umran’dan gelen “mimarlık” eseri olarak düşünülmesi imkansız, keza Yunanlılara göre bir bilgi kavramı ve her türlü imalatın zeminini oluşturan aşinalık (techne) demek olduğu için arche-techne sözcüğünü kullanmanın da zor olduğu “mitolojik-ideolojik” inşaat yapıtları… Devlet yapıtı ve toplum mimarlığı, sıfırlanmış bir bellekle, talan edici bir bilinçaltı politikasıyla ve (varlık-unutkanlığı gibi) yeni bir unutkanlık oluşturan kentlerle işe başlar.”(s.34-35) Muhafazakarlığın, geleneğin muhafaza edilmesine değil, katledilmesine bağlı olduğunu söyleyen Sayın’a göre, “Yeni Osmanlıcılık, asla olmamış bir şeyi tekrar etmekte, asla olmamış olan bir geçmişin mimarlığını yapmaktadır.”(s.113)

Sayın, Osmanlı’dan günümüze kadar “dini devletleştiren, devleti dinleştiren bir anlayışı” ele alır. “Hatırlamak gerekir ki, medreseleri kuran, büyük camileri inşa eden, ahlakın zabıtalığını yapan, din adına istediği sansürü uygulayan bir devlettir aynı zamanda Osmanlı. Bu dünyayı ve dini, devlet için kayıtsızca haklı çıkarmanın, günümüz iktidarının şehvetle özendiği ve öykündüğü halidir bu.”(s. 40-41)

Totaliter toplum projesinin kentlerde ve mimarlıkta bazı görünümlerine ilişkin olarak Sayın’ın işaret ettiği bazı örnekler yaşanan toplumsal-siyasal değişimin niteliğini de gösterir: “Atatürk Orman Çiftliği’ndeki neoklasik “saray”, geçmiş zaman travmasına yol açmaya hazır ve nazır, Çavuşesku’nun neobarok ve neoklasik mimarisiyle yarışacak gibi görünüyor. Çamlıca Camii’nde de büyüklük önemli bir kategoridir. Kentin tepesinin üstünde, siyaset ile politika sözcükleri arasındaki farkı, siyasetin seyislikten ve tımardan geldiğini hatırlatan panoptik gözetim camii.(…) Tarih, belleği olan bir dizgedir ve fantazmatik cumhuriyet simgeselliğinin sıfırlanması gerekir. Taksim Meydanı, Gezi Parkı ve Beyoğlu, kenti, kent düşüncesini yok etmiş mekanlara dönüşmelidir. Kenti ikiye ayıragelmiş olan Boğaz, bellek taşıyıcısı olduğu için Kanal İstanbul ile çifte katlanmalı, biricikliği elinden alınmalı, yeni bir tarihe yelken açmalıdır. Kanal İstanbul, geçmişin yükünden, bellek taşıyıcısı saraylardan, erguvanlardan, yalılardan sıyrılmalıdır. Geçen sonbaharları bir bir hatırlayacak ihtiyarları kalmamıştır Kanlıca’nın.”(s.114)

Kentsel dönüşümün bir bellek dönüşümü olduğunu vurgulayan Sayın, dinsel ideoloji ile kapitalizmin birbirine eklemlenmesiyle sürdürülen projeleri şöyle değerlendirir: “TOKİ, ülkemizin yerli bitki örtüsüdür. Oysa kazıbilim, imgebilim ve tarihbilimi göstermiştir ki her şeyin bir eskisi vardır. Her şeyin altında hep bir alt katman daha olacaktır. Baş yoktur. İlk yoktur. Başkanlık, kendi başlangıcı dışındaki katmanların, yeryüzünün ve belleğin izini süpürmek istemektedir. Diyalektik imge yerine kendi geleceğinin katmansız temsili. Yeni Osmanlıcılığın geleceğe çıkış noktası, yarım bırakılmış bir Osmanlı değil, sıfırdan icat edilen Sahte Osmanlı ile vahşi sermayeciliğin sünni simgeselliğidir. Belirli bir siyaset yerine “siyasetin kendisi”, “siyasetin hakikati” olarak ortaya çıkan bu yeni tür vakavünislik, büyük imha mekanizması.”(s.115)

Gerçek ahlakının tanrıyı, ölümü ve yaşamı simgeselliğin kiriyle kirletmediğini, metafizik bir boyuta taşımayıp sadece boşlukta bıraktığını söyleyen Sayın’a göre, “Ölümün imgesi yoktur. Simgesellik tarafından çevrelense de sesi, sözü yoktur, dilsizdir. Yas tutanlar ve arada kalanlar, yalnızca tanıklardır. Tanıklar ölenler değil, kalanlardır.”(s.86) Bu bağlamda kötülük karşında nasıl bir duruş gerekir? “Simgesel düzen ve devlet ölümü siyasallaştırmıştır. Mesele, simgeselliğin dilinde saklı ve insanı kısır bir boyun eğişe zorlayan imgeler ile kurtuluşa sevk eden, gerçek ahlakına dayalı imgeler arasında seçim yapabilme meselesidir. Ayrım doğruyla yanlış, yalanla hakikat arasında değil, incelik ve kabalık arasındadır. İncelik ve nezaket, iyiliği her zaman beraberinde getirir.”(s.157-158)

Ölüme odaklanan bu çalışmasında mitoloji ve kültür tarihiyle birlikte ülkemizin ve dünyamızın tarihinden verdiği örneklerle ele aldığı sorunun kökenlerini, derinliğini ve çözümünün zorluğunu ortaya koyan Sayın’ın inceliğe ilişkin vurgulamaları ve yaklaşımında/söyleminde kendini gösteren ince duyarlılık da ayrıca önem taşıyor. Tarihsel ve kültürel bir perspektifle yaşadığımız/öldüğümüz ve öldürüldüğümüz son yıllara odaklanan bu kitabıyla Sayın, eleştirel bir düşünce penceresi açarak kirlenmiş yaşama dünyamıza biraz olsun temiz hava girmesine vesile olmuştur.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X