Emine Uçar İlbuğa, "Kendi Dünyasını Yaratan Sanat", Birgün Kitap Eki, 7 Kasım 2014
Sinema izleme deneyim ve pratiklerinin giderek değişime uğramakta olduğu günümüzde, Frampton kitabında “sinema ile gerçeklik arasındaki kavramsal bağı” sorgulamayı dener ve “sinemanın istediği her sahne ve nesneyi bilinçli olarak öne çıkarabilme özgürlüğü ile aslında kendi dünyasını yarattığını” belirtir. Bu haliyle film kuramlarındaki en temel tartışmalardan biri olan “film gerçekliğin bir kopyası mıdır ya da sinema yeni bir gerçeklik midir?” tartışmasına yeniden dönülür. Frampton’a göre, bu sorunun yanıtı açıktır: Film kendi gerçekliğini yaratır ve bu yeni gerçeklik bazen bizim gerçekliğimizle benzerlik taşısa da aslında öznellik ve nesnelliğe dair kendi biçimsel sorunlarını yaratır.
Film ve gerçeklik
Dolayısıyla film bir dünya ile etkileşimi canlandırarak anlatır ve bizlerin dünyayla etkileşimimizi kavramamız bakımından bizim için bir ayna rolü üstlenir, ancak gerçeklikten öte, film-dünya düşünülüp, tasarlanmış bir dünyadır. Öyleyse yazarın sinemayı yepyeni tarzda ve bugüne kadar okuma biçimlerinden farklı olarak anlamak için yazdığı filmozofi, filmi bir düşünme biçimi olarak ele alır. Çünkü yazarın ifadesiyle, sinemada hem güvenilir olmayan anlatıcı hem de öznel olmayan bakış açısına dayalı çekimler giderek yaygınlaşmakta ve her şeyi sanal olarak göstermenin dijital olarak mümkün olduğu bir süreç söz konusudur.
Böylece filmozofi, düşünmenin filmin karakteri, olay örgüsü ya da diyalogu ile ilişkilendirilmekten öte, filmin kendisine has bir düşünce olduğunu söylemektedir.
Felsefenin filmi-filmin felsefesi
Daniel Frampton, felsefecilerin filmin belli bölümlerinden yararlanarak felsefenin klasik sorunlarını aydınlatmak üzere filmden faydalanma yolunu gittiklerini, buna karşın film içinde hangi felsefi problemin yattığını fark edemediklerini söyler. Filmler salt diyalog ve öyküden ibaret değildirler aksine daha fazlasını içinde barındırırlar. Bu nedenle felsefeyi filme uyarlamaktan çok filmi felsefi bir şekilde ele almak gerekmektedir, çünkü filmin kendisi çok daha felsefidir.
Kitabın yapısı
Filmozofi kitabı iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım film-zihinler, film-varlıklar, film fenomenolojisi ve filmin yeni zihinleri olmak üzere dört, ikinci kısım ise; film-zihin, film- anlatı, film-düşünme, seyirci, film yazısı ve filmozofi olmak üzere altı başlıktan oluşmaktadır.
Dünyayı filmlerle düşünmek
Birinci kısmın ilk başlığı film-zihinler de yazar daha önceki sinema çalışmalarından örneklerle günümüzde dünyayı gerçekten anlamak için filmin kendine özgü bir düşünme biçimine sahip olduğunun kabul edilmesi gerektiğini söyler. Film-varlıklar başlığı altında ise, film dünyasının nasıl yaratıldığına dair soruyu film varlık felsefesi üzerinden yürütür. Yazar, film kendi dünyasının yaratıcısıdır tesbitinde bulunurken, bunun gerekçesini ise film nasıl anlam ifade eder? sorusu üzerinden kamera, yaratıcı yazar, anlatısal varlık kavramları üzerinden film konusunu örneklerle tartışmaktadır. Üçüncü başlık film fenomenolojisidir. Bugüne kadar fenomenolojiye yalnızca izleyici deneyim ve yorumlarıyla ilgili meseleleri açıklamak için başvurulmuştur. Oysa film-düşünme kavramı fenomenolojiyi daha fazla çatışma noktalarına taşır. Yazar, bu bölümü Maurice Merleau-Ponty ve Vivian Sobchack’in çalışmaları kapsamında film-dünya deneyimi ile tartışır. Sonuç olarak “fenomenoloji karşımızdaki nesneleri düşünürken, bir anlamda onları nasıl kendimizin kıldığımızı, onları nasıl sahiplendiğimizi açığa vurur, dolayısıyla seyircinin film deneyimi gibi, filmin kendi karakterleriyle nesnelerine ilişkin deneyimi” de önemlidir. Bu bölümün son başlığı ise filmin yeni zihinleri’dir. Bu başlık altında yazar, Fransız sinemacı Germaine Dulac’ın avangard ve saf sinemaya ilişkin olarak ilk kez kullandığı “sinemasal düşünce” terimine atıfta bulunarak, Vertov ve sine-göz, Jean Epstein ve saf sinema, lirik felsefe, Eisenstein ve montaj kuramı üzerinden, Fransız felsefeci Deleuze’ün zihinsel imaj ve bağıntı- imaj kavramları üzerinden filmi düşünce olarak inceler. Deleuze’e göre, sinema düşünce ötesidir ve film düşüncenin bilinçdışı mekanizmalarını bilince taşıyarak, aslında insan düşüncesinin güçsüzlüğünü bize gösteren kudrete sahiptir.
Film-zihinden film-dünyaya
Kitabın ikinci kısmının film-zihin, film-düşünme, film-anlatı başlıkları altında film-zihnin film-dünyayı nasıl yarattığı, film-dünyanın yeniden yaratımı ve film-düşünmenin nelerden oluştuğu ve nasıl işlediği, filmlerde nasıl göründüğü konusu incelenmektedir. Yazara göre, film-düşünme insanın düşünmesiyle aynı değildir, dolayısıyla film-zihin insan düşüncesinin bir yansıması değildir. Film düşünmemize ve onu başka fikirlerle ilişkilendirmemize neden olur, ancak film-düşünme filmin kendisindedir. Seyirci ancak filmozofinin kavramlarını benimserse onu görebilir. Bir diğer ifadeyle “filmozofinin bize önerdiği kavramsallaştırmayı kabul edersek, filmin düşündüğünü de görebiliriz.” Bu bölümde yazar, film -zihnin faaliyetleri, klasik anlatı kuramları, filmin düzenlenmesinde imaj, ses, renk, kadraj, hareket ve kurgu geçişleriyle filmin biçiminin nasıl düşünüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu bölümde seyirci başlığı altında film-zihin ve film-düşünme seyirci ile filmin buluşması üzerine yürütülen felsefi bir tartışmaya dönüşmektedir. Çünkü yeni bir film anlayışı ortaya atan filmozofi, aynı zamanda yeni bir film deneyimi de önerir. Bu dili iyi benimseyen izleyici, filmin daha fazlasını deneyimleme ve filmi daha zengin anlam çeşitliliği ile yorumlayabilme olanağını elde edebilecektir. Bilişsel, fenomenoloji ve filmozofik tartışmasında ise yazar, film düşünmesine aktif olarak katılan filmozofik seyirciyi tanımlamaktadır. İkinci kısmın son başlığı kitabın adı olan filmozofi başlığı altında Nietzsche ve Derrida’nın düşünen şiirsel yazılarından, Heidegger’in tefekküre dayalı düşünmesinden Deleuze’ün film düşüncesi ve enerjisiyle sezgiye dayalı imaj-kavramlar yarattığı yönündeki yaklaşımına atıfta bulunan Frampton sonunda, filmin post-metafizik düşünmesine uzanan ve saf kavram yaratımına dayalı, felsefi-olmayan bir tür metafizik sonrası düşünme modeli önerir.
Sonuç olarak yazarın söylediği gibi filmozofi, seyircinin deneyimini genişletmeyi ve derinleştirmeyi amaçlar. Felsefe tam anlamıyla fikir üretir, film ise şiirsel bir düşünüştür ve farklı bir felsefiliğe ulaşır. Biz izleyiciler için de, filmdeki felsefeyi görmek, deneyimlemek, anlamak, sorgulamak, yorumlamak ve üzerine düşünmek önemli olacaktır.