Dolmuşta, yine... s. 11-12
Bu kitabın çıkış noktası olan soruların doğum yeri ve tarihi en ince ayrıntısına kadar belli: İstanbul, Taksim, AKM önündeki Bostancı dolmuş durağı, 15 Ocak 2014, tam gece yarısı, Reha Erdem’in Şarkı Söyleyen Kadınlar (2013) filminin ön gösteriminden hemen sonra.
Dolmuşa binerken geçmiş ile geleceğin bir anlığına buluştuğu Janus yüzlü eşik hallerinden birini yaşıyorum: Vesikalı Şehir (Çiçekoğlu 2007) kitabına önsöz olan öbür dolmuş yolculuğunu hatırlıyorum ve kendimi o günden bu yana hem İstanbul’da, hem de İstanbul’u anlatan filmlerde nelerin değiştiğini düşünürken buluyorum.
İstanbul yedi yıl önceki İstanbul değil artık. 2013 Gezi direnişi ile isyanı tanıdı. Direniş günlerinde dev bir afiş panosuna dönüşen AKM’nin şimdi bir polis karakolu olması, İstanbul’un yeni kimliğini yok etmiyor, tam tersine onu sürekli hatırlatan bir işarete dönüşüyor. İstanbul “Asi Şehirler” arasındaki yerini aldı.
"Vesikalı Şehir" kitabını yine bir Reha Erdem filmi olan Korkuyorum Anne (2004) ile bitirirken demiştim ki: “Sinemada yeni bir İstanbul imgesi inşa etmenin zamanı gelmiştir belki de, kim bilir? Erkekleri alışılmış gramerin dışına çıkaran ve farklı İstanbul’ları anlatan Korkuyorum Anne bize yeni bir kapı açıyor. Bu kapıdan geçtiğimizde ne bulacağımızı henüz bilemesek de.”
İstanbul’un sinemasal suretinde kadın cinselliğinin ikiye bölünmüş (bakire/fahişe) kimlik hallerine baktığım o kitap da yine bir dolmuş yolculuğuyla başlamıştı.
2006’nın Mart ayı sonlarında, soğuk bir gece yarısı yine AKM önünden başlayan o dolmuş yolculuğunda arka koltuğa sıralanmış oturan dört kadındık: İkisinin dizleri köşeli, biri hep pencereden bakan, öbürü ben. Ön koltuklardaki erkek yolcuların ve şoförün verdiği geriye itilmişlik duygusu, sokakta gece gezen kadını fahişe diye damgalamaya hazır bir şehrin filmlerine bakmaya yöneltmişti beni. İstanbul filmlerindeki fahişe imgesinin izini sürebilmek için 1920’ lere ve dünya sinemasına, geriye doğru bir yolculuk yapmam gerekmişti.
Bu seferki dolmuş yolculuğu, uyur-uyanık, sarhoş-ayık kıtalararası bir eşik deneyimi olan o önceki dolmuş yolculuğuna hem çok benzer, hem alabildiğine farklı. Yine şehri ve filmleri düşünüyorum, ama hem ben o eski ben değilim, hem de şehir sakinlerinin kendilerine ve şehre dair algıları değişti. Şehirdeki yaşama alanım gasp edildiği için ben yedi yıl öncesine göre daha öfkeliyim; İstanbul ise artık bu öfkeyi kolektif olarak ifade edebilen, “Ağacıma dokunma!” diyebilen bir şehir. Direniş sürecinde kadınların öne çıktığı, LGBTİ’ nin artık daha fazla görünür ve saygı görür olduğu, toplumsal hafızamıza “Yasak ne ayol!” gibi, “Faşizme karşı bacak omuza gibi!” gibi unutulmaz sloganların katıldığı bir şehir. Hayır diyebilen, isyan edebilen bir şehir.
Bu değişimin emareleri İstanbul filmlerinde var mıydı? Bu filmler şehirde 2013 Haziran ayında yaşanacak patlamanın işaretlerini vermişler miydi? Mesela, Korkuyorum Anne ile Şarkı Söyleyen Kadınlar’ı yan yana koyup, şehre dair ipuçları açısından “iki film arasındaki farkları bulun” türü bir oyun gibi sorabilir miyiz sorularımızı?
İşte Şehrin İtirazı böyle ortaya çıktı.