Haluk Kalafat, "Bir Güzel Kelime; Müştereklerimiz", biamag, 20 Haziran 2015
Babam şişelenmiş ilk içme suyunu almak zorunda kaldığında “Yakında aldığımız nefesi de satacaklar” diye söylenmişti. Unutulacak bir an değildi benim için çünkü hemen çocuk aklım nefesi nasıl ücretlendireceklerine dair bilimkurgu fanteziler geliştirmeye dalmıştım. Çocuk aklı diyorum ya suyun şişelenmiş olmasının dehşet bir şey olduğunun farkında değildim. Muhtemelen babam suyu çeşmeden içmeye başladığında benim yaşlarımdaydı, muhtemelen o zaman bunu “büyük bir hizmet” olarak görmüştü. Aynı tarihlerde dedemin çeşmeden akan su için gelen faturaya anlamaz gözlerle baktığına eminim.
Üç nesil boyunca bizim “bilmeden bildiğimiz” şuydu: Aslında su bu gezegendeki tüm canlıların müştereği. Ne dedem, ne babam ne de ben böyle güzel formüle edemezdik; ancak itiraf edeyim en yakın tanımı kesin dedem yapmıştır. Su faturasına bakıp “Allahın suyuna para mı vereceğiz” diye söylenmiş olduğuna adım gibi eminim.
***
Twitter’da bir süredir hergün #BazıKelimelerÇokGüzel hashtag’iyle “bugünün güzel kelimesi” paylaşılıyor. Bu yazıyı yazdığım günün kelimesi "cihannümâ" idi.
Lûgat365 kullanıcısı “cihannümâ”yı şöyle tanımlamıştı: “Binaların en üst katında bulunan, her tarafı gören çatı katı, teras veya taraça. Ayrıca dünya haritası manasında da kullanılır. Dilimize Farsçadan geçmiştir. Dünya manasındaki cihan kelimesinin görünmek manasındaki nümâ kelimesiyle birleşiminden oluşmuştur.”
Müştereğimiz twitter’da müştereğimiz dillerin güzel örneklerini paylaşıyor Lûgat365, tıpkı gezegenin su kaynakları gibi kelimeleri kullanarak yaşatıp korumaya çalışıyor.
#BazıKelimelerÇokGüzel’den ödünç alarak yazayım #buyazınıngüzel kelimesi “Müşterek”.
“Ortak; Birlikte; Ortaklaşa, el birliğiyle yapılan veya hazırlanan” anlamına geliyor.
Lügat açıklaması bu. Bir de Jay Walljasper’ın tanımına bakalım; çünkü bu yazı onun yazdığı (ve derlediği) Müştereklerimiz – Paylaştığımız Her Şey adlı kitap dolayısıyla yazıldı.
Şöyle diyor Walljasper: “Müşterek eski bir kelime ama çoğul haliyle yeni bir anlam kazandı, 'paylaştıklarımız' demek – ve daha aklı başında, güvenli, eğlenceli bir gelecek umudumuzu tazeliyor.”
Çoğul eki önemli. Böylece paylaştıklarımız temiz havadan tutun yaban hayatına, hukuk sisteminden internete kadar geniş bir varlık kümesini kapsar hale geliyor.
Su kaynakları ilk akla gelen oluyor. Zaten benim de şişelenen su ile başlamam bu ezbercilikten kaynaklı. İnternete kadar uzandığında twitter’daki paylaşımların paylaştıklarımız olduğu yani müştereklerimiz olduğunu söylemek gerek; yani cihannümâ paylaşımı ve onunla birlikte üretilen tüm bilgi de müştereklerimizden. Kullanmayı bilmediğimiz tüm diller de müştereklerimizden olduğu için bu yaklaşımı sahiplenen herhangi bir birey için “öteki”nin dili diye bir tanım yok; ya da “öteki”nin kültürü… O halde her dili, her kültürü kendimizcesine sahiplenmek, ortaklaşmak, korumaktan daha tabii bir anlayış olamaz.
Jay Walljasper kitapta çok güzel (ve abes) bir örnek veriyor:
“Daha abes bir başka örnek de yoga ile ilgili. Bu manevi pratiğin yüzyıllardır devam eden evrim sürecinde, ne zaman yeni bir yoga duruşu veya tekniği geliştirilse, herkes bundan faydalansın diye otomatikman geleneğin bünyesine dahil edilmiştir Ancak bir gün Beverly Hills’te faaliyet gösteren Bikram Choudhury diye bir Hintli, nicedir kullanılan belli başlı hatha yoga duruş ve hareketlerini 1978’de sanki bunlar kendi icadıymış gibi, Bikram Yoga adıyla tescillettirmeye başladı ve şimdi de bu teknikleri öğreten diğer yoğa stüdyolarını dava açmakla tehdit ediyor. İşin iyi tarafı, dünyanın dört bir yanından onlarca insan müştereklerine sahip çıkıyor.”
Bir başka örnek Jonathan Rowe’un kaleme aldığı ve kitapta yer bulan makaleden.
Şöyle yazıyor Rowe: “Karım, Batılı uzmanların ‘gelişmekte olan’ dediği bir ülkede büyümüş; köyündeki toplumsal hayat büyük ölçüde bir mango ağacının etrafında dönüyormuş. Akşamları köy halkı hikayeler anlatmak için ağacın başında toplanırmış. Karımın en sıcak çocukluk anılarından bazıları, büyükler tismis, yani dedikodu yapıp çene çalarken geceyarılarına kadar saklambaç oynamak üzerine.
“Ağaç sadece bir toplanma yeri değilmiş. Kelimenin kökensel –ve ihmal edilen- anlamıyla iktisadi bir varlıkmış. Komşuların yakınlaşmasını sağlıyor, aynı zamanda enformasyon ağı, çocuklar için faaliyet merkezi ve kuşaklar arasında köprü vazifesi görüyormuş.”
Buradan hareketle ünlü cümleyi kullanma fırsatı yakalamış oldum: “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı?”
Metis Yayınları, Müştereklerimiz'in kapağında Gezi Direnişi sırasında imece usulü yapılan temizlik anından bir anın fotoğrafını kullanmış; bu bir tesadüf değil. Ayrıca "yazarın izniyle" notuyla "Müşterekler Türkiye'de Mücadelenin Odağında" bir de bölüm eklemiş. Bu bölümde Bengi Akbulut, Füsun Ertuğ, Umut Kocagöz, Akgün İlhan, Olcay Bingöl, Haluk Tekeli, Cihan Uzunçarşılı Baysal ve Begüm Özden Fırat'ın makaleleri yer alıyor.
Bu ülkede nasıl oldu da Gezi Direnişi gibi bir “orada durun bakalım” hareketi oluşabildiğini bir türlü anlayamayanlar ya da anlamak istemeyenler Müştereklerimiz'i okusun.
Meselenin bir ağaç olsa da bir ağacın kendi başına zaten değerinin ölçülemeyeceğini, ama zaten ağacın bir ağaçtan çok daha fazla anlamı olduğunu bilenler de tabii…